Başkan Çetinkaya şehrin çehresini değiştirmeye devam ediyor
Karabük’te yıllardır atıl durumda kalan bir alan daha Karabük Belediye Başkanı Özkan Çetinkaya’nın girişimleriyle modern bir yaşam alanına dönüştürüldü.
Bayır Mahallesi Menderes Caddesi üzerinde yer alan ve uzun süredir kullanılmayan bölge, Karabük Belediyesi tarafından düzenlenerek vatandaşların kullanımına açıldı.
Bin 200 metrekarelik park alanı ve 550 metrekarelik çim alanıyla dikkat çeken yeni sosyal yaşam alanında 500’ün üzerinde farklı bitki çeşidi, 9 adet pergole, amfi tiyatro oturma alanı, açık alan ahşap oturma grupları, şelaleli süs havuzu ve bir adet tuvalet bulunuyor. "Devlet Demiryolları Parkı" adıyla vatandaşların hizmetine sunulan alan ile kentin çehresi değiştirilmeye devam ediyor.
Karabük Belediye Başkanı Özkan Çetinkaya, Bayır Mahallesi’nde yıllardır atıl halde bulunan bir alanı şehrin dinlenme ve nefes alma noktalarından biri haline getirdiklerini belirterek, "Devlet Demiryolları Parkı sadece bir yeşil alan değil, aynı zamanda çocuklarımızın oynayabileceği, gençlerimizin vakit geçirebileceği, ailelerimizin huzur içinde dinlenebileceği bir sosyal yaşam alanı. Karabük’te her karış toprağı halkımız için değerlendiriyoruz. Şehrimize hayırlı olsun" dedi.
“ SERKATİB-İ HAZRETİ ŞEHRİYARİ “ ne demek, bunu açıklayarak başlayayım bugünün yazısına. Padişah yakını kız ve kadınlarla evlenen, böylece hanedana yakın olan sarayın başkatibi olanlara verilen ünvandır bu Osmanlıca deyim.
Şimdi Serkatib-i Hazreti Şehriyari Tahsin’in o dönemin basınına uyguladığı yasaklar listesine birlikte bir göz atalım. Yıldız Sarayı’ndan Matbuat Müdürlüğü’ne gönderilen bu 9 maddelik liste gizli sansür yönetmeliğine göre hazırlanmıştı.
1- Her şeyden önce dünya değer padişah hazretlerinin sağlığı, memlekette ticaret ve sanayinin ilerlemesi üzerine havadis yazılacaktır. 2- Ahlak bakımından yayınlanmasında sakınca olmadığı Maarif Nazırı Paşa hazretleri tarafından tasdik edilmedikçe hiçbir tefrikanın yayınlanmaması, 3- Hepsi bir nüshaya konulamayacak kadar uzun edebiyat ve fen makalelerinin yayınlanmasında “mabadı var” ya da “mabadı yarına” ibarelerinin kullanılmaması, 4- Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla boş yerler bırakılması, birtakım uygunsuz ithamların zihniyet karıştırmaya sebep olacağı için, bunlara kesinlikle meydan verilmemesi, 5- Şahsiyata kesinlikle meydan verilmeyip bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispat olunamadığı bildirilerek saklanması ve yayınlanmasına asla müsaade olunmaması, 6- Vilayetler ahalisinden bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişah’a duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerinin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanmasını, 7- Ermenistan sözcüğü gibi tarih ve coğrafyayla ilgili adların anılması yasaktır. 8- Yabancı hükümdarlar aleyhine yapılan suikast girişimlerinin ya da yabancı memleketlerde yapılacak kargaşa çıkarıcı gösterilerin sadık ve kendi halinde ahalimizce bilinmesi uygun olmadığından, bunların herhangi bir biçimde ve yolda olursa olsun, kesinlikle yayınlanmaması, 9- Bu yönetmelikten gazete sütunlarında söz edilmesi bazı kötü düşünce sahiplerinin yersiz eleştirme ve görüşlerine yol açacağından bundan şiddetle sakınılması.
İmza : Serkatib-i Hazret-i Şehriyari Tahsin
140 yıl önceki rejim sırasında basına uygulanan sansür dışında, zaptiyeleri ve diğer unsurlarını oluşturan özel mahkemeleri ile jurnal sistemi de vardı. Ülke adeta yasaklar ülkesi haline gelmiş, herkes birbirinden şüphe eder olmuş, korku ve endişe günlük yaşama dönüşmüştü. Sahte ihbarlarla insanlar tutuklanıyor, dönemin etkili gazeteleri olan Vatan, İbret, Muhbir, ilk mizah dergisi Diyojen vb. kapatılıyor, Hamlet, Kral Lear, Macbeth, Kral Oidipus gibi tiyatro oyunları yasaklanıyor, yayınlardaki dizgi yanlışları dahi suç sayılıyordu. Çuvallara doldurulan kitap ve yayınlar Çemberlitaş Hamamında yakılıyordu. Baskılar karşısında Basiret Gazetesi “makinemiz bozuldu” diyerek yayınına ara veriyor, Sabah Gazetesi ise, sansüre takılan yazıların yerini boş bırakıyordu.
Son yıllarda ve özellikle yaşadığımız süreçte gazeteciler işlerini kaybediyor, kovuşturmaya uğruyor, yargılanıyorken, bazıları da hapse atılıyor. Haberlere erişim yasağı getiriliyor, görsel ve yazılı medyada para cezaları, ekran karartmalar ve işten çıkarmalar günlük ve sıradan olaylar haline geliyor. Bu yaşadığımız süreç, basını susturmak için II. Abdülhamid dönemini ve Demokrat Parti’nin 1959’daki Tahkikat Komisyonu’nu hatırlatıyor.
Milliyet Gazetesi’nin 1980’li yıllarda tarih ve kültür eki olarak verdiği Yakın Tarihimiz adlı fasiküllerden yararlanarak hazırladığım bu anımsatmayla, 140 yıl önce yaşadığımız bir dönemden küçük bir kesit sunmak istedim. Değerlendirmeyi siz sayın okurlara bırakıyorum.