blank
Atilla Çilingir tarafından
29 Kasım, 2014 07:56 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

… ÖZÜR BORCUNUZ VAR!

‘’…Kapılar kapalı/Tutulmuşsa gece/Kapkara yollar/Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara?/Bakmayacak mıyım, yarınlarla/ Seslenmeyecek miyim insanlara? ‘’ ( 6 Mayıs 1972 - Deniz Gezmiş ) Her şey 20 Ocak 2010 tarihinde yazılı medyada ‘’Balyoz Harekât Planı’’ manşet haberi ile başlamıştı… ‘Havuz Medyasının’ o bilinen kalemleri, açık oturumların değişmeyen isimleri bu habere balıklama atlamışlar, insafsız ve vicdansız bir sürecin sözcüleri olmuşlardı. Bu öyle, böyle bir haber; göz ardı edilecek bir iddia değildi! Çünkü haberin iddiası: ‘Mart 2003’de 1’nci Ordu Karargâhında icra edilmiş, ‘Harp Oyunu/ Seminerinde’; ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini’ devirmek için bir darbe hazırlık planı üzerine oturtulmuştu! ‘ 2010 yılının ilk 6 ayında yazılı ve görsel basına yansıyan öylesine bir operasyon başlamıştı ki! Ülkemize sadakatle, şanla, şerefle hizmet etmiş pek çok komutan; toplumumuzun büyük bir kısmının hiçbir zaman kabullenmediği, içine sindiremediği görüntülerle, sabaha karşı evleri adeta basılarak gözaltına alınmışlardı… O ayıplı ve acılı süreçte toplam 365 kişi, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmışlar. Sonrasında ise özel yetkili savcılık ve mahkemelerce de tutuklanmışlardı. Adına ‘Balyoz Davası’ denen, sonrasında paralel yapının uygulamasıydı diye açıklanan ama ‘ben bu davanın savcısıyım’ söyleminin de unutulmadığı bu süreç sonunda; 21 Eylül 2012’de 25’i emekli, 23’ü muvazzaf general ve amiral olmak üzere 325 asker ceza aldı. Sonunda olan olmuş, ‘darbelerle hesaplaşıyoruz/hesaplaşacağız’ diyerek yeri göğü inletenler, amaçlarına ulaşmıştı! Ö dönemi unutmayan hafızalar, şu önemli üç hususu daima hatırlayacaklardı: İlk önemli husus; bu süreçte ( ki, Ergenekon davası tutuklamaları da dâhil…) ülkemizde öylesine bir hava estirilmiş, öylesine bir psikolojik baskı yaratılmıştı ki! Bırakınız bu tutuklamaları ve dava sürecini konuşmayı, insanlar yaşanan bu olayların etkisiyle şaşkına dönmüşler, yaptıkları özel telefon görüşmelerini dahi sınırlamışlardı. Sanki ülkemizin her köşesi; sorgulamaların, tutuklamaların aracısı, dev bir tele kulak tarafından dinlenmekteydi! İkinci önemli husus; Ergenekon ve Balyoz davaları başlar, başlamaz dönemin başbakanının: ‘’Ben bu davanın savcısıyım’’. Ana muhalefet partisi liderinin ise: ‘’Ben de avukatıyım’’ söylemleri olacaktı ki! Her iki söylemde, bu davaların hukuki bir zeminden çok siyasi zemine odaklı olduğunun göstergesi olacaktı. Üçüncü ve en önemli husus ise; ‘darbe senaryosu’ oynandığı iddia edilen seminer döneminde, Genelkurmay Başkanı olan kişinin ve aynı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan zatın; ‘Balyoz Davası’ sürecinde yaptığı açıklamalardı: İlki: ‘’Kasaptaki ete soğan doğranmaz’’ yorumuyla, ikincisi ise: konuyla ilgili değişik gazetelerde yayınlanmış beyanlarıyla bu önemli davanın dışında kalacaklar/bırakılacaklardı! Sonuçta; düzmece olduğu ispat edilmesine rağmen kimi dijital delillerle, TSK’nin o döneminin komuta kademesi adeta yok edilmişti! Ama aradan 2 yıl geçmişti ki, hükümet kanadına mensup bir milletvekilinin ‘’Milli orduya kumpas kuruldu’’ açıklamasıyla; Balyoz davasında yeni bir süreç başlayacak ve Anayasa Mahkemesinin 19.06.1014 tarihinde verdiği karar ile o yiğit askerler serbest kalacaklardı. En nihayetinde ‘paralel yargının’ yerini; ‘vicdanı hür ve bütün’ yargı almış, Balyoz davasının yeniden incelenmesi kararı çıkmıştı. 3 Kasım 2014 tarihinde bu yeni süreç başladı. 4 yıl önce silah arkadaşları, birer, ikişer tutuklanıp ceza evine konulur ve ağır hapis cezalarına çarptırılırken; bu sürecin dışında kalıp konuşmayan/konuşturulmayan o iki önemli isim; ‘Asrın en büyük hukuki düzenbazlıklarından biri olarak tarihe geçen Balyoz davasında’ tanık olarak ifade verdiler. Verilen ifadeler sonucunda, bu dava sonuçlanmamış olsa da, ‘gerçek hukukçuların da ortak kanaati doğrultusunda’ hukukun çökmüş olduğu ifade edilmiştir. Aslında, daha önce siyaseten de çökmüştü. Ya geride kalan 4 tutukluluk yılı ne olacaktı? Dört duvar arasında geçen 4 uzun yıl! Karanlık, soğuk, ıssız, hasret dolu yalnız geceler. Ana, baba, eş, çocuk, torun sevgisinden mahrum ıpıssız bir mahkûmiyet. Hem de haksızcasına. Suç ve ceza kavramlarının yerle bir edildiği bir dava… Evet, bu dava hukuken çökmüş, gerçeklerin sesi; davaya esas tüm delilleri, yok hükmüne sokmuştur. Şimdi geriye bir tek şey kalmıştır! Bu kumpası kuranlar mutlak surette ortaya çıkarılmalı, dava sürecinde rol alanlarla birlikte yargılanmalı ama hepsinden de önemlisi; Yaşatılan o ayıplı sürece, verilen ‘paralel cezalara’ rağmen diz çökmeyen, o zulüm döneminde şehitler verip ama onur ve gururlarından asla ödün vermeyen, bu kahraman askerler en kısa zamanda aklanmalıdır. Ama bu da yetmez devletçe, milletçe her birisinden özür dilenmelidir. Bu davalar sürecinde; yargısız infazda bulunan ‘ kimi taraflı kalemşorlara, havuz medyasının bilinen isimlerine, masumiyet karinesini yok sayarak o kahramanları TV’lerde yargılayıp sanık sandalyesine oturtan, mahkûm eden açık oturum yorumcularına ‘ ise; söylenecek tek bir şey vardır. O da: ‘Onların’; bu ayıplı süreci yazan tarih sayfalarının çöplüğünde anılacak olmalarıdır. Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs Gazisi www.atillacilingir.com