Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

Türkiye’de 32 bin kişi organ bağışı bekliyor

Gündem Yayın: 27.11.2018 13:13
Yazar:
Türkiye’de 32 bin kişi organ bağışı bekliyor

Karabük Üniversitesi Tıbbi Araştırmalar Kulübü tarafından düzenlenen “Yaşamım Ellerinde” temalı organ bağışı konferansında Prof. Dr. Ömer Faik Ersoy, Türkiye’de yaklaşık 32 bin hastanın organ bağışı beklediğini söyledi.

Tıbbi Araştırmalar Kulübü tarafından organ bağışı konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla “Yaşamım Ellerinde” temalı etkinlik düzenlendi.

Etkinlikte konuşmacı olarak yer alan Karabük Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ömer Faik Ersoy tarafından organ bağışının önemi vurgulandı.

KARABÜK’TE 2 BİN 463 KİŞİ ORGAN BAĞIŞINDA BULUNDU

Son yıllarda organ bağışı oranlarında ciddi bir artışın olduğunu belirten Prof. Dr. Ersoy, “Türkiye’de 2018 Mart ayı verilerine göre bu tarihe kadar 392 bin kişi organ bağışladı. 32 bine yakın kişi ise hala organ bağışı bekliyor. Türkiye’de organ bağışı bekleyen sayısı çok fazla. Bu konuda çok hassasiyetle davranmamız lazım” diye konuştu.

Karabük’ün Türkiye’deki organ bağışı sıralamasında 29’uncu sırada olduğunu kaydeden Ersoy, Karabük’te 2 bin 463 kişinin ise organ bağışında bulunduğunu söyledi.

Nakil bekleyen hastaların yaşadığı zorlukları da dile getiren Ersoy, 18 yaşını doldurmuş ve akli dengesi yerinde olan herkesin organlarını bağışlayabileceğini söyledi. Toplum olarak herkesin bu konuda duyarlı olması gerektiğini ve herkesin bir gün organa ihtiyacı olabileceğini vurgulayan Ersoy, “İnsanların organ bağışına ilişkin kaygı ve korkuları var. Bu korkuları yenmek istiyoruz. Her verdiğiniz bir organ başka birinin hayatını oluşturuyor. Bence herkes organlarını bağışlamalı” diye konuştu.

“TEREDDÜTSÜZ ORGANLARINIZI BAĞIŞLAYIN”

Etkinlikte Türkiye’de ilk kez robotik cerrahi ile böbrek nakli olan Erdal Eker ve eşi Yasemin Eker de duygu ve düşüncelerini paylaştılar.

2007 yılının Ocak ayında böbrek yetmezliğine yakalandığını belirten Eker, “Böbreğimde taş ve enfeksiyonlardan dolayı yetmezlik oluştu. 2013 yılının başlarında giderek hastalığım arttı. Eşim böbreğini vermek istedi ve Gazi Üniversitesinde eşimin böbreği, robotik cerrahi ile yapılan ameliyatla bana takıldı” dedi.

Eşinin böbrek yetmezliği döneminde çok zor günler yaşadıkları belirten Yasemin Eker şunları söyledi: “Benim kızım yedi yaşına geldiğinde sürekli ‘Anne, babam 18 yaşına kadar beklemez mi? Ben babama böbreğimi vereceğim.’ diye söylerdi. Doktorumuz diyalize hazırlanın dediğinde doktorumuza eğer uyarsa böbreğimi vermek istiyorum dedim. Kan grubum 0 Rh pozitif çıkınca doktorumuz böbreğimi verebileceğimi söyledi. Nakil olalı beş yıl oldu. Düzenli bir şekilde kontrollerimize gidiyoruz. İkimiz de şu an iyi durumdayız. Kişi eğer sağlıklıysa mutludur. Hiç tereddütsüz  organlarınızı bağışlayın. Bir hayat kurtarıyorsunuz.”

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

KIBRIS KONUSUNDA UNUTULANLAR… ‘’Vicdan hatırlatır, tarih unutmaz…’’

Manşet Yayın: 06.05.2024 09:00 |Güncelleme:05.05.2024 13:40
Yazar:
KIBRIS KONUSUNDA UNUTULANLAR… ‘’Vicdan hatırlatır, tarih unutmaz…’’

Ne de çabuk geçiyor yıllar…

Kıbrıs konusu Türkiye’nin gündemine gireli 75 yıl, Türk ordusu Kıbrıs’a gireli 50 yıl olmuş. Yıllar geçti ama hiç değişmedi Kıbrıs… Adanın her yanı tarihi gerçekleriyle yaşıyor.

Her şey aynı…

Adada yaşayanlar, adanın sahilleri, adanın sıcaklığı, doğasının güzellikleri, insanlarının adalı halleri hep aynı. Ama değişmeyen tek şey; orada yaşayan insanların geleceğini değiştirme gayretleri…

Aslında bu gayretler 50’li yıllardan beri var. Bu gayretlerin başrol oyuncuları da Rum-Yunan ikilisi…

Sanki o küçücük adada sadece kendileri yaşıyorcasına hiç vazgeçmediler! Ada bizimdir dediler, adanın asıl sahibi Kıbrıs Türk Halkına adayı dar ettiler.

Tarih, özellikle Rumların adalı Türklere uyguladıkları nice mezalimlerle doludur…  Günümüzde hala Kıbrıs Türk Halkına uygulanan yaşam ambargoları bunun en çarpıcı örneğidir.

Rum-Yunan ikilisinin adayı ele geçirme oyunu 20 Temmuz 1974’te Türkiye tarafından bozulunca; işte o tarihten sonra bu oyunu dünyanın neredeyse her yerinde oynamaya başladılar. BM, AB, ABD, İngiltere ve aklınıza gelebilecek her platform onlar için Kıbrıs’ı ele geçirme sahnesi oldu. Hala olmaya devam ediyor.

Aslında bu oyun sahnesinde sergilenen ne varsa hepsinin başında ‘Kıbrıs Müzakeresi’ başlığı var! Ama bu başlığın içinde de talepler hep aynı:

  • Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlüğü kabul edilemez,
  • Türk askeri adayı derhal terk etmelidir.
  • 1974’te Güneye göç eden Rumlara terk ettikleri ev, arazi ve malları verilmelidir,
  • Türklerin elinde bulunan toprakların önemli bir bölümü Rum tarafına verilmelidir,
  • Güneye göçen Rumlardan 200 bin kadarı yeniden kuzeye yerleşmelidir,
  • Adaya yerleşen Türkiyeli göçmenler adayı terk etmelidir.
  • Kıbrıs Türklerine azınlık haklarından bir fazlası dahi verilemez,
  • Adanın Yönetim şekli ‘’Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’’ olmalıdır,
  • Adada tek egemenlik, tek halk, tek kimlik geçerli olmalıdır…

İşte Rum-Yunan ikilisinin hiç değişmeyen talepleri özet olarak budur. Rum kesiminde hangi politikacı yönetime gelirse gelsin. Yukarıda sıraladığım bu taleplerden asla vazgeçemez. Çünkü bu talepler, Rum kilisesinin, Rum Ulusal Konseyinin değişmez kırmızıçizgileridir.

Pekiyi, Rum-Yunan ikilisinin bu talepleri karşısında Türk tarafı ne yapmıştır? Buna bir bakalım:

1968 yılından beri süregelen müzakerelerde hep iyi çocuk biz olalım da bu konu bir an önce çözülsün politikası yıllarca uygulanmış. Hatta bir ara Annan denen bir tuzak planla neredeyse adadaki tüm kazanımlarımızı kaybedeceğimiz sırada; yine Rumların bu plana hayır demesiyle ada elimizden kayıp gitmemiştir.

Sonraki yıllarda KKTC’yi yöneten Talat ve Akıncı dönemlerindeki verelim kurtulalım, Rumlarla iç içe yaşayalım gayretlerine rağmen; gerek Kıbrıs Türk Halkı, gerekse özellikle Türkiye hem müzakerelerde, hem de uluslararası platformlardaki tüm dayatmalara direnerek adayı bu ikiliye teslim etmemişlerdir.

Günümüze gelindiğinde artık ne Türkiye, ne de adada kurulan son Türk devleti KKTC’nin yönetimi; iki ayrı devlet, iki ayrı egemenlik, iki ayrı yönetim, iki ayrı halk gerçeği kabul edilmeden müzakere masasına gelmeyeceklerini net bir şekilde açıklamışlardır.

Son birkaç aydan beri BM gözetiminde Kıbrıs konusunda yeniden müzakerelerin başlaması için türlü gayretler sarf edilmektedir. Ama gelin görün ki, her defasında Türkiye’nin AB müzakerelerinin başlaması için konuyla hiç alakası olmayan Kıbrıs konusunu çözün dayatması ülkemizin önüne koyulmaktadır. Böylesi bir iki yüz yüzlülük görülmüş müdür?

Yazımın girişinde de belirttiğim gibi adada aslında değişen hiçbir şey yoktur. Değişen sadece zaman, o zamana sığan gerçeklerdir.

Adanın güneyinde Rumlar, kuzeyinde Türkler yaşamakta. Bu insanlar yaşam mücadelesi için her gün işlerine gidip gelmektedirler.

Rumların en büyük avantajı; haksız, hukuksuz kabul edildikleri AB üyeliği ile tüm dünyanın adanın yasal hükümeti olarak GKR yönetimini tanımış olmalarıdır.

Türklerin ise en büyük dezavantajı; yaşadıkları devleti Türkiye’den başka hiçbir devletin tanımamış olması, taşıdıkları kimliğin Türkiye hariç hiçbir ülke tarafından kabul görmemesidir.

Bundan önce kaleme almış olduğum, ‘’Kıbrıs Konusu Kabuk Bağladı’’ başlıklı yazımda bahsettiğim gerçekler hiç değişmemiş, hala geçerlidir. Bu yazımda belirtmiş olduğum hususlar ise Kıbrıs konusunda unutulanları yeniden hatırlatmak içindir.

Unutulmasın ki:

‘’Vicdan unutmaz, tarih hatırlatır…’’

 

Atilla Çilingir

www.atillacilingir.com

06 Mayıs 2024

 

 

 

 

Paylaş: