‘’Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmalıdır.’’
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
Son dönemde ülkemizin kuruluş manifestosunun temelini teşkil eden, tarihimizin altın sayfalarında yer alan gerçekler üzerinde farklı bir söylem fırtınası esmekte/estirilmektedir!
Ama bu tarihi gerçekler üzerinde estirilen fırtınanın hedefinde aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu, en yakın dava arkadaşı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü vardır
Geçtiğimiz yıl yine bu vakitlerde Lozan’ın hedef alınmasıyla ‘’Birileri Lozan’ı Zafer Diye Yutturdu’’ açıklamasıyla başlayan/başlatılan bu tarih tartışması; daha sonra Misak-ı Milli kavramını da içine almış; devletimizin kuruluşunun en önemli tarihi belgesinin, tarihi gerçeklerin sorgulanmasına, ‘’Tarih Dersi Veriyorum’’ söylemleri içerisine çekilmesine neden olmuştur!
Bu yıl da değişik söylemlerle aynı münazara devam etmekte/ettirilmektedir!
Pek tabiidir ki; tarih, yaşanan gerçeklerin aslına sadık ama o dönemin koşullarını da dikkate alarak, her zaman sorgulanabilir.
Yeter ki tarihe yazılı gerçekler, siyaset malzemesi yapılmasın!
Kamuoyunu yanıltan bilgi fırtınası esmesin/estirilmesin!
Ancak günümüzde:
Ülkemizin iç siyaset lisanının giderek gerildiği; AB ülkeleriyle olan ilişkilerimizin gerginleştiği böylesi bir dönem yaşanırken;
Sınırlarımızın hemen dibinde yanıp, kavrulmaya devam eden Ortadoğu coğrafyasından, vatan topraklarımıza düşen ateşin söndürülmeye çalışıldığı bir süreçle mücadele edilirken;
Yıllardan beri ülkemize kan kusturan bebek katili APO’nun yönlendirdiği P.K.K terör örgütüne, yurtdışındaki uzantısı P.Y.D ile DEAŞ kelle avcılarına karşı amansız bir mücadele verilirken;
En nihayetinde 1 yıl önce devletimizi ele geçirmek amacıyla, sırtımıza ihanet hançerini saplamak isteyen hain FETÖ kalkışmasına kahramanca karşı koyan milletimizi parçalamak isteyen bu alçaklar çetesini yok etmek amacıyla amansız bir mücadeleye giren devletimizin, ülkemizin gündemini böylesi açıklamalarla meşgul etmek neden?
Son dönemde ülke ekonomisinin, işsizlik rakamlarımızın iki haneli rakamlara ulaştığı, iş dünyamızda yaşanan sıkıntıların giderek büyüdüğü; alçak FETÖ kalkışmasının izlerinin silinmeye çalışıldığı bir OHAL dönemi de yaşanırken;
Ülkemizi yönetenlerin, ‘’Yenikapı Ruhunda’’ oluşan birlikteliğimizi daha da güçlendirmeleri gerekmez mi? Gerekmez miydi?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna giden yıllarda yaşanan, istiklalimize kavuşabilmek adına tarih sayfalarına kazıdığımız her zafer sayfasının bedeli; Büyük Türk Milletinin kanıyla, canıyla ödenmiştir. Hiç kimseye, hiçbir millete borcumuz yoktur.
Nasıl ki, Cumhuriyetin ilanıyla kurulan bu son devletimiz; işgal edilen, yıkılan, yakılan bir imparatorluğun, Osmanlı Devletinin küllerinden doğmuş; bu gerçek, tarih sayfalarına böyle kazınmış ise;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna imzasını atan da, atanlarda; ‘ona hitaplarında; ‘’Atatürk’’ sıfatını kullanmayı sevmeyenler olsa da, bu sıfatın o büyük insana T.B.M.M.’nin verdiğinin altını kalın bir çizgiyle çizerek’ ifade etmek gerekirse; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarıdır. Lozan Antlaşması da, devletimizin kuruluş manifestosudur.
Tarihi gerçekleri bir kez daha vurgularsak:
Osmanlı döneminde; 2’nci Abdülhamit’ten VI’ncı Mehmet Vahdettin’e kadar, toplam 2 milyon kilometre kadar toprağın kaybedildiği gerçeğini hatırlayarak; (Balkanlar, Afrika, Ortadoğu, 12 Ada, Ege Adaları, Trakya, İstanbul, Boğazlar ve Anadolu’nun yarısı bu dönemde kaybedilmiş, 1921’de düşman Ankara yakınlarına kadar gelmiştir…)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde; milletçe vermiş olduğumuz milli mücadelemizi, Kurtuluş Savaşımızı kazanmamış olsaydık; elimizde kalan toprak parçası 480 bin kilometre kadar olacaktı, bunun kalıcı olacağı da kesin değildi.
Bunun içindir ki, Lozan: Devletimizin topraklarını önce 736 bin kilometrekareye, daha sonra 1939’da Hatay’ın da anavatana katılması sonrasında 783 bin kilometrekareye çıkaran, istiklal savaşımızı taçlandıran bir antlaşma, devletimizin tapu senedidir.
Lozan Antlaşması her şeyden önce bize, sınırları kan ve can bedeliyle çizilmiş bağımsız bir vatan bırakmıştır.
Tarihe yazılı bu gerçekleri görmezden gelerek; günümüzde Amerika’nın BOP çerçevesinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı bir dönem yaşanırken, bir asır öncesinde halledilmiş tarihi gerçekleri yeniden tartışmaya açmak; Ortadoğu’da kalan ecdat yadigârı Halep, Kerkük, Musul üzerinden Cumhuriyeti kuran kadroları hedef almak ne kadar doğrudur?
O dönemde yaşanan gerçekler unutulmuş mudur?
1918 Mondros’unun şartlarıyla darmadağın olmuş Osmanlı Devletinde yaşananları, düşman işgaliyle parçalanan vatan topraklarımızda halkımızın yaşadığı gerçekleri görmezden gelmek kabul edilebilir mi? Milletçe kazandığımız kurtuluş savaşımız sonrasında, masada da kazanılan Lozan zaferi sayesinde 783 bin kilometrekarelik bir vatanın sahibi olduğumuz göz ardı edilebilir mi?
Bugünlerde, iç siyaset arenamızda tarihi gerçekler üzerinden süregelen ‘nutuk savaşlarının’ ana nedeni:
Suriye’de, Musul’da savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirildiği bu kritik süreçte; henüz sahadaki, masadaki yerinin ne olduğu/olacağı tam olarak belli olmayan ülkemizin bu coğrafyada ağırlığını hissettirmesi, bölgedeki Sünnilerin koruyucusu olduğumuzu iç kamuoyuna, dünya devletlerine ikna etmeye yöneliktir.
Ama bu arada; Arap Baharıyla birlikte A.B.D’nin Ortadoğu’da yürürlüğe soktuğu B.O.P.’nin; Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ölüm kusan uçaklarıyla milyonlarca Müslüman katledilirken, o bölgeleri işgal eden Amerikalı Conilerin sivil halka uyguladıkları insanlık dışı eziyetleri televizyon ekranlarına yansıdığında; kimilerimizin, kimi siyasetçilerimizin sessiz, yorumsuz kaldıkları da unutulmuş değildir!
Evet, Türkiye toplamı 1208 km’ye varan Irak ve Suriye sınırlarının dibinde; izni olmadan bir devletin yapılanmasına; hiçbir terör örgütünün devletimizin topraklarını tehdit etmesine, ülkemizde iç kargaşa çıkarmasına yönelik terör eylemlerine, canlı bombalarla masum vatandaşlarımızın kahpece katledilmelerine seyirci kalamaz, kalmamalıdır da.
Devletimizin gücü Ortadoğu’da daima belirleyici olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir.
Ancak özellikle böylesine kritik bir sürecin yaşandığı bir dönemde; devletimizin kuruluş manifestosunu tartışmaya açmak, bunu siyaset malzemesi yapmak, kimseye bir şey kazandırmayacak, tam tersine düşmanlarımızın eline koz verecektir.
Onun içindir ki; Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade etmiş olduğu gibi:
‘’Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.’’
Atilla Çilingir
www.atillacilingir.com
www.biyografi.info/kisi-atillacilingir.com