Geçen günlerden birinde, aklıma bir şey gelmişti, fakat ne olduğunu unuttum. Oysa, şimdi size onu anlatacaktım.
Yeni unutmadım bu arada o mevzuu. En az üç gün oluyor unutalı. Fakat unuttuğum şeyin unutuluşunun acısını hâlâ yaşıyorum. Nasıl bir şeydi acaba diye sual ettikten hemen sonra, ulan nasıl unuturum be diye de hayıflanıyorum şiddetle. Çok iyi bir mevzu idi, hissediyorum. Eğer şu anda o mevzuu size anlatıyor olsaydım, heyecandan kalbiniz pır pır uçacakmış gibi çırpınabilirdi. Edebiyat denilen o şeye aşkla sarılmak isteyebilirdiniz. Fakat ben ne yapıyorum? O mevzuu unutmam üzerine lakırdı edip duruyorum.
Acaba bahsini açacağım konu ‘romanı romanlandırmak’ mıydı? Hay bin kunduz! Bir hatırlayabilsem var ya! Mürekkeple değil de spermle yazılan o romandan mı bahsedecektim yoksa? Yok! Onu hatırlıyorum. Unuttuğum bir şey olmalı! Unuttuğum şeyleri şöyle bir sıralayabilsem, hemen bulacağım aslında! Bunu neden yapamıyoruz? Neden hatırlayamıyoruz?
Unutmanın günlük yaşamdaki konuşmalarımız içerisinde önemli bir yeri var. Ben çoğu zaman rüyalarımı unuturum mesela. Gördüğüm rüyayı unutmayı bırakın, ben katmerlisini yaşıyorum, gördüğüm rüyayı unuttuğumu da unutuyorum. Yoksa en kötü oturup biraz düşünürüm ne olabileceğini. Siz de bilirsiniz, biraz düşününce, her şey değişebilir.
Şimdi, Karabük Postası’ndaki bu köşe yazılarımı okuyanlarınız varsa hâlihazırda aranızda, bu adam bu konuyu ‘roman’a nasıl bağlayacak diye düşünebilirsiniz. Oysa bunun cevabını çoktan verdim: Hatırlamıyorum. Evet, unutmak ile roman arasında bir bağlantı kurmak istiyordum fakat her şey birbirine karıştı. Ölümü anlatan bir yazarın, bir anda ölüp gitmesi gibi bir şey… Öyle bir anlatacağım ki ölümü, herkes hayran kalacak diyen yazar, birden ölüverir. Hazin.
Şöyle düşüneceğim: Romanlar unutulmak içindir! Hatta bu unutulma yalnızca okur için değil, yazar için de geçerlidir. Yazarın unutulmasından değil, yazarın da unutmasından bahsediyorum. Misal geçenlerde Kadir Daniş’in, son romanı Birkaç Ölüm Sonra’da bir mevzuu unuttuğunu fark ettim muhabbet esnasında. Oysa Daniş, son romanından kendini henüz kurtaramamış bir yazar. Bu kurtulmayı, ikrah çerçevesinde görmeyin, içinden çıkamamak mânâsında demek istiyorum. Filhakika, Daniş gibi, neredeyse kendini kendi romanının kahramanı yapan biri bile, yazdığı romanı unutabiliyorsa, hangi yazar, okurundan bunun tam tersini bekleyebilir?
Ben, bir roman okuru olarak unutmak için okurum! Bazan sadece kendi dilimi unutmak için okurum hatta! Raskolnikov gibi tek yapabileceğim şey Rusça konuşmaktır. Belki okuduğum kelimeler Türkçedir, fakat kim bir Rus gibi düşünüp, Türkçe konuşabilir ki? O konuşulan nasıl Türkçe olabilir ki? Bunun tersini ise roman başarabilir yalnızca. Unutturarak başarır bunu! Ugandaca konuşan birine, Türk gibi düşündürebilir. Türkçe konuşurken, Alyoşa ile karşı karşıya durduğunuzda Rusça düşünürsünüz. Bunu ne şiir ne de sinema başarabilir. Benden söylemesi.