Yer: Adana İncirlik üssü… Tarih: 12 Mayıs 2017 Kürsüde babayiğit bir Türk Subayı, Albay Orkun Özeller. Son dönemde Suriye’de müştereken düzenlenen operasyonlarda kendisine ‘madalya ve beratını vermek isteyen Amerikalı Albay’a şu sözlerle hitap eder: ‘’Sizleri yaralamak ve üzmek istemem. Fakat benim bu madalyayı kabul etmem mümkün değildir. Çünkü bu madalyayı verenler, benim düşmanım olan YPG’li teröristlerle işbirliği içindedir. Onurum, bu madalyayı kabul etmemi müsaade etmiyor.’’ Yaşanan bu olay, Türk Subayının kim olduğunu, subay kavramının ne anlama geldiğini unutanlara verilen çok çarpıcı bir yanıttır. Böyle bir yazıyı kaleme almamın en önemli nedeni ise; son dönemde Türk Ordularının temel taşı olan subay kavramı üzerinde oluşan/oluşturulmaya çalışılan kimi olumsuzluklardır… Yaşanan olumsuzluklar içerisinde, yapılan genellemelerle yazılı ve görsel medyadan hiç de hak etmedikleri eleştiriler alan ‘subay’ kavramının ne demek olduğunu; bu şerefli mesleğe öğrencilik hayatım da dâhil 32 yılını veren, emekli de olsam bir Türk Subayı olarak yüreğimden taşan duygularımla anlatmaya çalışacağım… Subay çıktığın, yemin ettiğin o an hissedilenler anlatılamaz, sadece yaşanması gerekir. Artık sen kalbinle, beyninle, bedeninle, tüm mukaddesatınla bu aziz vatana ve milletine aitsindir. Senin hamurun, her karışı aziz şehitlerimizin kanları ile sulanmış vatan topraklarımızla özdeşleşmiştir. O andan itibaren üzerinde taşıdığın şerefli üniformanın içerisinde geçireceğin her anın; vatanına ve milletine ait olduğunu öğrenirsin… Sen, ‘Türk Ulusunun’ yüce menfaatleri için görev almanın onurunu, gururunu taşıyan; milletinin, devletinin varlığına, kendi varlığını feda etmeyi göze almış bir kişi olmuşsundur artık. Al Sancağının ve milletinin huzurunda, bir elini silahının ve şanlı bayrağımızın üzerine, diğerini ise arkadaşlığın en önemli göstergesi olan silah arkadaşının omzuna koyarak ettiğin yemin; yapacağı her görev sırasında vicdanının sesi olur. Subay çıktığın o gün, kuşandığın kılıcının şakırtısı; Oğuz boylarından gelen nal seslerine eşlik eder. Omzuna takılan ilk yıldız: Al Bayrağımızdan, evrenin sonsuzluğundan sana emanet edilen ilk rütbedir, milletimin şerefini temsil eder. Vatan bellediğin bu kutsal toprakların her zerresi senin görev yerindir. Edirne’den, Ardahan’a… Samsun’dan, Anamur’a… Görevin yeri, niteliği hiç önemli değildir. Gün gelir, bir dağ köyünde, günü gelir bir bozkırın içinde olursun. An gelir karlı dağları aşarsın… Vatanın, milletin ne zaman dara düşse sen oraya koşarsın. Kimi zaman sadece subay olman da yetmez! Bazen öğretmenlik, bazen de babalık edersin çevrene; çevrende senden umut bekleyenlere… Kimi zaman okul yaptırır, kimi zaman yol açarsın. Kimi zamansa akmayan çeşmelerin, suyu olmayan toprakların umudu; depremlerin, yangınların, sel felaketlerinin cankurtaranı olursun… Ama en nihayet sen de bir insansın, senin de duyguların, umutların, hayallerin vardır! Seninde mutlu olmak, aile kurmak hakkındır… Bir gün bu hayallerin gerçek olur. Günü gelir baba da olursun. Eşin, çocukların ve sen. Anan, baban ve yakınların… İşte budur ailen diye bilinen… Doğrudur ama senin asıl ailen vatandır, milletinin sana emanet ettiği evlatları Mehmetçiklerindir. Yıllarını bu değerler manzumesi için harcarsın. Yaşamının gecesi, gündüzüne karışır. Yazı, kışı, yağmuru, çamuru, karı, yakıcı güneşiyle geçer ömrünün her gün… Üzerine titrersin sana emanet edilen kınalı kuzular, geldikleri gibi sapasağlam dönsünler ana kucağına, baba ocağına diyerek. Çünkü onlar senin çocuklarından daha önemlidir. Bayram sabahlarının ulviyetini, tüm güzelliklerini ilk onlarla kutlarsın, onların sağlıklı, vatana faydalı ve mutlu olmaları için çaba harcarsın. Günü geldiğinde de, davul zurnalar eşliğinde yolcu edersin onları. Gurur dolu gözlerle izleyerek kışla kapısından ilk girdikleri gün gibi… Çünkü onlar peygamber ocağı dediğimiz kışlalarımızın, vatan topraklarımızın şerefli bekçileri, Türk Ordusunun temsilcisidirler. Gün gelir, hep birlikte aynı aşa kaşık sallar, günü gelir aynı secdeye baş koyar, dualarınla onlara öncülük edersin… Günü gelir vatan ve vazife uğruna önlerine düşersin. Nasıl ki, istiklalimiz uğruna Çanakkale’de, Sakarya’da, İzmir’de tarihimize bu özellikleriyle şan ve şeref kattıysa senden önceki subaylar, sen de onlar gibi Kore’de, Kıbrıs’ta tarihimize şan ve şeref katansın. Hala ülkemizin bölünmez bütünlüğü uğruna Güneydoğuda, gerektiğinde gözünü kırpmadan şahadet mertebesine koşansın. Bosna’da, Kosova’da, Afganistan’da, Lübnan’da, Suriye’de barışın sembolü; yurtta sulh, cihanda sulh diyerek sana yol gösteren Atandan yadigârsın. Sen; vatan topraklarımızın hudut boylarında milletimizin birlik ve beraberliğini, namus ve şerefini koruyacağına dair hudut yemini eden, Mehmetçiklerimizi büyük bir fedakârlıkla yetiştiren, onları eğiten, gerektiğinde vatan uğruna ölüme gidensin… Sevgili Okur, Türk Subayı Kimdir? Sorusuna, gerçeklerin sesiyle yanıt vermek gerekirse: Türk Subayı; vatan ve vazife uğruna hayatını seve, seve feda eyleyeceğine dair, milletinin en kutsal emanetleri üzerine yemin etmiş, gerektiğinde ya istiklal, ya ölüm diyerek, bu yeminini gözünü kırpmadan yerine getirmiş; ‘Yüce Türk Ulusunun’ bir ferdidir… Ve… Sadece savaş meydanlarında değil. Gerektiğinde, yeri ve zamanı geldiğinde; karşısındaki kim olursa olsun; Yazımın girişinde tırnak içerisine aldığım cümlelerle: Adana İncirlik üssünde; ‘Düşmanımla işbirliği yapanlara, hak ettiği cevabı verendir.’ Hala Orta Asya’dan Avrupa’ya kılıç şakırtıları, nal sesleri duyulan; savaş meydanlarının yiğit askeri de budur, Türk Subayı da budur. Çünkü onlar; 4000 yıllık tarihimiz boyunca, Yüce Türk Milletinin emrinde Mehmetçiklerle birlikte tarihimize nice şan ve zaferlerle dolu kahramanlıklar yazmış, tarih sayfaları da onları yazmıştır. Bu toprakların kahramanları bitmeyeceğine göre, daha yazılacak çok tarih, tarihin yazacağı çok kahraman vardır. Atilla ÇİLİNGİR 16 Mayıs 2017 www.atillacilingir.com www.biyografi.info/kisi-atillacilingir