blank
Ramazan Akca tarafından
07 Nisan, 2023 13:21 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:12
A+ A-

SADECE BİR ADAM

Ünlü Yunan Filozofu Socrates, "Benim bildiğim tek şey, bir şey bilmediğimdir" sözüyle ünlenmiştir. "Dünya hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sananlarla doludur .Bütün kötülükler, haksızlıklar, bilgisizlikten doğar" der. Bin yıllar ötesinden insanlığa böyle seslenen Socrates'in ne denli haklı olduğunu, yaşadığımız olaylarla bir kez daha görüyoruz. Cehalet içinde kalmış bir toplum, bir de hiçbir şey bilmeyenler tarafından yönetilince karanlık bir tablo ortaya çıkıyor. 6 yaşındaki bir kız çocuğunun evlendirilmesini olağan karşılayan bilgisiz yöneticiler; yolsuzluğu, hırsızlığı, adam kayırmayı, liyakatsizliği bir yaşam biçimi gibi görebilmekteler. Gelin bin yıllar ötesine gidelim ve Socrates'in ders verici bir diyaloğunu içselleştirelim. Socrates bir gün öğrencisi Sofokles’e demiş ki: “Öğrenciler birazdan derse girecek, kaç kişi olduğunu say bana bildir". Sofokles kapıya dikilmiş ve başlamış içeri girenleri saymaya… Socrates sormuş: “ Kaç kişi var”? “Sadece bir kişi !” “ Nasıl olur içeriye birçok kişinin girdiğini gördüm". “Bu sınıfa birçok kişi girdi. Ancak kapının önünde bir taş duruyordu. Hiçbiri o taşı kaldırıp yan tarafa koymadı. Ancak en son giren öğrenciniz Platon Onu kaldırıp kenara koydu. Onun için orada sadece bir adam var” Günümüzde yaşadığımız duyarsızlıkları görünce Sofokles'in sözlerinin ne denli güzel, içerikli ve önemli olduğunu görüyoruz. Elbette, birçok arkadaşının görmediği taşı alıp kaldıran öğrenci Platon'un davranışının asilliğini de. O günlerden bugüne çok anlamlı bir mesajdır bu. Çünkü günümüzde de yola düşen taşları görüp geçen binlerce kişiye karşılık, kaldıranların sayısı çok azdır. Ülkemizde, olumsuzluklar karşısında herkes yakınır. Aydınların büyük bölümü de böyledir. Sızlanmayı bırakıp, elini taşın altına sokanlar çok azdır. Oysa, sızlanmayı bırakıp, aydınlık için bir mum yakmış olsalar, ortalık ışıl ışıl olur. Mevlâna, " Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerekir" diyerek özetler durumu. Ne yazık ki, artık insanlar vahşi kapitalizmin tutsaklığında hep kendilerini düşünür, başka yöne bakmaz olmuşlardır. Dayanışma, imece, yardımlaşma, sorunu görme unutulmuştur. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı egemendir toplumda. Gemisini yürüten kaptandır. Suya sabuna dokunmamak yaşanılan çağın en büyük argümanıdır. Konuşması, duyması, görmesi gerekenler artık üç maymunu oynamayı doğal saymaktadırlar. Diz boyu haksızlıkların karşısında, en yiğitler bile susmayı yeğlemektedirler. Oysa, Sofokles ne güzel ders veriyor. Sorumlu ve duyarlı davranan Platon'u adam yerine koyarak. Bu duyarsızlıktandır derelerimizin, denizlerimizin çöplük haline gelmesi. Ormanların cayır cayır yanması. Kolay, emeksiz ve çabuk kazanma tutkusundandır. Hırsızlıklar, vurgunlar, soygunlar düzenin en olağan işleri arasındaysa, emperyalizmin yoz kültürünün içimize sinmesindendir. Dinin siyasette ve ticarette çok kazanma hırsına alet edilmesi bu yüzdendir. Taş bir iken alınmayınca, çoğaldığında alınması zorlaşacaktır. Herkes ayağına takılan taşı kaldırmış olsa, taşlar çoğalmayacak ve bir dayanışma ortaya konacaktır. O dayanışma nasıl konulacaktır? Çoban Ateşleriyle! Kurtuluş Savaşımızda yurdun dört bir yanında çoban ateşleri yakıldı. O ateşler çoğaldıkça çoğaldı ve utkuya ulaşıldı. Gün yeni çoban ateşlerinin yakılması günüdür. Yardımlaşmanın, imecenin önemini topluma yararlı işlerde kullanmayı boşa emek diye tanıyan akıl, çalmaya, çırpmaya gelince örgütlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu toplum giderek benliğini yitirmektedir. "Biz" yerine "ben" duygusu hoyrat bir şekilde kendini göstermektedir. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" anlayışı, hızla bencilliğe ve bireyselliğe doğru gitmekte, insanlar güç sahibi olmakla egolarını tatmin etmektedirler. Aslında tüm bunlar insanları yalnızlığa itmekte, kalabalıklar arasında yalnız kalan insanlar kafalarını yemektedirler. Yabancılaşma da işin cabası olmaktadır. Onun için, kendisini yurtsever sayanlara bugünlerde çok büyük görevler düşmektedir. Sadece ben ne yapabilirim diyenler, karamsarlıkların içine düşüp sızlanmaktadırlar. Oysa, sızlanmayı bırakıp bir mum da kendileri yakmayı deneseler, birler bin olacak, bizler çoğalacak ve ülke karanlıklardan çıkıp aydınlığa kavuşabilecektir. Büyük önder Atatürk, "Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim" der. Yani, umutsuzluğun egemen olduğu anlarda, birden umutları yeşerten bir şeyler oluverir. Umutsuzluk, yitirmeyi baştan kabullenmektir. "İnsan yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybeder" demiş bir bilge. Umutlar aynen Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi, Anadolu'nun dört bir yanında Çoban Ateşlerinin yanmasıyla yeşerir. Elinizde tuttuğunuz gazete bir Çoban Ateşidir. Bir umuttur. . Gür yanmalı, okuru bol olmalı ki; görevini eksiksiz yapabilmelidir. Oturdukları, kalktıkları ortamlarda, "Ne olacak bu memleketin hali" diyerek sızlananlar, bu çoban ateşini üfleyerek, söndürmeme çabasında olmalıdırlar. Ellerini taşın altına sokarak yaşamasına katkı sunmalıdırlar. Bir adamlar bin olmalı, çoban ateşleri hep yanmalıdır. O bir adamı, milyon adam yapmak , Çoban ateşlerini yakmak da elimizdedir. Bu birikim ve gücümüz vardır.