Karabük Postası tarafından
07 Ekim, 2014 13:40 tarihinde yayınlandı
A+ A-
Okuma Süresi: 2dk
Yorum Sayısı: 0

Çelik-İş Genel Başkanı Gül: “Demir Çelik İşçisine Emeğinin Karşılığı Verilmeli”

Çelik-İş Genel Başkanı Cengiz Gül, “Bu yılın ilk 7 ayında 8 milyar doların üzerindeki tutarla 10.6 milyon ton çelik ihracatı yapıldı. Ülkemiz ekonomisinin bel kemiğini oluşturan demir çelik işçilerimize emeğinin, alın terinin karşılığı fazlasıyla verilmelidir” dedi.
Çelik-İŞ Sendikasının Anakar’da yapılan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Toplantısında konuşan Çelik-İş Genel Başkanı Cengiz Gül, ‘Gezilmedik işyeri, sorununu dinlemediğimiz işçi kalmayacak” diyerek her fırsatta işçilerle buluştuklarını ve onların sorunlarıyla yakından ilgilendiklerini belirtti. Türkiye işçi hareketine büyük bir hareketlilik getirdiklerini ifade eden Gül, son iki yılda Çelik-İş’e 15 bin yeni üye kazandırarak metal iş kolunda metal işçilerinin umudu olduklarını kaydetti. Sendika olarak işçilerin en iyi haklara sahip olması için mücadele ettiklerini vurgulayan Gül, “Ülke genelinde toplam 12 milyon 287 bin 238 işçi kardeşimiz çalışıyor. Metal iş kolunda ise 1,5 milyon işçimiz alın teri akıtıyor. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) ‘İşçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz’ buyuruyor. Bizim de sendika olarak önceliğimiz, metal işçilerimiz başta olmak üzere tüm işçilerimizin mali, özlük ve sosyal haklar konusunda en iyi şartlarda çalışması ve iş güvencesidir” dedi.
“DEMİR ÇELİK İŞÇİSİNE EMEĞİNİN KARŞILIĞI VERİLMELİ”
Bu yılın ilk 7 ayında 8 milyar doların üzerindeki tutarla 10.6 milyon ton çelik ihracatı yapıldığına dikkat çeken Gül, Türkiye ihracatında en büyük paylardan birini demir çelik sektörünün oluşturduğunu söyledi. Gül, “Hemen hemen her alanda kullanılan ve milyonlarca ton ihracatı yapılan çeliğin üzerinde İsdemir’deki, Karabük’teki, kısacası ülkemiz genelindeki demir çelik işçilerimizin alın teri, emeği vardır. O halde ülkemiz ekonomisinin bel kemiğini oluşturan demir çelik işçilerimize de yeni Türkiye yolunda emeğinin, alın terinin karşılığı fazlasıyla verilmelidir. Sendika olarak bizler bunun mücadelesini veriyoruz. Ancak bizim anlayışımızda kırma, dökme yoktur. Bizim mücadelemizde, rahmetli Metin Türker ağabeyimizin 89 grevinde dediği gibi ‘Fabrikalarımızın bir cıvatasına zarar veren bizden değildir’ anlayışı vardır. Sendika, işçi ve işveren olarak uzlaşı vardır. Bizler hakkımız için dik duracağız ancak diklenmeyeceğiz” diye konuştu.
“İŞ KAZALARI KADER OLARAK GÖSTERİLMEMELİ”
Son zamanlarda artan iş kazalarına da değinen Gül, yaşanan iş kazalarının ekonominin daha ileriye gitmesi için ter akıtan işçilerin çalışma şartlarının zorluğunu ve güvenilirliğinin eksikliğini ortaya koyduğunu kaydetti. Yaşanan yüzlerce kazaya sebep olan ihmallerin artık kader olarak gösterilmemesi gerektiğinin altını çizen Gül, “Artık yüreklerin yanmaması, ocaklara ateş düşmemesi için iş kazalarının önüne geçilmesi için gerekli önlem alınmalı, alınan önlemler devlet tarafından zamanında ve eksiksiz bir şekilde denetlenmelidir. İş sağlığı ve güvenliği, işverenler eliyle değil, tarafsız bir kurum tarafından yapılmalıdır. Cezalar ise kazaların bir daha yaşanmaması için caydırıcı olmalıdır” şeklinde konuştu.

Toplantıda işçilerin mali, özlük ve sosyal hakları ile iş kazaları masaya yatırıldı.

blank
blank
Tugay Kaban tarafından
07 Ocak, 2025 10:54 tarihinde yayınlandı
A+ A-
Okuma Süresi: 2dk
Yorum Sayısı: 0

Romanlar Ayırır

× Hıristiyan takvimine göre 11. Yüzyılda Avrupa’da en önemli sanat olarak gramerin yerine mantığı geçirdiler, bu değişim, bilimin edebiyat karşısında kazanacağı zaferin mütevazı bir girizgâhıydı. Peki o tarihten sonra insan aklının nasıl zımparalandığını görebiliyor muyuz? Bunu bize gösteren romanlardır.

× Hızlandıkça Azalıyorum romanının yazarı, kendisiyle röportaj yapan Bülent Ayyıldız’ın “Neden roman yazdınız?” sualine cevap verirken şöyle bir cümle kullanıyor, “Roman yazmak istememin nedeni, kendimi insan gibi hissetmememdi.” Yakın zamanda tercümesini bitirdiğim Napolyon Savaşları isimli eserde, Napolyon’un bir sözü iktibas ediliyor, “Dünyayı değiştirmek için çağrıldım!” Napolyon, Saint Helena adasında son yıllarını geçirirken, artık “tarih” denilen şeyi elinin tersiyle bir kenara itmişti ve yapması gereken tek şey olarak (kelimelerle olmasa da) tarihten daha ayırıcı bir eser vermek için çabalamaya başlamıştı: Geride bir hayat bırakmak. Bir roman misali, kendi hayatını sundu Napolyon.

× Tarih, ölülerin dirilişidir. Tarih ayırmaz! Neyi? Her şey zıddıyla kâimdir. O zaman tarih ile alâkalı bir mevzuu çözmek istiyorsak ‘roman’a bakmamız îcabediyor. Romanın tarihini yazmaya çalışanlara bakın mesela, ne gülünç hâllere düşüyorlar. Roman, dirilerin dirilişidir. Roman ayırır. Neyi? Yaşamak düşüncesini ve ölmek düşüncesini. Hem de hayat denilen musalla taşının üzerinde.

× Bugün, dünü bile yazamıyoruz. Tarih, bizi geleceğe zorla sürüklüyor! Roman, önce bugüne sarılıyor. Tarih merkezsizdir ve merkez değildir. Merkez olan ayırır. Bugünün içinde olan. Yani roman.

× Bütün doğumlar ve ölümler romanın mevzuudur. Tarihin mevzuu ise ancak doğum yahut ölüm günleridir. Siperde ölen asker romanın çerçevesindedir, tarihin çerçevesinde ise askerî konvoylar, okul anmaları ve resmî tatiller vardır.

× Yaşamak düşüncesini, ölmek düşüncesinden ayırmak ölümü unutturmak, ölmek düşüncesini de yaşamak düşüncesinden ayırmak yaşamayı unutturmak demek değildir. Her kalp iki eşit parçaya bölünmüş olarak atmaya başlar diye söylenir. Bunu görüp okuyamayacağız fakat romanları?

× #alikoçistifa

Tugay Kaban

Cevap Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.