KBÜ’de 1. Kitap Günleri ve Bahar Etkinlikleri Yapılacak
18-29 Nisan 2016 tarihleri arasında Kahraman Tazeoğlu, İbrahim Sadri, Serdar Tuncer ve Ömer Karaoğlu’nun katılımlarıyla Karabük Üniversitesi Sosyal Yaşam Merkezinde 1. Kitap Günleri ve Bahar Etkinlikleri gerçekleştirilecek.
Bugün saat 17.30’da Kahraman Tazeoğlu’nun katılımıyla kitap imza etkinliği, saat 20.00’de de şiir dinletisi düzenlenecek.
19 Nisan Salı günkü program ise saat 14.00’de Karabük Ticaret İl Müdürlüğü tarafından Tüketici Hakları Bilgilendirme Söyleşisi ile başlayacak. Saat 20.00’de de İlahiyat Fakültesi Korosu tarafından Tasavvuf Müziği Konseri ircaa edilecek.
20 Nisan Çarşamba günkü program saat 17.30’da İbrahim Sadri’nin kitap imza etkinliği ile başlayacak, 20.00’deki Şiir dinletisi ile sona erecek.
21 Nisan Perşembe günü Safranbolu Fethi Toker Güzel sanatlar ve Tasarım Fakültesi Korosu tarafından Tasavvuf Müziği Konseri verilecek.
25 Nisan pazartesi günü saat 15.00’de Kültür Sanat Kulübü tarafından Kainatın Aynası adlı Müzikal gösteri sunulacak. Saat 17.30’da Serdar Tuncer tarafından kitap imza etkinliği, saat 20.00’de de Şiir dinletisi düzenlenecek.
26 Nisan Salı günü saat 20.00’de Mavera İlim ve Fikir Kulübü tarafından şiir gecesi programı sunulacak.
27 Nisan Çarşamba günü Ömer Karaoğlu tarafından kitap imza etkinliği ve saat 20.00’de şiir dinletisi düzenlenecek.
28 Nisan Perşembe günü saat 14.00’de Prof. DR. Bektaş Açıkgöz Konferans salonunda “Doğumunun 100. Yılında Cemil Meriç-Mustafa Armağan” adlı program ile saat 20.00’de İlahiyat Kulübü tarafından Karabük Şehitlerini Anma Gecesi düzenlenecek.
Etkinlikler, 29 Nisan Perşembe günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mehteran Takımının gösterisi ile sona erecek.
Karabük Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Refik Polat, düzenlenecek olan etkinliklere tüm Karabük halkının davetli olduğunu söyledi.
Türkiye’nin ata yadigârı Kıbrıs adasındaki soydaşlarımızı Rumların zulmünden, topyekûn katletmesinden kurtaralı 51 yıl, adalı Türklerin özgürlüklerine kavuşarak KKTC adıyla kendi devletlerini kurmasından bugüne 42 yıl geçti.
Ama ne adadaki bu değişimi, ne de Türklerin kurmuş olduğu KKTC’yi bugüne değin hiçbir ülke kabullenmedi. Türkiye dışında hiçbir ülke de bu devleti tanımadı!
Neden?
O kadar çok nedeni var ki!
Bu nedenlerin en başında geleni; Haçlı seferlerinden bu güne böylesine stratejik önemi olan bir coğrafyada tam da Akdeniz’in orta yerinde bulunan, Ortadoğu’yu yakından kontrol eden uçak gemisi konumundaki bu adada Türk’ün varlığı, Türk askerinin olması hiçbir zaman istenmedi de ondan…
Tarihin hiçbir döneminde Türklerin varlığının Orta Asya’nın dışına çıkması da istenmedi. Çünkü batılılara göre Türklerin batıya yayılması demek İslamiyet’in de genişlemesi, Hıristiyanlığın önüne geçmesi, insanları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendiren kilisenin de önünü kesmekti de ondan…
Aslında Kıbrıs’ta yaşanan da budur!
Bugüne değin GKRY’deki Ortodoks Kilisesinin başındaki papazların istekleri dışında yönetimde bulunan hiçbir Rum lideri Türk tarafı ile çözüm adına müzakere edemedi. Kilise ne dediyse müzakere masasında sadece onu dile getirdi.
Rum Ortodoks Kilisesi bugüne değin gerçekleşen tüm müzakerelerde adanın yönetiminin Rum tarafında olmasını, Türklerin ise sadece azınlık haklarına razı olmasını istedi. Ondan sonra atılacak adımın, adanın Yunanistan’a ilhak olması da idealleriydi…
Tarihi gerçeğe de bakıldığında 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı da Ortodoks Kilisesinin Başpiskoposu Makarios’tu. Onun da amacı adayı Yunanistan’a bağlamaktı.
Kısacası adada yaşanan anlaşmazlığın temelinde Hıristiyan âleminin bu bölgede İslamiyet’in temsilcisi bir devletin olmasını istememesi vardır.
Bu gerçeğin dışında KKTC’nin tanınmamasının diğer önemli nedeni; ABD-AB-BM ve bölgede menfaati olan diğer devletlerin hem adanın çevresinde bulunan enerji yataklarının kullanılması, hem de adanın stratejik önemi nedeniyle Kıbrıs’ta üs bulundurmak istemeleridir. Bunun için de inanç merkezli politika öne çıkmakta. İslamiyet’in temsilcisi olarak gördükleri KKTC’yi tanımak yerine; Hristiyan âleminin temsilcisi olarak gördükleri Rum tarafını yasal hükümet olarak tanımak onların işine gelmektedir.
Bunun yanı sıra ekonominin, paranın gücü de önemlidir. Bunun en yakın örneği; KKTC’nin de gözlemci ülke olarak tanındığı Türk Devletler Teşkilatına üye ülkeler konumundaki; Türkmenistan-Kazakistan-Özbekistan ülkelerine AB’den yapılacak 15 milyar avroluk yatırımın da etkisiyle geçtiğimiz hafta GKRY’ne büyükelçi atamışlardır
TDT üye bu üç ülkenin diplomatik hamlesi karşısında Türkiye’den henüz bir açıklama yapılmadı. Ancak KKTC’yi tanımayan bu üç kardeş ülkenin Rum kesimine büyükelçi atamalarını sadece alacakları ekonomik yardım nedeniyle yaptıkları da söylenemez.
Çünkü yapılan bu hamlenin arka planında; Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerinde giderek artan gücünün AB tarafından fark edilmesi, bu iş birliğinde bir çatlak açılması, Hristiyan âleminin Avrasya platosuna uzanarak bu güç birliğini ayrıştırması yatmaktadır.
Türkiye’nin bu noktada Azerbaycan’dan alacağı güçlü bir destek ile AB’nin açmak istediği bu çatlağın önünü kesmesi, Türk Devletler Teşkilatına üye olan ülkeler ile ilişkilerini güçlendirmeye devam etmesi en uygun tercih olmalıdır.
Görülen odur ki!
KKTC’nin uluslararası camiada tanınması o kadar kolay olmayacaktır. Ama başta Türkiye’nin yöneticileri olmak üzere KKTC’deki yöneticiler de bu devletin tanıtılması faaliyetlerinden asla vazgeçmemeli, uluslararası ilişkilerde KKTC’nin tanınması mutlaka gündeme getirilmelidir.
Dünya var olduğundan beri devletlerarasında süregelen dinler savaşı, geçmişte silah gücü ile gerçekleşmişti, günümüzde ise ekonomik güçler çatışması ile devam etmektedir.
Türkiye bulunduğu coğrafyada, son yurdumuz Anadolu’daki güçlü yapısıyla örnek olmaya devam ettiği Avrasya platosundaki devletlerle olan işbirliğini devam ettirirken, uluslararası ilişkilerde de özellikle Hıristiyan âlemine mensup ülkelere sağladığı avantajları bir kez daha gözden geçirmeli, önümüzü kesmeye çalışan kimi ülkelere bu avantajlar hatırlatılarak onları daha dikkatli olmaya davet etmelidir.
Bir örnek vermek gerekirse Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle özellikle Avrupa’ya yayılması muhtemel milyonlarca göçmenin önüne geçerek onlara kucak açan Türkiye’nin bu fedakârlığını unutanlara hatırlatmak bile yetecektir.