Geçenlerde oğluma sağını ve solunu öğretmek için bir video açtım televizyondan. Her şey ilk birkaç dakika gayet güzeldi fakat bir süre sonra büyük bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaya başladı. Ekrandaki karakter sağını gösterdiğinde oğlum solunu gösteriyordu. Henüz sağını ve solunu bilmeyen bir çocuğa elbette bu karışıklığın mantıkî tutarsızlığını aktaramazdım. Bu sebeple televizyonu kapattım ve kendi başıma bu işi halletmeye çalıştım. O gün geçip gitti fakat oğlumun yaşadığı tutarsızlığı düşünmekten kendimi alamadım. Aslında bu tutarsızlık/uyumsuzluk hâlihazırda herkes için geçerli bir şeydi. Üstelik birçok farklı çehresi vardı. Oğlumun yaşadığı şeyi, herhangi bir gün içerisinde milyarlarca yaşını başını almış insan, birbirleriyle konuşurlarken yaşıyorlardı. Birisi diğerine sağ diyor fakat karşısındaki sol anlıyor. Biri diğerine insan diyor, diğeri hayvan anlıyor. Hatta çok daha basit tutarsızlıklar yaşanıyor. Romanlar Sizin Yaşadığınızı Biliyor Geçenlerde oğluma sağını ve solunu öğretmek için bir video açtım televizyondan. Her şey ilk birkaç dakika gayet güzeldi fakat bir süre sonra büyük bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaya başladı. Ekrandaki karakter sağını gösterdiğinde oğlum solunu gösteriyordu. Henüz sağını ve solunu bilmeyen bir çocuğa elbette bu karışıklığın mantıkî tutarsızlığını aktaramazdım. Bu sebeple televizyonu kapattım ve kendi başıma bu işi halletmeye çalıştım. O gün geçip gitti fakat oğlumun yaşadığı tutarsızlığı düşünmekten kendimi alamadım. Aslında bu tutarsızlık/uyumsuzluk hâlihazırda herkes için geçerli bir şeydi. Üstelik birçok farklı çehresi vardı. Oğlumun yaşadığı şeyi, herhangi bir gün içerisinde milyarlarca yaşını başını almış insan, birbirleriyle konuşurlarken yaşıyorlardı. Birisi diğerine sağ diyor fakat karşısındaki sol anlıyor. Biri diğerine insan diyor, diğeri hayvan anlıyor. Hatta çok daha basit tutarsızlıklar yaşanıyor. Birisi a diyor, diğeri anlamıyor. Sonrasında, iki insanın en iyi şekilde anlaşabileceği, tutarsızlıkları en aza indirebilecekleri o yeri bulabilir miyim, diye bir sual takıldı aklıma. Ve belki de birkaç saniye çok uzaklarda aradığım cevabın, avuçlarımın arasında olduğunu hemen fark ettim. O yerin adı ROMAN! Neden kitaplar değil de roman? Çünkü ben bir romancıyım. Ayrıca bir şair için kitap denilen şeyin çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Piyes yazarları ise sahneleri boş bırakmamalılar. Deneme, meneme yazanlar filan ise hak getire. Romana dönelim. Bir roman eğer size sağ diyorsa, sizin sol anlamanız pek de muhtemel değil. Veya size uzak diyorsa bir roman, siz de uzağı düşünürsünüz, uzaklaşmayı değil. Bir roman yazarının, okuru ile tutarsızlık yaşama ihtimali oldukça düşüktür. Büyük Birader’in iyi biri olduğunu, kim düşünür ki mesela? Bu sözlerim çerçevesinde, Thomas Pynchon’ın 2013 senesinde yayımlanan son romanı Bleeding Edge üzerine de uzun cümleler kurma iştiyakındaydım fakat insanı bir anda zabt-u rapt altına alan o bıkkınlıktan kurtulmanın zorluklarını düşünüyor ve git gide klavyeden uzaklaşıyorum. Tam olarak yazıdan kopmadan evvel Bleeding Edge üzerine birkaç söz söyleme gayreti göstermeye çalışayım… ‘Bleeding Edge’ ifadesi, teknoloji dünyasında, henüz tam olarak test edilmemiş, en ileri düzeyde ve deneysel aşamada olan yeni teknolojileri ifade ediyor. Bu teknolojiler, potansiyel olarak büyük yenilikler vaat ediyor ancak aynı zamanda belirsizlik ve risk taşıyorlar. Romanın adı bu açıdan, teknolojinin ve dijital dünyanın henüz keşfedilmemiş ve tehlikeli yanlarını simgeliyor. Şahıs bilgilerinin günümüzde dijital kayıtlar hâline döndürülmesiyle ortaya çıkan problemler, bu dönüşümün önünün ve ardının sorgulanmaması/tartışılmaması sebebiyle ortaya çıkmakta. Artık insanlar ekranlara bakıyorlar ve ekranlara biz yaşıyoruz diyorlar fakat ekranlar onlara öldüklerini söylüyor. Kime, neyi ispatlayabilirsiniz? Sonrasında, iki insanın en iyi şekilde anlaşabileceği, tutarsızlıkları en aza indirebilecekleri o yeri bulabilir miyim, diye bir sual takıldı aklıma. Ve belki de birkaç saniye çok uzaklarda aradığım cevabın, avuçlarımın arasında olduğunu hemen fark ettim. O yerin adı ROMAN! Neden kitaplar değil de roman? Çünkü ben bir romancıyım. Ayrıca bir şair için kitap denilen şeyin çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Piyes yazarları ise sahneleri boş bırakmamalılar. Deneme, meneme yazanlar filan ise hak getire. Romana dönelim. Bir roman eğer size sağ diyorsa, sizin sol anlamanız pek de muhtemel değil. Veya size uzak diyorsa bir roman, siz de uzağı düşünürsünüz, uzaklaşmayı değil. Bir roman yazarının, okuru ile tutarsızlık yaşama ihtimali oldukça düşüktür. Büyük Birader’in iyi biri olduğunu, kim düşünür ki mesela? Bu sözlerim çerçevesinde, Thomas Pynchon’ın 2013 senesinde yayımlanan son romanı Bleeding Edge üzerine de uzun cümleler kurma iştiyakındaydım fakat insanı bir anda zabt-u rapt altına alan o bıkkınlıktan kurtulmanın zorluklarını düşünüyor ve git gide klavyeden uzaklaşıyorum. Tam olarak yazıdan kopmadan evvel Bleeding Edge üzerine birkaç söz söyleme gayreti göstermeye çalışayım… ‘Bleeding Edge’ ifadesi, teknoloji dünyasında, henüz tam olarak test edilmemiş, en ileri düzeyde ve deneysel aşamada olan yeni teknolojileri ifade ediyor. Bu teknolojiler, potansiyel olarak büyük yenilikler vaat ediyor ancak aynı zamanda belirsizlik ve risk taşıyorlar. Romanın adı bu açıdan, teknolojinin ve dijital dünyanın henüz keşfedilmemiş ve tehlikeli yanlarını simgeliyor. Şahıs bilgilerinin günümüzde dijital kayıtlar hâline döndürülmesiyle ortaya çıkan problemler, bu dönüşümün önünün ve ardının sorgulanmaması/tartışılmaması sebebiyle ortaya çıkmakta. Artık insanlar ekranlara bakıyorlar ve ekranlara biz yaşıyoruz diyorlar fakat ekranlar onlara öldüklerini söylüyor. Kime, neyi ispatlayabilirsiniz? Tugay Kaban