blank
Atilla Çilingir tarafından
04 Mayıs, 2015 09:10 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

KIBRIS’TA YENİ BİR BİZANS OYUNU MU? YOKSA BİR KUMPAS MI?

‘’Kıbrıs’’ta yıllardan beri devam eden anlaşmazlık süreci; Türk Milleti için bir alacak verecek davası olmadığı gibi Rumlardan bir adım önde olacağız diyerek; ne müzakere masasında, ne de AB’ye giriş sürecinde feda edilemeyecek kadar önemli bir konudur. Kıbrıs konusuna 50’li yıllardan bugüne, ‘milli davamız’ adını, Türk Milleti koymuştur. Bu stratejik ada atalarımızdan bize yadigârdır. Hiçbir siyasi kimlik, ya da oluşum; ne bu davanın adını değiştirebilecek, nede etle tırnak olmuş Kıbrıs Türk Halkı ile Türk Milletinin arasına girebilecektir…’’ 26 Nisan 2015 tarihinde K.K.T.C’de gerçekleşen ikinci tur oylamasıyla, Kıbrıs Türk Halkı özgür iradesiyle 4’ncü Cumhurbaşkanını seçti. Bağımsız aday Sn. Mustafa Akıncı, % 60’lık bir oy oranıyla Kıbrıs Türk Halkının 4’üncü Cumhurbaşkanı seçildi. Kıbrıs Türk Halkı için hayırlı olsun. Bu başarısından dolayı Sn. Akıncıyı kutluyorum. K.K.T.C’de yapılan bu son seçimde; 176.980 kayıtlı adayın, yaklaşık 60 bini sandık başına gitmemiş olsa da; (ilk turda olduğu gibi neredeyse %30 seçmen sandığa gitmemiştir!) halk tercihini yapmış ve Cumhurbaşkanını seçmiştir. Sn. Akıncıyı 12 Mayıs 1985 tarihinde savaştan sonra ikinci kez görevli olarak geldiğim Lefkoşa’dan tanırım. Ben Lefkoşa Merkez Komutanı, o ise; Lefkoşa Belediye Başkanıydı… O tarihte ilk kez yapılacak milletvekili seçimleri öncesinde; ‘Küçükkaymaklı Mezarlığının’ duvarlarında yazılı ‘Faşist Ordu Dışarı!’ Sloganlarının silinmesi için Lefkoşa Belediyesini birkaç kez aramış, ancak bir sonuç alamayınca! Buradaki ve Lefkoşa’nın pek çok yerlerine yazılmış benzer yazıları, Güvenlik Kuvvetleri kanalıyla sildirtmiştim…(Bk. Girne’den Doğan Güneş – 1997 Sektör Yayınevi) Görevim nedeniyle Sn. Akıncıyı bir iki kez de Lefkoşa Belediye Başkanlığı makamında ziyaret etmiş, şehir içinde uygulanması gereken askeri inzibatiye tedbirlere paralel olarak, belediyenin alması gereken tedbirler konusunda görüş alışverişi yapmıştık. Kendisinin çok nezaketli olduğu ama askere karşı oldukça mesafeli olduğu kanaatine varmıştım! O tarihten sonra kendisini hiç görmedim ve karşılaşmadık… Ancak, özellikle 14 Aralık 2003 seçimleri öncesinde (ki bu süreç, Kıbrıs konusunda AB’ye giden yolda T.C’de mevcut hükümet yetkililerinin ‘Kıbrıs’ta değişim yapılabilir’, ‘Kıbrıs konusu Denktaş’ın şahsi davası değildir!’ beyanatlarını verdiği döneme rastlar…) AB’ye gireceğiz vaatleri ile Rumlarla birlikte ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında olmayı hedefleyen ama öncelikle ulusalcı kanadı tasfiye etmek amacıyla yola çıkan ‘CTP-Birleşik Güçler’ ile birlikte hareket eden ‘Birleşik Demokrasi Hareketinin’ lideri olarak, yol arkadaşı Bay Ali Erel’le birlikte icraatlarını yerel basından takip ettim; o dönemde K.K.T.C’ye bizzat gelerek öğrendim…(Bk. Elveda Kıbrıs Ama Bir gün Mutlaka – 2006 Toplumsal Dönüşüm Yayınları) Sonuçta Sn. Akıncı; bu gün geldiği noktada ve siyasi hayatının en olgun döneminde, geçtiğimiz Perşembe günü K.K.T.C Meclisinde Cumhurbaşkanlığı yemini ederek, 2008 yılından beri devam eden müzakere sürecinde çok önemli ve kritik bir göreve adım atmıştır. Sn. Akıncı, takip ettiğim kadarıyla son 5 yıldan bu yana adada aktif siyasetin içinde değildi. Bağımsız bir adayın, arkasında siyasal partiler desteği olan en güçlü rakiplerini geride bırakarak seçilmesinin muhasebesini elbette ki, seçimi kaybeden adaylara destek veren parti yöneticileri yapacaktır. Aslında Kıbrıs Türk Halkı bu seçimde, K.K.T.C de mevcut tüm siyasi partilere çok net bir mesaj vermiştir! Verilen mesajın karşılığı, mevcut hükümetin bir an önce erken seçim kararı olmalıdır. Ancak bu konuyu başka bir yazımda değerlendireceğimi vurgulayarak… Şimdi Sn. Cumhurbaşkanının seçildiği ilk günden beri vermiş olduğu beyanatlara, Rum basınında çıkan manşet haberlere, muhatabı Rum yönetimi lideri Anastasiadis’in yapmış olduğu açıklamalara, geçtiğimiz hafta Kıbrıs’ta Rum yönetiminin ev sahipliğinde Yunanistan Başbakanı Çipras, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile birlikte yapmış oldukları üçlü gaz zirvesi sonrasında yapılan açıklamaya ve hemen sonrasında Yunanistan’dan gelen ‘garantör ülke olmak istemediği’ açıklamasına bakalım: Kıbrıs adasında 26 Nisan’dan bu yana liderler arasında önemli açıklamalar ardı, ardına gelmiştir! Bu süreci irdelediğimizde; adeta Türkiye’ye karşı ada üzerinde yeni bir Bizans oyunu tezgâhlanmakta, sanki bir kumpas hazırlanmaktadır! Şöyle ki: 26 Nisan 2015 Pazar günü, K.K.T.C’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucu açıklanır açıklanmaz; Kıbrıs Türk Halkının görev verdiği 4’ncü Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı; daha mazbatasını almadan ‘’Türkiye ile ana-yavru ilişkisi değil, iki kardeş ülke ilişkisi kurmak istiyoruz.’’ Demiştir. Henüz Cumhurbaşkanlığı yemini dahi yapmadan verilen bu beyanata, haklı olarak ilk tepki Türkiye Cumhurbaşkanından gelmiştir. Bu tepkiye rağmen ısrarla söylediğinin arkasında duran Sn. Akıncı; ’Hep yavru mu kalalım? Ayakta kalmayı becermeyelim mi? Artık yetişkin olmayalım mı?’’ Yanıtını vermiştir! Söylediklerini biraz yumuşatmak adına; ‘Türkiye ile duygusal bağlılığımız hep var olacaktır.’’ Cümlesini eklemiştir. Sn. Akıncı’nın bu beklenmeyen açıklamasının tamamına bakıldığında, haklı olduğu hususlar da var denebilir! Ancak Kıbrıs konusunun bu kritik sürecinde, böylesi bir açıklamanın yapılmış olması, Rum tarafında çok farklı ve olumlu bir beklenti yaratmıştır! Bu beklentiye baktığımız da sanki anavatan Türkiye ile K.K.T.C arasında soğuk rüzgârlar esmiş, sıcak rüzgârın yönü bir anda Rum kesimine dönmüş gibi yansımıştır! Bir Kıbrıs Gazisi, 41 yıldır Kıbrıs konusunun takipçisi ve bir Kıbrıs sevdalısı olarak, Cumhurbaşkanı seçildiği akşam yapmış olduğu zafer konuşmasıyla ilgili olarak, Sn. Akıncıya bir yanıt da ben vermek isterim: Sn. Cumhurbaşkanı; Kıbrıs adası ve orada yaşayan tüm soydaşlarımız; siz de dâhil olmak üzere, Türk Milletine atalarımızdan yadigârısınız. 1571’den itibaren 307 yıl boyunca adada yaşanan tarihi gerçekler, 50’li, 60’lı yıllarınız ve bu süreçte Anavatan Türkiye daima yanınızda, yanı başınızda olmuştur. 20 Temmuz 1974 ise özgür ve bağımsız bir yaşam hakkınız için Türkiye’nin Mehmetçiğiyle Anadolu’nun can insanlarıyla, tüm dünyaya karşı topyekûn savaşı da göze alarak, adada var olan şehitlerine şehitler katması; ana- yavru ilişkisinin ötesinde bir de kan ve can bağını anlatır. Sakın ola ki bu yaşananları, ‘hamaset’ tümcesi ile geçiştirmeyiniz! Bu gerçeğin ta kendisidir. Kıbrıs Türk Halkınca, Anavatan olarak bellenen Türkiye; Yavru Vatan tanımlamasını yapan Türk Milleti, T.C Devleti maddi ve manevi her türlü katkısıyla daima sizlerin yanında olmuştur, olmaya da devam etmektedir. O nedenle, bu ilişki kelime oyunu yapılmayacak/yapılamayacak kadar sıcak ve önemlidir. Unutmayınız ki, Kıbrıs adası, Yunanistan ile Türkiye arasında Lozan’da kurulan dengenin tam ortasındadır. Kıbrıs; Türkiye’nin Akdeniz’e, uluslararası sulara açılan tek penceresidir. Türkiye; kendisine 71 km mesafede olan, bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik öneme haiz bu ada’da garantör ülke konumundadır. Türkiye tarihsel, hukuksal ve manevi sorumlulukları gereğince her dönemde Anavatan görevini yerine getirmiştir. Bundan sonra da getirmeye devam edecektir. Tıpkı Rum tarafının hiçbir dönemde rahatsız olmadan Anavatanımız dediği Yunanistan gibi… Bu arada Sn. Akıncı; seçim zaferinin ardından taraftarlarına hitaben yapmış olduğu konuşmada: ‘’Geçmişte, bizim kuşaklar acıyı yaşadık, acıyı paylaştık. Yalnız biz yaşamadık. Güneydeki toplumda yaşadı bu acıları. 1950, 1963’lerde belki biz daha çok yaşadık. Ama 1974’lerde onlarda yaşadı.’’ Diyerek, 1963’ten 1974’e kadar geçen 11 yılda Rumların uygulamış olduğu ambargoları, savaş öncesinde, savaşta Kıbrıs Türk Halkına yapmış olduğu acımasız katliamları görmezden mi gelmek istemiştir? Bilinmez! Ancak tarih sayfaları Kıbrıs Türk’ünün yaşadığı o acılı yılları asla unutmayacaktır. Bu noktada Sn. Akıncıya sormak isterim? 1974 yılına gelene kadar Rumların sorgusuz, sualsiz infaz ettiği onca insanımızı, 1974 yılında Muratağa ve Atlılarda yaşananları, o katliam çukurunu, 7 günlükken diri, diri toprağa gömülen Selen Bebeğin çığlıklarını unutmak mümkün müdür? Hamitköy Ovasında 63’ten, 74’e; 11 yıl boyunca Kızılay Çadırlarında yaşam mücadelesi veren, bebekleri için süt, içecek su dahi bulamayan Kıbrıs Türk Analarının o acılı görüntüleri unutulabilir mi? (Bk. Tarihten Gelen Çığlık – 2010 Derin Yayınları) Eminim ki, Sn. Cumhurbaşkanı bu gerçeklerin tamamını biliyordur. Bildiğim kadarıyla o dönemde mücahitlik de yapmıştır. Ancak ‘’Hamaset çok eskilerde kaldı’’ diyerek, yaşanan bu acılı süreci göz ardı etmek mümkün müdür? 50’li yıllardan 1974’e kadar geçen süreçte, Kıbrıs Türk Halkına bunca eziyet çektiren, kayıplar verdiren, göçler yaşatan, hala ekonomik ambargolar uygulayan Rumlar; bugüne kadar Kıbrıs Türk Halkından en azından bir özür dahi dilememiştir! K.K.T.C’nin yeni Cumhurbaşkanı, seçim döneminde ‘Türkiye Cumhuriyeti kökenli yurttaşlardan da’ destek aldığını ifade etmiştir..! Türkiye Cumhuriyeti Kökenli Yurttaşlar tanımlamasıyla ne denilmek istenmiştir? Bu tanımlama: Adeta ‘’Türkiye Kökenli Alman vatandaşları’’ çağrışımını yapmıştır! Ya da, Rumların özellikle müzakere sürecinde adadan gitmesini istediği ‘yerleşikler’ tanımlamasına yeni bir anlam mı yüklenmek istenmiştir? Böylesi bir tanımlama neden yapılmıştır? Pek anlaşılamamıştır ama müzakere masasında netleşeceği kesindir! Sn. Akıncının, Maraş konusunda ki beyanını da anlamak mümkün değildir! Daha seçimin sonucu açıklanır açıklanmaz; ‘’Maraş’ın açılacağı ve eski sahiplerine iade edileceği…’’ Yönünde yapmış olduğu açıklama ne kadar doğru olmuştur? Gazimağosa’nın büyük bir bölümü ‘Lala Mustafa Paşa Vakfına’, Maraş bölgesinin çok büyük bir kısmının ‘Aptullah Paşa Vakfına’ ait olduğu belgeleriyle sabit değil midir? Vakıf arazilerinin Osmanlı tapuları arşivlerde mevcutken; İngiliz döneminde, haksız ve hukuksuz bir biçimde Rumların gasp ettiği bu arazilerden, ata yadigârı bu topraklarımızdan bu kadar çabuk, kolayca vazgeçmek kabul edilebilir mi? Böylesi bir açıklama sıcağı, sıcağına neden yapılmıştır? Sn. Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminin son yılında, ABD’nin bu konuda yaptığı baskı bilinirken, yeni süreç başlar başlamaz, niçin ansızın gündeme gelmiştir? Birlerine verilen bir söz mü vardır? Rum yönetimi lideri Anastasiadis; siyaseten puslanan bu havayı kaçırmamış! ‘’Sonunda bu ülkenin yeniden birleşmesi için umutlarımız yükseldi. Ortak anavatanımızın AB ilkeleri çerçevesinde işbirliği, barış ve şeffaflıkla yönetilebilmesi için umut dolu bir gelişme.’’ Açıklamasıyla Sn. Akıncı’yı kutlamış, Rum basını; ‘’Akıncı ile bu sayfa çevrildi’’, ‘’İkinci bahar’’, ‘’ Kıbrıslı Türkler umut yüklü bir zeytin dalı uzattı.’’ Manşetlerini kullanmıştır. Bu kritik süreçte; Yunanistan Başbakanı, Mısır Devlet Başkanının, Rum liderinin ev sahipliğinde ‘Gaz zirvesi’ toplantısı gerçekleştirmesi, zirve sonrasında yapılan açıklamada: bu birlikteliğin bölgedeki 3’ncü ülkeleri ilgilendirmediğinin altının özellikle çizilmesi Türkiye’ye yönelik önemli bir mesajdır! Hemen birkaç gün sonra Yunanistan: ‘’ Kıbrıs’ta artık ‘garantör ülke’ olmak istemiyoruz açıklamasını yapmış. Bu açıklamaya Rum yönetimi Dış İşleri Bakanı Yannis Kasulidis de destek vererek: ‘’Rum-Yunan tarafı müzakerelerde üçlü garantörlüğün yerini AB ya da NATO türünde bir garantinin almasını istemektedir.’’ Açıklamasını yapmıştır! İşte Kıbrıs’ta yeni süreç diye ortaya çıkan tablonun can alıcı noktası da bu açıklamayla ortaya çıkmıştır! 1960 Londra ve Zürih antlaşmalarıyla hala uluslararası arenada geçerliği olan Türkiye’nin Garantörlüğü meselesi bir anda gündeme getirilivermiştir! Annan planı referandumuna ‘evet’ demesine rağmen aldatılan ve AB’ye üye yapılmayan Kıbrıs Türk Halkına; AB ilkeleri çerçevesinde iş birliği öneren Rum liderinin, Anavatanı Yunanistan’ın üçlü garantörlükten vazgeçmeye hazırım diyerek, bu garantörlüğü AB’ye havale etmesi ne kadar samimi olabilir? Türkiye’nin ve K.K.T.C’nin AB’ye üyeliğini engelleyen Yunanistan’a, Rum tarafına ne kadar güvenilebilir? Bu yeni sürece, yapılan tüm açıklamalara bakıldığında; Kıbrıs’ta Türkiye’ye karşı, yeni bir Bizans oyunu mu hazırlanmakta? Yoksa bir kumpas mı kurulmaktadır? Kıbrıs konusu hiçbir neden uğruna feda edilmeyecek kadar önemli, tarihsel ve hukuksal kazanımlarımızın olduğu, bölgemizde stratejik ve politik öneme sahip bir adadadır. Tarihin her döneminde olduğu gibi bu kritik süreçte de; Türkiye’nin milli menfaatleri, bu ada üzerinde daima var olacaktır. Kıbrıs Türk Halkı; Türk Milletinin ayrılmaz bir parçasıdır, canımızdır, kan kardeşimizdir. Pek tabii ki onların 32 yıldan beri dimdik ayakta duran ayrı bir devleti vardır. Bu devletin tüm kurumlarıyla birlikte var olması güçlenmesi önce kendilerinin, sonrasında ise; Türkiye’nin menfaatinedir. Yaşadıkları her gelişme gurur kaynağımız olacaktır. Ancak bu hedefe varabilmek için ardımızda kalan tarihi gerçekleri unutmadan, birbirimizi kırmadan, yapılan önemli hamleleri göz ardı etmeden davranmak; ülkelerimizi yöneten devlet adamlarının öncelikli görevleri olmalıdır. Son bir cümle de başta siyasiler olmak üzere hala Annan planını savunanlara, o dönemde büyük bir fırsat kaçırıldı diyenleredir! Soruyorum sizlere? Bu tuzak plan kabul edilmiş olsaydı eğer! Bugün çoğunluğunuzun yaşadığı evler, topraklar kimin olacaktı? Plana göre Rumların kuzeye, kendi evlerine, topraklarına dönmesiyle birlikte, buralardan göç ederek, Meserya Ovasına yerleştirilecek Kıbrıs Türkleri; hangi yaşam şartlarını, nasıl yaşayacaktı? K.K.T.C’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı da; o dönemde ve halen Annan planını hararetle savunduğuna ve bu planı, kaçan bir fırsat olarak gördüğüne göre! Kendisine inanan ve oy veren yurttaşlarımıza, karşılaşacakları bu göç manzarasının yanıtını nasıl verecekti/verecektir acaba? O süreçte 57 bin T.C kökenli yurttaşımız adadan gönderilmiş ama daha da önemlisi Türkiye’nin garantörlüğü kalkmış ve Türk Askeri 650 kişilik sembol bir birliğin dışında adayı terk etmiş olacaktı! Türkiye’ye oynanmak istenen oyunun temelinde esasen bu teslimiyet vardır! Kurulmak istenen tuzak ve planlanmaya çalışılan kumpas da budur bence… Unutulmasın ki, Türkiye oynanmak istenen tüm Bizans oyunlarını, kurulmak istenen kumpasları bundan önce nasıl bozduysa, bundan sonrakileri de ortaya çıkaracak, bozacak kadar güçlü bir ülkedir. Sonsuza kadar da, Kıbrıs Türk Halkının Anavatanı olarak yanında, yanı başında olmaya devam edecektir. Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs GAZİSİ www.atillacilingir.com 04 Mayıs 2015