blank
Atilla Çilingir tarafından
11 Ağustos, 2016 07:40 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

YAVRU VATAN KIBRIS’TA SON DURUM…

Ülkemizin 15 Temmuz 2016 gecesi yaşamış olduğu o alçakça kalkışmanın, vatan topraklarımıza tecavüz'ün ardından üç hafta geçti. Bu alçaklığı planlayanlara topyekûn karşı koyarak, vatanının o hainlerce ele geçirilmesine şehitler, gaziler verme pahasına karşı çıkan Türk Milletinin; tarih sayfalarına altın harflerle bir kez daha yazmış olduğu vatanına, milletine, bayrağına, devletine sahip çıkma sevdası, gelecek nesillerimize örnek olacaktır. Demokrasiyle yönetilen bir ülkede, o alçakça kalkışmayı planlayan FETÖ terör örgütüne, başındaki meczuba, arkasında ki iş birlikçilerine diz çökmeyen 79 milyon yurttaşımızın bu demokrasi zaferi, dünya demokrasi tarihine her dönemde yön verecek, örnek olacaktır. Böylesine önemli bir süreci yaşayan ülkemizin dış ilişkilerinde de önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Rusya, Suriye, AB ile son dönemde yaşananlar; 1960'lı yıllardan günümüze Kıbrıs konusunda gelişen olaylar; ülkemizin uluslararası ilişkilerinde öne çıkan en önemli konu başlıklarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne zaman böylesine kritik bir süreç yaşasa; bu kritik süreçten istifade etmek isteyen dış güçler, hemen devreye girerek bu süreci kendi çıkarları için kullanmak istemişler ama her defasında da ülkemizin gücü, milletimizin azmi karşısında hak ettikleri yanıtı almışlardır. Kıbrıs konusu da ülkemizin yıllardan beri uluslararası arenada bir türlü çözüme kavuşturulmayan konu başlıklarından birisi ve en önemlisidir. Aslında 15 Temmuz tarihi, Kıbrıs Türk Halkı içinde önemli bir tarihtir. Çünkü 15 Temmuz 1974'de Yunan Cuntası destekli dönemin EOKA terör örgütünün planlamış olduğu bir askeri darbe ile Kıbrıs Türk'ü ata yadigârı ada topraklarında topyekûn ortadan kaldırılmak, öldürülmek istenmiştir. Yakın tarihimizde tarih sayfalarında yerini alan, Kıbrıs'ta gerçekleşen bu alçak darbe; Anavatan Türkiye'nin uluslararası antlaşmaların kendisine tanımış olduğu yetki çerçevesinde 20 Temmuz 1974'te önlenmiş; Kıbrıs Türk'ü özgürce yaşam hakkına kavuşmuş, adanın Yunanistan'a bağlanmasının önüne geçilmiştir. Aradan geçen uzun yıllar sonra Kıbrıs'ta pek çok şey değişmiş; Kıbrıs Türk Halkının özgür iradesiyle kurulan K.K.T.C devleti tüm kurumlarıyla 33 yıldan buyana dimdik ayakta, Anavatanın tüm desteği ile gelişmeye devam etmektedir. Adanın kuzeyinde dili, dini, örfü, gelenekleri ve yönetimi ayrı bir devlet vardır. Bu devleti sadece Türkiye tanımış olsa dahi bu gerçek; 15 Kasım 1983'ten beri yaşamaktadır. Günümüzde Kıbrıs konusunu çözmek adına 2008 Eylülünden beri devam eden müzakerelerde gerek Türkiye, gerekse K.K.T.C de bu süreçte görev yapanlar; iyi niyet çerçevesinde taraflar arası müzakereler katkı sağlamak adına hareket etmektedirler. Annan Tuzak planına dahi evet diyen/dedirttirilen Kıbrıs Türk Halkı da bu süreci az da olsa, kendi yöneticilerinden ama çoğu zaman GKRY' deki Rum yöneticilerinden öğrenmekte bilgi sahibi olmaya çalışmaktadırlar..! Ancak ne yazık ki, Rum tarafını temsil eden günümüzün lideri Bay Anastasiadis, Rum Ortodoks Kilisesinin başındaki Başpapaz Hrisostomos, Rum Ulusal Konseyi, Rum toplumunun arkasındaki güç Yunanistan yönetimi; K.K.T.C ve Türkiye'de görevli yöneticilerin iyi niyetli tüm çabalarına rağmen her dönemde, bu sürece katkı yapmak yerine köstek olmaya devam etmekte; adanın tek hâkimi yasal hükümetiymişçesine hareket etmekte, her platformda Kıbrıs'taki çözüm parametrelerinin ancak kendi menfaatlerine uyarsa geçerli olabileceğini dile getirmektedirler. Bu olumsuz davranışları müzakere masasında da böyledir, uluslararası platformda da, Türkiye'nin AB ilişkilerinde de böyle devam etmektedir. Bir süreden beri adanın yarı buçuğunu temsil eden GKRY' DE özellikle adanın etrafında tespit edilen zengin hidrokarbon yataklarının ihalesine yeniden çıkılması, Adanın güneyinde bu yıl birkaç ay önce yapılan seçimlerde milletvekili çıkararak GKRY Meclisine de giren adı ELAM olan EOKA benzeri bir örgütün; adada Kıbrıs Türk Halkına ve yöneticilerine yönelik giderek artan tehdit dolu beyanları, Kıbrıs'ta süregelen güven arttırıcı uygulamalar çerçevesinde, K.K.T.C'deki kiliselere gelerek ayinlerini gerçekleştiren, ibadetlerini yapan Rumların, bu ibadetleri yöneten papazlarının; ''bu yöreler bizim, bir gün sizler eninde sonunda buralardan çıkıp gideceksiniz'' söylemlerini, hiç çekinmeden o bölgelerde yaşayan yurttaşlarımıza ifade etmeleri, Ama bunun yanı sıra, adanın güneyinde kalan; atalarımızdan bizlere yadigâr camilerimizin, medreselerin, benzer her türlü tarihi eserlerimizin ama özellikle de adanın güneyinde kalan şehitliklerimizin içler acısı perişan halleri, buralardaki ibadethanelerimizin ziyaretine izin verilmemesi, Güzelyurt'ta, Girne'de, Lefkoşa'da, Gazimağosa'da Kıbrıs Türk Halkının 42 yıldır vatan bellediği K.K.T.C'nin her yöresine yapılan yatırımları, bu bölgelerdeki gelişmeleri görmezden gelerek/kıskanarak; bu bölgelerde yatırım yapamazsınız, buralarda okul dahi açamazsınız diyerek hala insanlık dışı ambargolara devam eden, Güzelyurt zaten bize iade edilecek demek cüretinde bulunan Rum tarafının, Müzakere sürecinin her safhasında; Kıbrıs'ta Türkiye'nin garantörlük ve güvenlik anlaşmasının geçerli olamayacağını, adanın güneyinde bulunan binlerce Yunan askeri gücünü söz konusu dahi etmeden Türk askerinin adayı terk etmesi gerektiğini ifade eden Rum yönetiminin, bu kafadan bacaklı yöneticilerine en nihayetinde uzun bir süreden beri verilmeyen hak ettikleri cevap; K.K.T.C'de mevcut Hükümetin Değerli Başbakanı Sn. Hüseyin Özgürgün'den gelmiştir. İşte o cevabın özeti: ''Hiçbir uyarıya dikkat etmedikleri gibi bir de pervasızca, 'biz korkmayız, cesursanız yapın' der gibi. 1974'de de böyleydiler; 'cesursan gel al'. Aynı şeye tekrar döndüklerini görüyorum. 'Biz yaparız, siz de engelleyin de görelim' gibi çok pervasız küstahça hareketleri var. Biz buna açıklama yaptığımızda da Güney'deki terör örgütleri sosyal medya üzerinden tehdit ediyor. Bizim bunlara pabuç bırakacak halimiz yok. Ufak tefek terör örgütleri bizi tehdit etmiş vız gelir. Güney çok ciddi bir pervasızlık içerisinde, küçüğüyle büyüğüyle. Dikkate alınmayacak bir terör örgütüne cevap vermem,(ELAM Terör Örgütünü kastediyor) yöneticileri de böyle; (Başpiskopos) Hrisostomos öyle, (Rum lider) Anastasiadis öyle, diğerleri, sözcüsü, Meclis Başkanı öyle. Güney'in niyetinin bir anlaşma olmadığı, tamamen egemenliğini sürdürmek istediği, bu egemenliğin içerisinde Kıbrıslı Türkleri azınlık gördüğü, azınlık gördüğü Kıbrıs Türklerini de ancak Kıbrıs Cumhuriyetine yama niyetinde olduğu net. Bunun dışında masada yaptığı her şey de göstermelik. Diplomaside biz de niyetimizi, anlaşma isteyen tarafımızı gösterdik. Ama bunların küstahça hareketlerine cevap vermeyecek miyiz? Kuzey'e gelip ayinleri siyasi araç olarak kullanıp, 'buraları bizimdir, bunlar egemenlik alanımızdır, işgal altındadır, buraları bir gün geri alacağız' diyerek ayin yerine başka bir edebiyat ortaya koydukları bizim tarafımızdan biliniyor." "Kıbrıs Türk halkı anavatan Türkiye'den güç alır" Kıbrıs Türkü'nün Anavatan Türkiye gelene kadar yıllarca direndiğini anlatan Başbakan Özgürgün, "Bu direnişlerde Kıbrıs Türk Halkı kendi kendine direndi. Türkiye burada yoktu. 'Kıbrıs Türk Halkı Türkiye vardır diye direniyor' zannediyorlarsa öyle bir şey yoktur. Kıbrıs Türk Halkı Anavatan Türkiye'den güç alır. Anavatan Türkiye ile birlikte büyük Türk ulusunun kopmaz parçasıdır ama kendi direnişini de gösterecek güce sahiptir ve bunu göstermiştir. Zannetmesinler, Türkiye'yi koparıp Kıbrıs Türk Halkını bölüp parçalayıp yönetecekler. Buna da izin verilmez." Yıllardan beri Kıbrıs'ta devam eden müzakereler sürecinde Rum tarafının hiçbir zaman değişmeyen, değişmeyecek olan tercihleri de, iki yüz yüzlü yüzü de budur. Uluslararası aktörlerin, bilinen emperyalist amaçlarının gücünü her dönemde arkalarında bulan Rum tarafının, müzakere masasında çözüme ulaşmak adına ''evet'' demesini sonsuza kadar beklemek ne kadar doğrudur? Kıbrıs Türk Halkını müzakere masasında temsil eden K.K.T.C 4'ncü Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı'nın, bu soruya verilecek bir cevabı sanırım vardır… Atilla Çilingir www.atillacilingir.com