"Yaratan'dan bağımsız bir sanata asla inanmıyorum. Tanrısız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım!" Tarkovski
Bir devir hâlindeyiz. Atlar misalî bir devir hâli. Bizi geçenler var. Oysa biz yedinci ve son devirdeyiz. Diğerleri bizden önde görünüyor, oysa yarış onlar için devam edecek. Bizim kazanmamız, onların devirleri bitmeden kimseye söylenmeyecek. Ve belki de biz yarışı bitirince, başkalarının gözünde, yarışa başlamamış görüneceğiz. Günümüzde postmodern yazarın ahvâli işte böyledir.
Postmodern olan, roman değildir aslında. Bizatihi yazarın kendisidir. O yazar nelerden müteşekkildir? Kalp? Ciğer? Zeker? Bunlar seçmeli sorular elbette. 187 yıl önce yaşadığı için mi bir yazar postmoderndir, yoksa 1837'den sonra doğan nesillerin içinden mi çıkar postmodern yazar? Bunlar hâlâ seçmeli sorular. Kestirmeden örneklendireyim: mesela Laurence Sterne postmodern bir yazardır. Tristram Shandy postmodern bir eser olarak kabul edilmeyebilir. Postmodernizm, geleceği kavradığını iddia ettiği gibi, geçmişi de kavradığını iddia ederken, eserleri değil, müellifleri çerçeveler. James Joyce mesela. Ulysses modernist bir eserdir. Bu, postmodernizmi ilgilendirmez. Fakat Joyce postmodern bir yazardır. Elbette burada, buna kim karar veriyor diye sorulacağı kesin. Cevap: postmodernizm.
Şekspir (Google'a bakmadan Shakespeare diye de yazabiliyorum elbette) Macbeth'i yazdığında, postmodernizmi parmak uçlarına kadar çağırdığının farkında değildi büyük ihtimalle. Umurunda da olmayabilirdi postmodernizm. Aynı şey Macbeth için de geçerli. Fakat postmodern yazarların umrunda. Peki, kim bu postmodern yazarlar kardeşim? Cevap: postmodernizm biliyor.
Postmodern roman yazarı vicdanının sesiyle, şeytanının sesini ayırabilir, acıyı sızıdan, sızıyı da ağrıdan ayrılabilir. Kurgunun hayata göre fazlalıklarını, hayatın da kurguya göre eksikliklerini görebilir. (Çoğu, yazar merkezli kurmacanın, gerçeklik ile kurgu arasındaki giriftlikleri işlediğini görebilirsiniz) Postmodern roman yazarı, böyle eserlerle karşılaşınca, devrin yedincisinin nihâyetine eriştiğini genellikle bilir.
Keskin ifadelerle dile getirmek gerekirse, postmodern roman yazarının romanı, geniş bir gerçeklik (gözlerimizin ölçebildiği mi, kalbimizle ölçebildiğimiz mi?) çerçevesi dışında bırakılan, biçim kategorisi içerisinde alt kategoriler yahut yapısal olanaklar hâlinde vücud bulan edebî bir türdür. Teori bu edebî tür için zorunludur ve metodoloji yadsınmak üzerine kabul eder. ‘Zihin’ sabit, soyut ve bağlamsız bırakılmaya tavdır. Postmodern roman yazarı, zihnini bir çemberin altında konumlandırır. Bu çember, yerin yüzünde bir ağaç gibi dikildiğinde, tepesinde fark edebilecek kadar kendisine yakındır. Ve şiir kadar da uzak.