Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

SANSÜR ÇARE OLMUYOR…

Köşe Yazıları Yayın: 07.10.2022 08:33
SANSÜR ÇARE OLMUYOR…

1 Ekim’de yeni yasama dönemine başlayan TBMM’nde ilk iş olarak Dezenformasyonla Mücadele Yasası olarak adlandırılan sansür yasası görüşülmeye başlandı.

 

Halkın haber alma özgürlüğünü engelleyeceği endişesi yaratan bu yasanın yürürlüğe girmesiyle iktidarın istemediği haber yapan, yayan ve yorumda bulunan gazeteciler ile sosyal medya paylaşımları yapanlara 3 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Ayrıca büyük zorluklarla yaşam savaşı veren yerel gazetelerin resmi ilan gelirlerinin yüzde 75 azaltılacağı söylentisi de bu gazetelerin kapanacağı korkusunu yayıyor.

 

2023 seçimlerine 7-8 ay kala iktidar tarafından gündeme getirilen bu tavır bize geçmişimizde yaşanan bazı sansür olaylarını hatırlatıyor.

 

Padişah II. Abdülhamid ve Demokrat Parti iktidarının başbakanı Adnan MENDERES’te basını ve muhalefeti susturarak iktidarlarını uzatmak istemişler ama başaramamışlardı. Her ne kadar o yıllarda iletişim teknolojisi günümüzdeki gibi değildi ve TV, internet, elektronik ve digital haberleşme yoktu. Gerçi İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Yardımcı Doçenti Yavuz ÖRNEK; ” Hz. Nuh’ta cep telefonu kullanıyordu” dese de buna kimse inanmamıştı.

 

DP’NİN SANSÜRÜ

1959 yılının son aylarında cezaevleri tutuklu gazetecilerle dolmuştu. Şimdi bir ibret müzesi olan Ankara Ulucanlar Cezaevi’ ne Hilton deniyor, dönemin bütün ünlü gazetecileri burada konuk(!) oluyorlardı. Bunlar arasında Cüneyt ARCAYÜREK,, Metin TOKER, Ülkü ARMAN, Şinasi Nahit BERKER, Kurtul ALTUĞ gibi dönemin ünlü gazetecileri de vardı. En etkili muhalefeti Cumhuriyet ve Milliyet Gazeteleri ile Akis Dergisi gibi yayın organları yapıyordu. Hatta bu iki gazete bir çok kez birinci sayfalarında beyaz boşluklarla yayınlandı.

 

Basına uygulanan ve gazetecilere karşı yürütülen bu baskının uygulayıcıları arasında  Milli Mücadele’ nin önemli isimlerinden Kılıç Ali Paşa’nın oğlu, Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürü Altemur KILIÇ bulunuyor ve günümüzün RTÜK’ü gibi davranıyordu.

 

DP iktidarının bu baskısı batılı ülkelerde de olumsuz karşılanıyor ve eleştiriliyordu. MENDERES bu algıyı silmek için 1959 sonbaharında Washington’da yapılacak olan CENTO Bakanlar Kurulu toplantısına giderken ülkenin üç büyük gazetesinin önemli isimlerini de yanında götürdü. Cumhuriyet’ten Nadir NADİ, Milliyet’ten Ercüment KARACAN gitmek istemeseler de onları ikna etti ve ayrıca Hürriyet’ten Haldun SİMAVİ’yi de kafileye dahil etmişti. Güya böylece Türkiye’de basına sansür ve baskı uygulanmadığını göstermek istiyordu. Fakat daha Washington’a iner inmez Newyork Times muhabiri Türkiye’de gazetecileri neden hapsediyorsunuz diye sorunca şoka uğradı.

 

ABD’de kaldığı süre içinde bu sorulara muhatap olmasının ve Başkan Eisenhower’le görüşmesinin Associadet Press’te 3 dakika olarak yayınlanmasının faturası Altemur KILIÇ’a çıktı.

 

İktidarının son yıllarında DP’nin basına ve muhalefete uyguladığı baskı ve sansür işe yaramamış, on yıllık DP iktidarı  tarihin  bir tekrarı olarak 27 Mayıs 1960’ta noktalanmıştı.

 

  1. ABDÜLHAMİD’İN SANSÜRÜ

DP’nin yaşadığı bu kader, bu olaydan 50 yıl kadar önce  İstanbul’da da yaşanıyordu. 1876’dan 1908’e kadar padişah olarak imparatorluğun başında bulunan sultan II. Abdülhamid’de kuşkulu kişiliği nedeniyle benzer tavırları sergilemişti. Meşrutiyeti ilan etmesi, Meclis-i Mebusan’ı açması, sonra kapatması, jurnal teşkilatı kurması, basın ve muhalefete baskısı tahtını kurtarmaya yetmedi.

 

Oysa son derece iyi yetişmiş, kültürlü, sanat ve edebiyata meraklı, el sanatlarında, bilhassa ağaç işlemeciliğinde hünerli bir kişiydi. Kütüphanesinde 6 bin dolayında kitap bulunuyordu ve Sherlock Holmes’in polisiye romanlarını okumayı seviyordu.

 

Oldukça iri olan burnundan  söz edilmesini istemezdi, bu konuda kompleks sahibiydi. Bu yüzden Hüseyin Cahit YALÇIN İzlanda Balıkçısı adlı romanı Türkçe’ ye çevirirken “burun” sözcüğü yerine “karaların denizlere uzayan bölümleri” diye yazmak zorunda kalıyordu. Sadece burnu değil, müsavat, istibdat, kanun-i esasi, dinamo, kargaşa, anarşi, beynelmilel, suikast, infilak, cumhuriyet, yıldız gibi sözcüklerin de kullanılmasını yasaklamıştı. İçeriğinde bu sözcükler bulunan gazete ve dergileri toplatıyor, klasik kitaplar dahi çuvallara doldurulup Çemberlitaş hamamında yakılıyordu.

 

Sahte ihbarlarla insanlar tutuklanıyor, dönemin etkili gazeteleri olan Vatan, İbret, Muhbir, Diyojen kapatılıyor, Hamlet, Kral Lear, Macbeth, Kral Oidipus gibi tiyatro oyunları yasaklanıyor, bazı gazeteler sansüre takılan yazıların yerini beyaz boşluk olarak bırakıyor,  bazıları da “makinamız bozuldu” diyerek yayına ara veriyorlardı. Bütün bunları takip ve organize eden Yıldız Sarayı Matbuat Müdürlüğü Serkatib-i  Hazreti imzasıyla  yasaklar yayınlıyordu.

 

Bunlar iktidarını uzatmaya yetmedi.

 

Tarihsel bir süreç içinde verdiğimiz bu iki örnek, toplumun desteğini yitiren, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm bulamayan iktidarların sansür ve baskı ile ömürlerini uzatamadıklarını gösteriyor. Bu nedenle diyoruz ki; SANSÜR ÇARE OLMUYOR.

 

Fikret GÖKÇE

Kıbrıs Gazisi-Mak.Müh.

Kaynakça :

1- İsmet Paşayla On Yıl, Metin TOKER, Akis Yayınları,1965

2- Demlenmiş Köşe Yazıları, “Bu da Böyle  Bir Sansür” , 20 Mayıs 2017, F. Gökçe,

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Bu sütunlar 642 yıllık caminin sigortası

Kültür Sanat Yayın: 03.05.2024 20:24
İhlas Haber Ajansı
Bu sütunlar 642 yıllık caminin sigortası

Bolu’da 1382 yılında yapılan ve 2 yangın, 3 büyük deprem yaşayan Yıldırım Bayezid Camii’nin sigortası olarak adlandırılan denge sütunları ilk günkü gibi çalışıyor.

Bolu’da, Büyük Cami Mahallesi’nde bulunan ve 1382 yılında Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan 642 yıllık tarihi Yıldırım Bayezid Camii, mihrabının her iki yanında bulunan denge sütunlarıyla görenleri hayrete düşürüyor. O yıllarda ahşap olan bu cami 1891 yılında yanmış ve 1899 yılında ise kubbeli olarak yeniden yapılmıştır. 1944 yıllarında hasar görürken orijinali yer yer bozularak onarıldı. Çiftminareli, tek kubbeli olan caminin iç mekanları Türk motifleri ile süslendi. 642 yıldır ayakta kalan Yıldırım Bayezid caminin en büyük özelliği mihrabın her iki tarafında dönen denge sütunları. Sütunlar caminin statik dengesini ve geçirdiği depremlerde herhangi bir hasar alıp almadığını gösteriyor. Yaşanan afet sonrasında eğer sütunlar dönmezse, caminin temelinde veya dengesinde bir bozukluk olduğu anlaşılıyor.

“Şu anda 650 yıllık bir yapının içerisindeyiz”

Her yıl binlerce yerli ve yabancı ziyaretçiye Bolu’yu tanıtan turist rehberi Levent Kahveci, “Şu anda 650 yıllık bir yapının içerisindeyiz. Yıldırım Bayezid Camii, Bolu’da bilinen ismiyle Büyük Cami’deyiz. Büyük Cami denmesinin sebebini açıklayayım. Osmanlı döneminde hüküm sürülen her yere ‘Cuma Camisi’ yapılırmış. Hanefi mezhebine göre ‘Cuma Camisi’ Cuma namazları en büyük camide ve hep beraber kılınmalıdır. Eğer en büyük cami dolmaz ise diğer camilerde kılınan namazlar geçersizdir. Bu yüzden Cuma namazının sonunda Zuhr-i âhir namazı da kılınır ki Cuma namazı kabul olmazsa o günkü öğle namazının yerine geçsin diye. O dönemde Cuma namazının ana amacı, yöneticiler namazı kıldırır, minbere çıkarak hutbeyi okurlar. Duyurulması gereken ne varsa halka duyururlar” ifadelerini kullandı.

“Buradaki sütunlar eğer hareket edebiliyorlarsa temelleri sağlam demektir”

Caminin çevresine yapılan hamamlar ve dükkanlara da değinen Kahveci, “Bu camiyi Yıldırım Bayezid, şehzadeliği döneminde yaptırmıştır. Bayezid, camiyi yakınında bulunan orta hamamla birlikte yaptırmıştır. Eskiden camiler külliye şeklinde yapılırdı. Yani caminin yanında mutlaka ya hanlar yapılır ya da dükkanlar yapılırdı. Oranın geliriyle cami kendini idame ettirirmiş. Bu cami 2. Abdülhamit döneminde bir tadilat geçirmiştir. Camiye birkaç ekleme de yapılmıştır. Bu caminin en güzel özelliklerinden bir tanesi mihrapta bulunan deprem sütunları. Anadolu’da birkaç camide daha bunların örneğini görmekteyiz. Buradaki sütunlar eğer hareket edebiliyorlarsa temelleri sağlam demektir” diye konuştu.

“Bu sütunlar, aslında camimizin sigortası”

Caminin mihrabında bulunan 2 sütunun, caminin sigortası olduğunu dile getiren Levent Kahveci, “Bu sütunlar, aslında camimizin sigortası olarak da adlandırılabilir. Temelinde herhangi bir kayma veya hasar oluştuğunda bu sütunlar dönmez hale gelir. Sütunlar dönmez hale geldiğinde de mimarlar anlarlar ki caminin temeli bakıma ihtiyacı vardır” dedi.