'' Türk Milletinin; kan ve can bedeli ödeyerek şanla, zaferle yazdığı tarih sayfaları daima canlı kalır. Tıpkı ölümsüzlük şerbetini içen 'Şehitlerimiz' gibi. Milletimizin onuru ve gururu olan o sayfaları unutturmaya, tarihin akışını tersine çevirmeye çalışanlar; başlarını tarihe çarparlar.''(Atilla Çilingir) Ne de çabuk geçiyor zaman! Tam 41 yıl geçmiş 20 Temmuz 1974'de gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtının ardından. Ama daha da önemlisi; Kıbrıs konusuna milletimizce, 'millilik' vasfının verildiği o yılların arkasında kalan zaman, 65 yıla dayanmış. Ondan öncesini unutanlar ise tarihin gerçek sayfalarına baksınlar… Daha dün gibi hatırlardadır; 50'li yılların sonunda Ankara'dan başlayıp, ülkemizin her yöresine dalga, dalga yayılan ve Taksim meydanında milletçe hep bir ağızdan: ''Kıbrıs Bizim Canımız Feda Olsun Kanımız…'', ''Ya Taksim, Ya Ölüm…'' diyerek, milletçe aynı amaç uğruna ettiğimiz yeminler, yeri göğü inlettiğimiz o milli günler… 'Taksim Meydanı'… Ah, 'O Taksim Meydanı…' Tarihin her kritik döneminde bir ve beraber, tek yürek olmuş insanlarımızın; hürriyeti, bağımsızlığı ve insanca yaşam hakkını arayan yurttaşlarımızın kendilerini ifade ettikleri; hakkını, hukukunu arayanların tüm ülkeye yayılan seslenişlerine ev sahipliği yapan o simge meydan. Bir yanında Atamızın heykeli, diğer yanında ise kültür abidesi, son dönemde ise; sembol olmuş 'gezi parkı direnişi' ile her türlü karanlığa, karanlık yüzlü uygulamalara karşı dimdik ayakta, saçmış olduğu medeniyet ışıkları ile yol gösteriyor, tüm özgürlükleri savunanlara… Ve Kıbrıs Milli Davamız… Öyle denmemiş miydi miting meydanlarında? '' Türk Baharı 3 Kasım 2002 tarihinde başlamıştır…'' İşte ne olduysa; söylendiği gibi 3 Kasım 2002 tarihinden sonra olmuş, dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakışın AB'ye giriş sürecinde: 'Kıbrıs Milli davamızdan gereken tavizlerin verilebileceği…' Söylemlerini ilk kez işitmiştik..! 'Türk Baharının' dış politikadaki ilk açılımı, Kıbrıs konusunda benzer söylemlerle başlayacaktı. Kim bilir? Belki de 'komşularımızla sıfır sorun politikasının' temelleri de böyle atılmış olacaktı! Ne yazıktır ki, bu tarih sonrasında, Kıbrıs milli davamızda o tarihe kadar elde edilen tüm kazanımlarımız müzakere edilir hale gelecekti. Hem de, tam üyeliği kesin olmayan AB süreci uğruna… 1968 yılından beri BM zemininde çözüm aranan Kıbrıs konusunda ne olmuştu da, bir anda AB ile başlatılan bu müzakere sürecinde; 'Kıbrıs konusunu çözmelisin' dayatması, ülkemizin önüne konulmuştu? Aslında bu çözülmeyen/çözülemeyen konu, Kıbrıs adasının atalarımız tarafından fetih edildiği 1571 yılından beri süregelen bir süreci anlatıyordu! Nasıl ki, Anadolu coğrafyasında bizim olmamamız gerektiğine inanılıyorsa, Türk Milletinin gücü Akdeniz'in o özgür sularında da olmamalıydı! Bu haçlı zihniyetinin temsilcileri; Amerika'sı, İngiltere'si ve şimdide AB yıllardan beri bunu istiyordu. Özellikle de son dönemde bölgenin stratejik özelliği, adanın çevresindeki zengin doğal gaz ve petrol yatakları nedeniyle buradan pay kapmanın peşindeydiler… İstedikleri de oldu! 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan 'Annan Tuzak Planı' referandumu öncesinde ve sonrası dönemde; 'Kıbrıs Türk Halkı' bir kez daha aldatılıyor, adanın yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesimi, AB'ye üye yapılırken; Kıbrıs Türk'ünün 1983 yılında kurduğu, onlara analarının ak sütü gibi helal olan 'K.K.T.C Devleti', AB'nin dışına itiliyordu. Çünkü Rumlara, onların arkasındaki bilinen güçlere göre Kıbrıs Türk'leri, ada da bir toplum statüsünde kalmalıydılar… Aslında ada da gerçekleştirilen referandum da, oyunun bir parçası idi! 14 Aralık 2003 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimine aday olmayarak, görevini K.K.T.C'nin 2'nci Cumhurbaşkanı M.A.T'a teslim eden Kıbrıs milli davamızın lideri, büyük devlet adamı ve 'K.K.T.C'nin Kurucu Cumhurbaşkanı' merhum Sn. Denktaş oynanan oyunu görmüş; hem ülkemizi yönetenlere, hem de K.K.T.C'nin o dönemdeki yöneticilerine tarihi uyarılarını yapıyor, ancak ne yazık ki, Kıbrıs milli davamızdan ödünler vererek çözümün sağlanacağına inananlara, bu uyarılarını dinletemiyordu! (Bk. KKTC'nin 2002-2005 ver kurtul belgeselİ, ELVEDA KIBRIS Ama bir gün mutlaka '' isimli kitabım… ) Annan tuzak planının oylandığı 24 Nisan 2004 tarihli referandum ile Kıbrıs adasını elimizden çeke, çeke almanın planlarını yapanlar; böylece bu teslimiyet senaryosunda kısmen de olsa başarıya ulaşmış oluyorlardı! Planın Rum yönetimince ret edilmesiyle, uluslararası arenadaki geçerliliğinin olmayacağının bilinmesine rağmen; bu tarihten sonraki taraflar arası görüşmeler boyunca, Kıbrıs Türk Halkını temsil eden siyasilere; ''siz bu planın içeriğine evet dediniz, bundan sonra sizin adada ayrı bir devlet olma talebiniz kabul edilemez, noktası…'' Ne yazık ki, çözüm adına kurulan müzakere masasında, var olmaya devam etmektedir! Annan planı sonrasında, Kıbrıs milli davamızın lideri Sn. Denktaş: Türkiye'nin AB ile başlatmış olduğu müzakere sürecinde 'Kıbrıs konusunun' olmaması gerektiğini, her defasında uluslararası antlaşmalara, tarihi ve hukuki gerçeklere vurgu yaparak, hem ülkemizi yönetenlere ve hem de Rum tarafı ile müzakere sürecini yürüten, K.K.T.C devletinin temsilcisine son nefesine kadar anlatmaya çalışmıştır. Ama ne yazık ki, ona; 'statükocu' , 'mr. no' damgasını vuranlar, onun bu önerilerine kulak asmamışlardır… Öylesine bir dönem yaşanmıştır ki! Ömrünü Kıbrıs milli davamıza adayan, bu konuda Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının hak ve hukukunu savunan Sn. Denktaş'a; Ülkemizi yönetenlerden; 'Git kendi ülkende konuş', 'Kıbrıs davası senin şahsi davan değil!' sözleri de duyulmuş; onun hayatını adadığı Kıbrıs konusundaki kazanımlarımızın milletimize anlatması da engellemek istenmişti... Ancak Sn. Denktaş; Kıbrıs konusunda, yapılan doğruları da, her yanlışı da, son nefesine kadar milletimize anlatmaya, dönemin siyasilerine tarihi uyarılarını yapmaya devam etmiştir. Onu bir kez daha rahmet, minnet ve şükran duyguları ile anıyorum. Vatan ona, dava arkadaşlarına, bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden tüm şehitlerimize minnettardır, gazilerine şükran borçludur… Kıbrıs'ta 2008 Eylül'ünde yeniden başlayan taraflar arası müzakereler zaman, zaman kesintiye uğrasa da hala devam ediyor… Ama ne yazık ki, Kıbrıs konusu artık eskisi kadar ne yazılı, ne de görsel medyamızda yeteri kadar yer bulmuyor, bulamıyor! Son dönemde K.K.T.C'nin kuruluş yıl dönümünün ( 15 Kasım 1983) gerçekleştirilen o görkemli kutlamaları da yok artık! Hele, hele 20 Temmuz 1974 de gerçekleşen, yakın tarihimize altın harflerle geçen Kıbrıs Barış Harekâtının yıl dönümlerinin kutlamaları da, artık eski görkemini kaybetti! Aslında ülkemizde Cumhuriyet'in kuruluşundan beri coşku ile kutlanan milli bayramlarımızın, son birkaç yıldır kutlanabilmesi için aşılması gereken türlü engellerin neler olduğunu herkes gördü ve biliyor… Düşünüyorum da, 41 yıl önce vatan ve vazife uğruna savaştığım/savaştığımız Kıbrıs adasında, o gazi topraklar uğruna, 498 evladını feda eden milletimiz; 1571 yılından beri ata yadigârı o toprakların serdarlığını yapan Kıbrıs Türk Halkı, bu milli davamızın sonunda neyi, nasıl görecek? Özellikle 3 Kasım 2002 tarihinden sonra Türkiye'ye, AB'ye giden yol'da; 'Kıbrıs konusu çöz' de gel diye dayatan üye ülkelerin temsilcilerinin bu dayatmasına gereken yanıtı vermeyenler! Kıbrıs Milli davamızın tüm kazanımlarını neredeyse göz ardı ederek, yıllarca 'Rumlardan daima bir adım önde olacağız' tezini savunanlar', gerçekten de bu sorunu çözebilecekler midir? Ancak bu süreci yönetenler, Rum tarafının ve arkasındaki Avrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan'ın, İngiltere ve ABD'nin gerçek niyetlerinin ne olduğunu bir ölçüde anlamış olmamalılar ki, son dönemde neredeyse rahmetli '' Baba Türk Denktaş '' gibi konuşmaya başladılar! Çünkü yaşadığı sürece Sn. Denktaş, öncesi dönemde de Sn. Dr. Küçük ne dediyse, günümüzde o çıkmıştır… Değerli okur; Ben bir Kıbrıs Gazisiyim. Bu unvan, benim hayatımın en onurlu ve en şerefli ödülüdür. 41 yıldan beri savunmuş olduğum Kıbrıs Milli Davamızın bugün geldiği/getirildiği noktayı düşündükçe; önümüzdeki sürecin, Türk Milletinin haklı olduğu bu milli davasında, onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı için kendi vatan topraklarında, çok zor bir dönem yaşanacağını görüyor ve düşünüyorum… Sonuç olarak; Kıbrıs adasında milli davamızın ilk bayraktarı ve dava adamı Sn. Dr. Fazıl Küçükten sonra bu görevi devralan, K.K.T.C Kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Denktaş'ı yakinen tanımak onuruna erişen bir Gazi ve K.K.T.C yurttaşı olarak şunu da belirtmeliyim ki; Denktaş; yaşamı boyunca iki şeyi görmek istemedi: Birincisi, 'Mehmetçiğin ada'dan ayrılmasını görmek.' diğeri ise adada varılacak çözüm antlaşmasının 'Kıbrıs milli davasının, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının tarihsel ve hukuksal kazanımlarının dışında bir sonuçla bitmesini görmekti.' Allaha şükür ki, Türk Askeri; Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının haklı olduğu bu konunun ve barışın en büyük teminatı olarak hala adadadır. Çözüm adına devam eden müzakereler sürecinde, T.B.M.M'nin Kıbrıs konusunda almış olduğu kararlar doğrultusunda devletimizin kırmızıçizgileri hala geçerlidir. Milletimiz ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı; hiçbir neden uğruna Kıbrıs adasındaki kazanımlarından vazgeçmeyeceğini her dönemde göstermiş, göstermeye de devam etmektedir Kıbrıs konusu; milletimizin millilik vasfı verdiği en önemli dış meselemizdir. Bu noktadan hareketle Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, aşağıdaki veciz sözleri ile anlam bulan Kıbrıs konusunda, çözüm adına sonuca giden yolda; tüm kazanımlarımızı savunarak, azimle yürümeye devam edilmelidir… '' Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir…'' ( Gazi Mustafa Kemal Atatürk. 1930 Antalya…) ' Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak '' Atilla ÇİLİNGİR www.atillacilingir.com