Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

DENKTAŞ…

Köşe Yazıları Yayın: 09.01.2015 09:58

(Evet, biliyorum; bu uzun bir yazı oldu! Ama Denktaş adı, kısa bir yazıya sığmazdı ki…)
Ebediyete intikalinin 3’ncü yıldönümünde; o büyük ‘Özgürlük Savaşçısının’, Devlet Adamının, Türk Milletinden aldığı güç ve Kıbrıs Türk’üne olan sarsılmaz inancıyla vermiş olduğu mücadele sonucunda, ata yadigârı ‘o gazi topraklarda’, kan çanağından bir devlet çıkardığı gerçeğinin altını çizerek. Onu; minnet ve hasret duygularıyla anıyorum.
Mekânı cennet olsun. Vatan ona minnettardır.
O; ‘Toros Dağlarının’ yüceliğine, ‘Karkot Deresinin’ özgürce akışına sevdalıydı. Son nefesine kadar Kıbrıs Türk Halkının özgürce yaşamı ve bağımsızlığı için direndi, mücadele verdi ve sonunda kan çanağından bir devlet çıkardı.
Yaşamının hiçbir döneminde Anavatan Türkiye’den, Türk Milletinden ve Mehmetçikten asla vazgeçmedi…
Rauf Raif Denktaş.
Kıbrıs Milli Davamızın lideri.
Adı; ‘Türk Dünyası Tarihine’ altın harflerle yazılan bir devlet adamı, halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını dirençle savunan bir özgürlük savaşçısı, K.K.T.C Devletinin Kurucu Cumhurbaşkanı.
İyi bir hukukçu, şair, yazar, fotoğraf sanatçısı, iyi bir eş ve baba, duygusal kişiliğini doğaya, doğanın içinde ki tüm dostlara yansıtan bir kişi.
Yukarıda sıralamaya çalıştığım bu kadar çok niteliği bir arada toplayan, 88 yıllık ömrü boyunca, Türk Milletinin ve onun ayrılmaz parçası Kıbrıs Türk Halkı için gerçekleştirdiği başarılarıyla; adını tarih sayfalarına, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk’ünün başarıları için çarpan yüreklerimize kazıyan bir lider,
Denktaş.
Ata yadigârı Kıbrıs adasının son Bayraktarı…
Mücadele yıllarında, Rumların neden olduğu kan ve ateş bulutlarının sarmaladığı toplumuna umut veren, Türk Milletine olan inancıyla, Mehmetçiğe olan güveniyle, Rum’a asla ve hiçbir dönemde diz çökmeyen direnişçilerin lideri; ‘Toros’…
Ömrünün neredeyse tamamını Kıbrıs Türk Halkının adada ki var oluş mücadelesine adamış, ‘Özgürlük Savaşçısı’ Denktaş’ın, ebediyete intikalinin 3’ncü yıldönümü bugün…
40 yıl önce Kıbrıs’ta:
Kıbrıs Türk Halkının Rumlar tarafından topyekûn imha edilmesini, adanın Yunanistan’a bağlanmasını, Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesinin bozulmasını önlemek adına; 20 Temmuz 1974 tarihinde garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale kararı alan dönemin T.C Hükümetinin, bu savaşa gönderdiği TSK Birlikleri içerisinde Bölük Komutanı olarak görev alan ben; rahmetli Denktaş’ı o yıldan beri tanıyordum.
Ama o büyük devlet ve dava adamını, ‘İnsan Denktaş’ı’ iyice tanımam, ona daha yakın olmam; kendisinin Cumhurbaşkanlığı görevindeyken 1994 yılında, bana ait savaş anılarımı toplatarak Lefkoşa’da bastırdığı, ”Özgürlük Nefesi” adının verildiği kitabım vesilesiyle olmuştu.
Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmasıyla başlayacak, aynı davayı savunmak için yemin eden ‘İki Kıbrıs Gazisi ‘ olarak, bu yakınlığımız son nefesine kadar devam edecekti.
Sanki aramızda özel bir iletişim kurulmuştu. Her yazdığım makaleyi, Türkiye’den çalışma ofisine göndererek, o büyük insanın yorumuna arz ediyor; Kıbrıs konusuyla ilgili güncel ve tarihe ışık tutacak değerli görüşlerini alıyordum.
Öylesine nazik, öylesine öğretici ve öylesine bilgi doluydu ki, onun yanında geçen zamana unutamayacağım anılar sığdırarak, böylesine tarihe mal olmuş bir devlet adamının çok yakınında bulunabildiğim için kendimi çok şanslı addediyorum.
Kıbrıs konusunda kendisinden öğrendiğim doğruları, Kıbrıs Milli Davamıza damgasını vuran olayları, tarihe yazan ve tarihe mal olmuş bir ‘Türk Büyüğünden’ dinlediğim için, can liderimle birlikte geçirdiğim yılları, bu süreçten bana kalan anıları, ömrümün en önemli, en değerli kazanımı olarak görüyorum.
Unutulmasın ki, Kıbrıs adası elimizden kayıp gitmemiş, hala üzerinde ay yıldızlı bayraklarımız şan ve şerefle dalgalanıyorsa; Kıbrıs Türk Halkı adada özgür ve bağımsız bir devlet olgusu içinde yaşayabiliyor ise;
Bu milli ve ulvi değerleri,
Öncelikle bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden şehitlerimize, 50’li yıllardan son nefeslerine kadar, Kıbrıs’taki tarihsel ve hukuki kazanımlarımız için yılmadan çalışan, çabalayan; tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen, daima anavatanları Türkiye’ye ve Türk Milletine güvenen Kıbrıs Davasının simge isimleri Dr. Fazıl Küçük , Rauf Raif Denktaş ve dava arkadaşlarına;
Ve tabii ki, bu uzun süreçte Kıbrıs Konusunu Türk Ulusunun vazgeçilmez en önemli sorunu olarak gören, bu konuyu milli menfaatlerimize uygun bir şekilde her platformda yılmadan savunan siyasetçilerimize borçluyuz.
Denktaş’ın vefatı; o tarihte beni öylesine etkilemişti ki, sanki öz babamı kaybetmiştim. Çünkü özellikle kendisiyle aktif siyaset hayatını bıraktıktan sonra aramızda çok önemli bir güven, sıkı bir dostluk bağı oluşmuştu.
Değerli Cumhurbaşkanımın etrafında çok insan vardı. Kimileri dava arkadaşları, kimileri onun adından istifade ile bir takım talep peşinde olan siyasetçiler, kimileri onun engin deneyim ve bilgilerini öğrenmek isteyenler, kimileri sanat çevresinden, kimileri dış dünyadan, kimileri gazeteci ve yazar ama en çok da gençler…
Can liderim Denktaş; özellikle gençleri çevresinde gördüğünde gözleri parlar, adeta onlarla gençleşirdi. Yanına gelen herkese istedikleri konuda yardım etmeye çalışır, hiç kimseyi geri çevirmezdi.
O öncelikle mükemmel bir insan ve hayatını savunduğu davasına adamış büyük bir liderdi.
Ve mükemmel bir aile reisi, sevgi dolu bir eş, davası uğruna çocuklarına yeterince zaman ayıramadığının hüznünü, acısını kalbinde hisseden, son nefesine kadar bu hüznü taşıyan çok iyi bir baba… (Ki, bu özelliğinin en yakın ve canlı tanığı olmuş, 27 Aralık 1985 tarihinde bir trafik kazasında(bu kazanın oluş şekli üzerine çok yorum yapılmış, kanıtlanamayan pek çok şey ortaya atılmıştır…) kaybettiği büyük oğlu Sevgili Raif Denktaş’ı; kaza sonrasında Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Hastanesine getirdiklerinde; o dönemde adada ki görevim nedeniyle, Sn. Denktaş’ın, Değerli Eşi Aydın Hanımın bir anne ve baba olarak çaresizliklerini o büyük acılarını, onlarla birlikte yaşamıştım.
Kısacası Sn. Denktaş; insan olabilmenin tüm üstün niteliklerini kendisinde toplamış değerli bir faniydi.
Cumhurbaşkanlığı görevini bırakıp da, aktif siyaset arenasından çekildikten sonra, herkes onun bir kenara çekilip, emeklilik dönemi yaşayacağını sanmıştı!
Ama o; sevdalısı olduğu ata yadigârı o topraklarda bir devlet kurmuş, Kıbrıs adasının yakın tarihini yazmış, halkının özgürce yaşam hakkı için inançla direnmiş, mücadele etmiş, bu uğurda ölmek pahasına yola çıkmış bir dava adamıydı.
Ona göre yapılacak daha çok şey vardı…
17 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevini bıraktıktan sonra, kendisine tahsis edilen birkaç kişilik çalışma arkadaşıyla birlikte Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde başlayacağı yeni çalışma süreciyle birlikte; bilge kişiliğinden taşan tarihsel doğruları; öncelikle kendi halkıyla, sonrasında ise; Türk Milletiyle paylaşmaya devam edecekti.
Sn. Denktaş, o süreçte belki de ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle görüş ayrılığına düşmüştü! Bunun hüznünü ve hayal kırıklığını daima hissetti.
O ki, Anavatan Türkiyesiz hiçbir şeyin başarılamayacağını tarihin akışıyla gören, yaşayan, bu gerçeği çok iyi bilen, Kıbrıs konusunda ardında bıraktığı yarım asrı aşkın aktif siyaset sürecini, Türkiye’deki hükümetlerle uyum içinde geçiren bir lider olarak;
Özellikle AB müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte, ortaya çıkan Annan planına karşı çıkması, bu süreçte K.K.T.C’de yaşananlar, ( Bk. ”Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka, K.K.T.C’nin 2002-2005 Ver Kurtul Belgeseli” isimli kitabım.) Kıbrıs konusunda yıllardan beri vermiş olduğu mücadelenin, savunduğu ilkelerin ve kendi siyasi tercihlerinin, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi görüşü ve tercihleriyle örtüşmediğini görmüş. Kıbrıs konusunda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle uyumsuzluk yaşandığı görüntüsünü vermemek adına;
Gerek kendisinden sonra Kıbrıs konusuna çözüm üretebilecek yeni siyasetçilerin önünü açmak için, gerekse, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu müzakere sürecinde elini kolaylaştırmak için aktif siyaseti bırakma kararı almıştı.
İşte bu özellik, bir devlet adamında olması gereken en önemli nitelikti. Bu nitelik, Sn. Denktaş’ta fazlasıyla vardı.
Bu niteliklerinden birisini anlatan küçük bir anıyı, siz değerli okurla paylaşmak isterim:
O büyük liderin kendisinden sonra seçilen 2’nci K.K.T.C Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a görevini teslim etmeden önce, K.K.T.C Devletinin 21’nci kuruluş yıl dönümünde, 15 Kasım 2004 tarihinde Lefkoşa’daki tören alanında; Cumhurbaşkanı olarak son kez Halkına, Türk Milletine, Rum tarafına ve tüm dünyaya seslendiği son törendi…
Bu törende yapmış olduğu konuşmasında; Kıbrıs Türk Halkına, Türkiye’ye, Rum tarafına ve dünyaya seslenerek çok önemli mesajlar vermişti.
Benim de tören alanında bulunduğum o gün;
Rahmetli can Liderim Denktaş, her zaman olduğu gibi tam zamanında tören alanına geldi.
Törene katılan birlikleri denetlerken gözlerindeki bakışlar; Beşparmak Dağlarında efsaneleşen
Mücahit Denktaş’ın 1963, 1964 direniş yıllarındaki kadar, 1974’te Mehmetçikle kucaklaştığı 20 Temmuz günündeki gibi kararlı ve dinçti.
Yıllar boyunca, Mücahitleriyle birlikte omuz, omuza mücadele veren; ‘Saint- Hillarion’un’ zirvesinden Anavatan Türkiye’ye, Torosların mor lacivert görüntülerine özlemle bakan o gözler;
”Cumhurbaşkanlığı görevim bitti ama daha henüz bu topraklara, ‘Bu Gazi Topraklar’ uğruna hayatlarını feda eden Şehitlerimize olan borcum bitmedi der gibi pırıl, pırıldı…
Gözlerini her kapayıp, açışında bu dava uğruna vermiş olduğu mücadele; sanki bir film şeridi gibi bakışlarının önünden geçer gibiydi…
Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı; gerektiğinde uğruna ölmek için ant içtiği, huzurlarında ‘Mücadele ve Cumhurbaşkanlığı’ yemini ettiği ‘Ay Yıldızlı, Al Sancaklarımızı’.
Törene katılan birlikleri son kez denetledi. Mehmetçiğin, Mücahit’in hançeresini yırtarcasına söylediği ‘Sağol’ sesini son kez işitti…
Ve sonrasında şeref tribünün de yerini aldığında; gözleri dalgın ve hüzün bulutlarıyla kaplanmıştı.
Kolay değildi, bu devleti ne mücadeleler sonrasında kurmuş, bir evlat titizliğiyle büyütmüş, ardında kalan o uzun mücadele yıllarına, koskocaman bir ömür, türlü acılar ve zorluklar sığdırmıştı.
Ama sonunda başarmıştı.
İşte Devlet, İşte Millet. Tam karşısında duruyor, onu bir kez daha minnet ve şükran duygularıyla selamlıyorlardı.
Can liderim Denktaş; K.K.T.C’nin 21’nci kuruluş yıldönümünde vatandaşlarının karşısına son kez Cumhurbaşkanı olarak çıktığında, ben de oradaydım.
Tam iki koltuk arkasında…
Törende yapmış olduğu konuşma; aslında halkına, devletine veda, tarih sayfalarına düşülen not niteliğindeydi.
Konuşmasını sonlandırırken; ‘halkı ve doğup büyüdüğü topraklar için yaptığı her şeyi helal etti. Halkından da helallik aldı…’ Bu duygu yoğunluklu konuşmasıyla halkını Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı, veda etti…
Konuşmasını sonlandırıp, yerine oturduğunda; güneş gözlüğünün ardına sakladığı gözlerinden akan iki damla yaşı kaç göz fark etmişti bilemem?
Ama onun ne kadar duygusal bir kişiliği olduğunu bilen yüreğim; yaşamı acılarla yoğrulan Can Liderimin yüreğinden kopup, gözlerini nemlendiren o iki damla yaşı fark etmişti…
Sayın Denktaş; Cumhurbaşkanlığı görevini teslim ettikten sonra köşesine çekilip, birilerinin istediği, umut ettiği gibi sessiz, sedasız bir emeklilik süreci yaşamadı.
Aktif siyaseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde kendisini ziyaret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek adına sorduğum sorulara, vermiş olduğu bilgi dolu yanıtlarında:
”Kıbrıs Milli Davamızın” doğrularını, bu konuda milletçe elde etmiş olduğumuz hukuki kazanımlarımızı, hem adada, hem de Türkiye’de yine millete anlatmaya devam edeceğini ifade etmiş; özellikle siyasilerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağını, bu yanlışların nedenlerini yine Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkıyla paylaşacağını, çözüm adına ortaya konulan ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında tek egemenlik, tek devlet, tek kimlik konusunun adada ki, Türklerin sonu olacağının altını kalın harflerle çizmişti.
Sn. Denktaş; bu söylediklerini son nefesine kadar uyguladı. Kıbrıs konusuna damgasını vurmuş bir devlet adamı olarak, tecrübelerini paylaşmak adına AB sürecinde Annan planına karşı, sonrasında ise; 2008 yılından itibaren taraflar arasında yeniden başlayan Kıbrıs Müzakerelerinde yapılan yanlışları Türkiye’de Türk Milletine, adada kendi halkına anlatmak için her platformu kullandı.
Asla pes etmedi o bir direnişçiydi. O; müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında tüm kurumlarıyla yaşayan son Türk Devletinin hem kurucusu, hem de savunucusuydu.
O nedenledir ki, köşesine çekilip, emekli hayatı yaşamayı tercih etmedi. K.K.T.C devletinin yaşamsal gerçeklerini halkına ve özellikle Türk Milletine anlatmaya devam etti.
Ama günü geldi Anavatanım dediği Türkiye’yi yönetenlerden:
‘Kıbrıs davası Denktaş’ın şahsi davası değildir.’, ‘Artık Kıbrıs konusunda tavizler vermenin zamanı gelmiştir.’ Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü.
Hele, hele ‘Git sen kendi ülkende konuş! Davanı git kendi halkına anlat…’ söylemini işittiğinde yüreği paramparça oldu, kırıldı ama yanıt dahi vermedi.
Çünkü o anavatanına ve yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı.
Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına ‘evet’ demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye’ye yapılan yanlışları anlatmaya devam etti.
Annan planı döneminde ‘Kıbrıs’ı verelim kurtulalım.’ Diyenlere: o günlerde, öylesine bir yanıt verdi ki!
Aşağıdaki o yanıt, ömrünü bu davaya adayan bir lidere, bir devlet adamına yakışır nitelikteydi:
‘Ben vermem. Verecekse Türkiye versin! Bu şerefsizlikse anlıma yazın…”
Rahmetli Denktaş ile ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı çizildi. Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok kitaplar yazılacaktır…
Vefatından bugüne, 3 yıl geçmesine rağmen; hala ona layık bir anıt mezar yapılmamış olsa da?
O Büyük İnsan;
Türk Milletinin ve Kıbrıs Türk Halkının gönlünde anıtlaşan liderlik vasıfları ve tarihi mal olmuş başarılarıyla,
Doğduğu toprakların ‘o yasemin kokulu gecelerini asla unutmayan’,’Karkot Deresinin’ özgürce akan sularının yoğurduğu çocukluk ve gençlik anılarıyla coşan,
Doğa ve doğa canlıları âşıklısı,
Hayatı boyunca gönlünü yakan hürriyet ve bağımsızlık ateşini; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten, Anavatanı Türkiye’den, ‘Torosların’ ardından doğan güneşin ışıltısından alan,
Ve en nihayetinde Anadolu’dan, Mehmetçikten gelen özgürlük nefesini; Beşparmak Dağlarında soluyan bir direnişçi, büyük bir lider, Kıbrıs adasında son Türk Devletini kuran, Türk Dünyasının büyük bir kahramanı,
‘Baba Türk Denktaş’ olarak anılacaktır…
Atilla ÇİLİNGİR
Kıbrıs GAZİSİ
www.atillacilingir.com

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

’Bebeğinizle doğru iletişimle bağ kurabilirsiniz’

Sağlık Yayın: 13.05.2024 20:48
İhlas Haber Ajansı

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nazlı Karakullukcu Çebi, “Anne ve bebeğin güvenli olarak bağlanmasının, çocukların gelecek dönemlerindeki ruh hallerinin şekillenmesinde büyük etkisi vardır” dedi.

Liv Hospital Samsun’dan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Nazlı Karakullukcu Çebi, anne ve bebek bağlanması sürecindeki öneme dikkat çekti. Bebeğin kendisini güvende hissetmesi gerektiğini ifade eden Uzm. Dr. Nazlı Karakullukcu Çebi, “Bu eşsiz özellikleri bir araya getirerek bebeğinizde güven, tanıma ve rahatlık duygusu oluşturabilirsiniz. Bebeğiniz konuşabilecek döneme geldiğinde bile sözsüz iletişimi, güvenli bir bağ oluşturmak ve sürdürmek için etkili bir yol olarak görebilirsiniz” diye konuştu.

“Yüz, kelime söylemeden sayısız duyguyu ifade eder”

Yüzün, bir kelime dahi söylemeden sayısız duyguyu ifade edebileceğinin altını çizen Uzm. Dr. Çebi, “Bebeğinizle iletişim kurduğunuzda ifadeniz sakin ve özenli ise o kendini güvende hissedecektir. Fakat yüzünüzde sıkıntılı, kızgın, endişeli, üzgün, korkulu veya dikkat dağıtıcı bir durum varsa bebeğiniz bu olumsuz duyguları alır, stresli ve güvensiz hisseder. Ses tonunuz, meşgul olan bir ses tonu ile hassasiyet, ilgi ve anlayış taşıyan bir ton arasındaki farkı anlayabilir. Bebeğinizi yıkamanız, taşımanız, sıcak bir kucaklama, güven verici hafif bir dokunuş bebeğinize çok fazla duygu aktarabilir. Güvenli bir şekilde bağlanan bebeklerin, çocukluğun ileriki aşamalarında daha empatiye açık olduğu gözlemlenebilir. Ayrıca bu çocuklar kararsız veya güvensiz bağlanma stilleri olan çocuklardan daha az yıkıcı, agresif ve daha olgun olabilir” bilgilerini verdi.

“Mükemmel anne olmanız gerekmiyor”

Bebekle güvenli bir bağ kurmak için mükemmel anne olmak gerekmediğini vurgulayan Uzm. Dr. Çebi, “Ebeveynlerden ayrılabilir, korktuğunda ebeveynlerinin onu rahatlatmasını bekleyebilir. Ebeveynlerin dönüşünü olumlu duygularla karşılar, itme ya da reddetme gibi davranışlar sergilemez. Ebeveynin yokluğunda diğer insanlar tarafından bir ölçüde rahatlatılabilirken ebeveynleri yabancılara tercih ederler” şeklinde konuştu.

“Bağ kuramadım diye ümitsizliğe kapılmayın”

Hiç bir annenin bebeği için günün 24 saatinde dikkatli ve hazır olması beklenemeyeceğini sözlerine ekleyen Uzm. Dr. Çebi, “Hayatın yoğun akışı içerisinde bebeğinizle bağ kuramadığınızı düşünebilirsiniz. Ancak bağ kurmanın bebekliğin ileriki dönemlerinde de mümkün olduğunu unutmayın. Beyin gelişebilen bir yapı olduğu için bu bağı oluşturmak her zaman mümkündür. Bağlanma konusunu çocukluk döneminde de ilişkinizin bir parçası haline getirebilirsiniz. Bebek ihtiyaçlarını gözden kaçırdıysanız veya yanlış yorumladıysanız, onun neye ihtiyacı olduğunu gözlemleyerek güvenli bağlantı sürecini oluşturabilirsiniz. Bu çabalar güveni derinleştirebilir ve size çocuklarınızla daha güçlü bir ilişki kurma şansı verebilir” ifadeleri kullandı.