Kamucu ekonomik düzene karşı olanlar, yıllarca, "devlet aygıtının çok büyüdüğünü, küçültülmesi" gerektiği tezini işlediler. Onlara göre, devletin üretimde hiç yeri olmamalıydı. Bunun için de her şey satılıp, savurulmalı, onun yerine de küresel ekonomiye uygun, serbest piyasaya geçilmeliydi. Bu dediklerini yaptılar. 12 Eylül öncesi alınan 24 Ocak kararları bu dediklerinin altyapısıydı. 12 Eylül sonrası da uygulamaya geçildi.Mantıkları, devlet ayakkabı üretir miydi? Devletin süt fabrikasıyla ne işi vardı? Her şey serbest olmalıydı. Elbette, bu dedikleri ekonomik kulvar içindi. Yoksa, onların düşünceyle ilgili akıllarına serbestlik gelmiyordu. Bunca serbestliğin olduğu ortamda, düşünceye özgürlük halt emekten başka bir şey değildi. Akıllarınca, demokrasicilik oynuyorlardı. 12 Eylül sonrası başlayan devlet küçülmeli tezi, bugünlere geldiğinde tam anlamıyla gerçekleşti sayılır. Şimdi, devlet üretmiyor. Devletin üretim alanındaki bütün fabrikaları, tesisleri, kurumları özelleştirildi. Özelleştirmeden öte, birilerine peşkeş çekildi. Cumhuriyetin tüm kazanımları, yandaşlara peşkeş çekilirken, bazı tesisler de çürümeye terk edildi. KİT'lerin aşırı istihdamla zarar ettiği tezi bu yola itti onları. Devletin elinde, üreten, katma değer yaratan kurumlar özelleştirme adı altında peşkeş çekilirken, devlet başka bir alanda büyümeye başladı. Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer büyük illerimizde, devasa binalar dikilmeye başlandı..Yani, devlet bir anlamda, başka bir alanda büyümeye başladı. Çok katlı, çok özellikli binalar yükselmeye başladı, semaya doğru. Dünyada, paranın bol olduğu dönemlerde, kullanılan ucuz krediler, betona yatırıldı. Bu bir kalkınma modeli olarak görüldü. Bakanlıklara ait yeni yeni binalar inşa edildi. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yapılan tarihi binalar terk edildi ve oluşturulan yeni imar alanlarında bakanlıklar bina yapma yarışına girdi. Özel ve güzel sektör de bu yarışta yerini aldı. İklimi değiştirecek, rüzgarı kesecek, görünümü bozacak kule binalar gökyüzüne yükseldi. Devlet büyüklerimiz, her ne kadar dikine binaya karşı olduklarını söyleseler de kendi dönemlerinde, kule binaların sayısı, hızla arttı. Devlet üretimde hızla küçülmeye giderken, harcamalarda füze yapan bir anlayışa evrildi. Dev binalar, bir itibar meselesi haline getirildi. Saray adı altında, gösterişe yönelik, binalar yapılırken, devletin üreten kurumları teker teker elden çıkarıldı. Bölgemizden örnek verirsek, Türkiye'nin kalkınmasında lokomotif ne kadar kurum varsa, elden çıkarıldı. Karabük ve Ereğli Demir Çelik'ler, SEKA, ORÜS, Ateş Tuğla, çimento, madenler, çok ucuz fiyatlarla birilerine verildi. Buna karşın, bina yapımları itibar göstergesi oldu. İstihdam sağlayan, üreten, bulunduğu bölgeyi geliştiren, kalkındıran kurumların yerini gösterişli binalar aldı. Devlet bir yandan küçülürken, bir yandan da hormonlu bir büyümenin içine sokuldu. Bina yapmayı büyümek, betonlaşmayı gelişmek olarak gören anlayış, her gün biraz daha batağa götürüyor, güzel ülkemizi.