Sevgili Fatih,
Tüplü Televizyon Kırılınca isimli son eserini bana gönderme nezaketini gösterdiğin için çok teşekkür ederim. Mektubuma mahcubiyet ile başlıyorum anlayacağın. Kim böylesi zamanlarda bir başkasına elleriyle tutup, dokunabileceği bir hikâye, ömründen çalıp sayfalara aktardığı bükülmüş, belki yerilmiş, belki övülmüş zaman dilimleri gönderir ki kolay kolay? Çok az. Kimse kimsenin hikâyesini beklemiyor artık. Karşılaşmak durumunda kaldığı insanların hikâyelerini değil, ihanetlerini daha çok bekliyor insanoğlu. O ihanetle yapabilecekleri daha fazla şey var çünkü.
Eserin, neredeyse bir çırpıda okunup bitirilebilecek bir hacme sahip. Bu, bu zamandaki birçok insan için iyi bir şey. Fakat gerçek okuru yakalaması adına eksiklik olarak görülebilir. Klasik hikâye anlatımı çoğu zaman, kısa olacaksa sürprizli olmalı düsturunu benimsemiştir. Zorunluluk değil elbette.
Hikâyeler anlatılmış olsa da yazılmış olsa da kırılmış oldukları anlamına gelmezler. Her hikâye kırılmayı bekleyen bir yumurtadan farksızdır. Onu hazmetmek istiyorsan, nâzik ve nârin olmalısın. Bu hassasiyetin kalmadığını da rahatlıkla fark edebiliriz.
Peki, söylesene Fatih, bu insanlar mı senin eserinden çıktılar da etrafa saçıldılar, yoksa eserine bu insanları, binaları, azı dişlerinin arasında bizi çiğnemekten yorulmayan şehirleri sen mi kattın? Sence büyük romanlar, bu ikisinden hangisi yapanlardır?
Şiir hakkında, bizim edebiyatımızda düşünüldüğünde/tartışıldığında/konuşulduğunda, en çok mevzu edilen hep şiirler olagelmiştir, bu büyük hatadan (ve evet, mutlu bir hata değil) bir türlü kurtulamadık. Şiir için nasıl ki şaire bakmalıyız, roman için de gözümüzü dikeceğimiz yer cemiyet olmalı. Cemiyeti merkeze almalı ve onu yargılamalıyız. Fakat işte o cevval sual, hangi cemiyet?
Senin eserinde büyük bir fikri göremedim lâkin küçük fikirlerin lüzumsuz olduğunu kim söylemiş? Kötü olan topyekûn fikirsizliktir. Küçük fikirlerin ne derece kıymetli olduğunu, senin eserinin çerçevesinden, yaşadığımız şehre baktığımızda fark edebiliriz. Bunu istiyor muyuz? Bana sorma.
Tugay Kaban