“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Yüzyıllarca uyutulmuş ve toprakları bir bir elinden alınmış bir ulusun yazdığı destandır Cumhuriyet. Yedi düvele karşı verilen dünyanın ilk ulusal kurtuluş savaşından sonra küllerinden doğan bir ulusun ayaklanmasıdır, isyanıdır.
Ve Atatürk’ün dediği gibi, sonsuza değin yaşayacaktır.
Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.
Bunun böyle olduğunu 1923’ten bu yana yaşadığımız olaylarla gördük.
Babadan oğula ya da sülaleden sülaleye geçen bir yönetim içinde, ezildikçe ezilen, okuma yazma öğrenmesine izin verilmeyen, sömürüldükçe sömürülen bir ümmetin millet yapılması ve adam yerine konulmasının adıdır Cumhuriyet.
Cumhuriyet, dağdaki bir çobanı alıp, okutan, adam eden horlanan kadını değerli kılan ve seçme seçilme hakkına kavuşturan bir yönetimin adıdır.
Köylüyü, ırgatlıktan kurtarıp, efendi yapma savaşının adıdır. Cumhuriyeti kuran büyük önder onun için demiştir. “ Köylü milletin efendisidir” diye.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra köylü çocuklarının okuyabilmesinin yolu açılmıştır. Sadece köy çocuklarının gidebildiği Köy Enstitüleri’nin açılması bunun sonucudur.
1923 Yılı’ndan sonra işbaşına gelenlerin kimliklerine bir bakalım. Saltanat devam etse ibrikçi başı olamayacaklar en üst noktalarda görev almışlardır.
Yakın tarihimize bir bakalım.
Bunun en somut örneği Süleyman Demirel’dir.
Çoban Sülü’dür adı.
Cumhuriyetin nimetleri sayesinde Türkiye’nin en genç Genel Müdürü olmuştur.
Milletvekili seçilmiştir.
Bakanlık yapmıştır.
Başbakanlık gibi önemli bir görevi üstlenmiştir.
Altı defa gitmiş yedi defa gelmiştir.
Devletin en üst katı olan Cumhurbaşkanlığı’na yükselmiştir.
Günahıyla sevabıyla Türkiye’nin kaderinde rol almıştır. Ama hiç bir zaman Cumhuriyet’e küfretmemiştir. Çünkü bilmektedir ki, Cumhuriyet olmasa, O’nu yatılı okutup adam edecek bir sistem yoktur. İşte O’nun için hiç Cumhuriyet ile savaşmamıştır. Cumhuriyet’in değerini bilmiştir.
Biraz daha yakına gelelim.
Kayseri’de sıradan bir tamircinin oğlu Cumhuriyet’in okullarında okuyarak, Milletvekili, Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmuştur.
Birazcık daha yakına geldiğimizde, Rize’den İstanbul’a göçmüş gariban bir taka reisinin oğlunun da basamakları birer birer çıkarak devletin kaderinde rol aldığını görürüz. Belediye Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı…
Atatürk, İsmet İnönü ve arkadaşlarının kurduğu sistem sayesinde, seçme-seçilme hakkını elde ederek bu görevlere gelenlerin Cumhuriyet’e bakışları nedir?
Onlar, bu nimetin değerini bilmenin de ötesinde düşmanlık ederek, halkımızın beynini yıkamayı bir görev saymaktadırlar. Cumhuriyet olmasa, tuvalet bekçiliği bile yapamayacaklar, Atatürk ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş” diyerek kin kusmaktadırlar. İşin üzücü yanı, bunu din adına yapmaktadırlar.
Osmanlının son zamanlarında beyni örümcekleştirilerek, yönetilen bir toplumu yeniden kurmanın düşlerini görmektedirler. Onlar bu düşü görürlerken, servetlerine servet katmayı da ihmal etmemektedirler.
Somurttukça somurtmaktadırlar. Şiştikçe şişmektedirler.
Ailelerini, yakın çevrelerini zenginleştirdikçe, güç elde edecekleri düşüncesiyle, dünya malına tamah ederlerken, milleti de yoksullaştırdıkça yoksullaştırmaktadır. Bilmektedirler ki; toplum yoksullaştıkça yönetilmesi kolaylaşmaktadır.
Onun içindir, köylüyü adam yerine koymamaları. Onun içindir kadının çalışma hayatı içinde yer almasını engellemeleri. Onun içindir örgütlü toplumdan korkmaları. Onun içindir, baskı ve zulmü artırmaları…
Ama bilmedikleri bir şey vardır.
O da Türk Halkı Cumhuriyet’ten memnundur ve çocuklarına okuma olanağı veren, onları yönetici yapan bu sistemden geriye dönüşü düşünmemektedir. Çünkü Türk Halkı, Cumhuriyeti benimsemiş ve sevmiştir. İçselleştirmiştir.
Cumhuriyeti yıkmaya, Türkiye’ye bölmeye, Türkiye’yi geriye getirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmaya ve yoksul çocuklarını okutmaya, aydınlatmaya, karşı devrimcilere geçit vermemeye devam edecektir.
Atatürk’ün sözünü bir daha okuyalım.
“Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” derken, Cumhuriyetin sonsuza değin yaşayacağına da işaret etmiş ve “Cumhuriyeti Biz Kurduk Onu Yaşatacak ve Yükseltecek Olan Sizlersiniz ” diyerek, gençlere ödev vermiştir.
Türk Gençliği, bu ödevi en iyi biçimde yapma çabasındadır ve çabasında olacaktır.
Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Türkiye, yaşasın Türk Ulusu… Nice, 101 yıllara… Karşı devrimcilere inat.
Su hiç bir zaman tersine akmaz.
Doğanın kanunudur bu.
Kutlu olsun.