blank
Asuman Doğan tarafından
18 Kasım, 2025 09:50 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 2dk
Yorum: 0

BU MAHALLELER KENTSEL DÖNÜŞÜM BEKLİYOR

Karabük’ün kuruluş döneminden bu yana kentin çekirdeğini oluşturan Yeni, Atatürk, Namık Kemal, Makasbaşı, Kayabaşı ve Bayır Mahallelerinde yer alan 70 yılı aşmış yapı stoğu, uzmanlara göre şehrin deprem riski karşısındaki en zayıf noktası olarak öne çıkıyor.

Kuzey Anadolu Fay Hattı’na yakınlığı nedeniyle 1. derece deprem kuşağında bulunan Karabük’te özellikle bu altı bölgenin acilen kentsel dönüşüm programına dahil edilmesi gerektiği ifade ediliyor.

YORGUN MAHALLELER ALARM VERİYOR

Kent merkezinin en eski yerleşim alanı olan bu mahallelerin büyük bölümü, ekonomik ömrünü tamamlamış binalarıyla “kentsel yorgunluk bölgesi” olarak nitelendiriliyor. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’nin 2018’de güncellenen standartları dikkate alındığında söz konusu bölgelerdeki yapıların önemli bölümünde taşıyıcı sistem zafiyeti, donatı eksikliği, düşük beton kalitesi, temel izolasyonu bulunmaması ve inşa edildiği dönemin deprem kurallarını karşılamama gibi sorunlar tespit ediliyor. Bu özellikleri nedeniyle pek çok bina “riskli yapı” grubunda değerlendiriliyor.

Yaklaşık 70 yıl önce inşa edilen binalarda çoğunlukla alt gelir gruplarının yaşaması, dönüşüm sürecinin sosyal boyutunu da kritik hale getiriyor. Uzmanlar, yapısal riskin yanı sıra nüfus yoğunluğu, dar sokaklar ve acil müdahaleye uygun olmayan mahalle dokusunun deprem anında büyük tehlike oluşturabileceğini vurguluyor. Olası bir afette en fazla can kaybı ve bina çökmesi ihtimalinin bu bölgelerde olduğu belirtiliyor.

SEÇİM ÖNCESİ VERİLEN SÖZ RAFTA MI KALDI?

Karabük kamuoyunda kentsel dönüşüm beklentisi, seçim öncesinde dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’nın bölgeyi gezerek yaptığı “Buralar acilen toplu kentsel dönüşüme alınmalı. Seçimden sonra başlayalım.” açıklamasıyla artmıştı. Ancak seçim sonrası bakanlık görevinde değişiklik yaşandı ve sürecin henüz resmen başlamamış olması vatandaşlarda belirsizlik oluşturdu.

Göreve gelen yeni Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un Karabük kamuoyunda “kentin eniştesi” olarak gördükleri bir isim olması nedeniyle dönüşüm sürecinin hızlandırılacağına yönelik beklenti sürüyor. Bakan Kurum’un Karabük’e olan yakınlığının, dosyanın yeniden ele alınmasına katkı sağlayabileceği ifade ediliyor.

KARABÜK’ÜN GELECEĞİ İÇİN KRİTİK ADIM

Mahalle sakinleri ve şehirdeki kanaat önderleri, konunun yalnızca konut yenilenmesi olarak değil, doğrudan bir yaşam güvenliği meselesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Deprem yönetmeliklerine uygun olmayan, yalıtımsız, fiziksel olarak yıpranmış ve sosyoekonomik açıdan dezavantajlı nüfusun yaşadığı binaların Karabük için ciddi bir risk kaynağı oluşturduğunu dile getiren vatandaşlar, “Bugün olmazsa yarın çok geç olabilir.” diyerek dönüşüm sürecinin başlatılmasını talep ediyor. İş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarının da ortak çağrısı kentsel dönüşümün artık siyasi bir gündem maddesi değil, şehrin geleceği için zorunlu bir adım olarak görülmesi önem taşıyor. Uzmanlar, dönüşümün gecikmesi halinde muhtemel bir depremde ağır sonuçlar ortaya çıkabileceğine dikkat çekerek, merkezi idare ve yerel yönetimlerin en kısa sürede ortak bir yol haritası açıklaması gerektiğini ifade ediyor.

Bizi sosyal medyadan takip edin

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

blank
Avatarı
Atilla Çilingir tarafından
18 Kasım, 2025 10:06 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 3dk
Yorum: 0

KIBRIS’TA RUMLARLA İÇ, İÇE YAŞANIR MI?

   Yazıma başlık yaptığım soruyu bir kez daha tekrarlayacak olursam:

  ‘’Kıbrıs’ta Rumlarla iç, içe yaşanır mı?’’

  Böylesi bir soruya cevap verebilmek için adada yaşanan gerçekleri iyi bilmek, bu gerçeklerden ne kadar etkilendiğimizi iyice değerlendirmek gerekir.

   Aslında bu sorunun cevabını vermek için öyle asırlarca geriye gitmeye, tarih sayfalarını çevirmeye hiç gerek yok!

  Adanın yakın tarihinde yaşanan gerçeklere bakıldığında bu sorunun cevabı hemen verilecektir. Şu gerçekleri kısaca bir hatırlayıverelim:

  • Ada Türklerinin, komşuları Rumlar tarafından topyekûn ortadan kaldırılmalarına ramak kala 1974’te Türkiye’nin müdahalesi ile yeniden yaşama dönmeleriyle birlikte adada iki ayrı bölge iki ayrı devlet oluşmuştur.
  • 1974 yılında yaşanan bu gerçeğin ardından BM ve uluslararası toplum adanın kuzeyinde 1983’te kurulan KKTC devletini tanımamış, adanın kuzeyini Türkiye’nin işgal ettiğini duyurmuştur.
  • 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı adada kurulan bu cumhuriyetin enosise giden bir amaç olduğunu ifade ederek, 1963’te bu cumhuriyetin kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk tarafını dışlamış, sonrasında da adada yaşayan Türkleri adeta cehennemi bir yaşama mahkûm etmiştir.
  • 15 Temmuz 1974’te adada yaşanan Yunan cuntası destekli darbe ile ada Yunanistan’a bağlanmak istenmiş, darbenin hedefi ada Türklerinin topyekûn imhası olmuştur. Bu acımasızlığa mani olmak için gerçekleşen 20 Temmuz 1974 barış harekâtımızla adaya hem barış, hem de huzur hâkim olmuştur.

Ya bugünün gerçekleri nedir?

  • Adanın kuzeyinde kurulu KKTC’yi Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamaktadır.
  • Adada Rumlarla anlaşma sağlamak maksadıyla yapılan her müzakere sürecinde adalı Türkler hala 1960 anlaşmasında kazandıkları haklar ile sınanmakta, hatta Rum tarafı bu hakları dahi çok görerek azınlık haklarından bir fazlasını dahi vermek istememektedirler.
  • 1968 yılından beri süregelen müzakereler dönemi daima Rumların ne istediğine göre yürütülmüş, Türk tarafının vermiş olduğu her taviz sonrasında yeni bir taviz daha istenmiştir.
  • BM, AB ve adada menfaati olan devletler adanın yasal hükümeti olarak GKRY tanımakta, 1974’te hiçbir şey yaşanmamış gibi hala 1960 Kıbrıs anayasasını esas almaktadırlar. Ki, o meşhur Annan Planı da bu anayasaya göre hazırlanmıştır.
  • Ve Annan planının nasıl bir tuzak olduğu Rumların AB’ye üye yapılması ile daha iyi anlaşılmıştır.
  • Adanın kuzeyinde kurulu KKTC’de yaşayan vatandaşlarımız, ekonomi, eğitim, ticaret, turizm, spor, sanat v.d faaliyetlerinde Rumların insanlık dışı ambargosu ile karşılaşmakta, insanca yaşam hakları Rumlar tarafından gasp edilmektedir.
  • Aslında adanın hem kuzeyinde, hem de güneyinde yaşayan iki halk da bu yeni sürece uyum sağlamıştır. Ancak özellikle adanın siyasal yaşamına müdahale ederek, kendi çıkarlarını hedefleyen kimi ülke siyasetçileri adadaki bu uyumu kendi istekleri doğrultusunda devşirerek, adanın Rum yönetimine geçmesi için türlü planlar yapmaya devam etmektedirler. Rum yönetimi de bunu sonuna kadar kullanmaktadır. En önemli hedef; Türkiye’nin ve Türk askerinin adadan çıkarılmasıdır.
  • Kıbrıs adasının çevresinde tespit edilen doğal gaz ve petrol yataklarının zengin cazibesi, bu siyasetçilerin bu yataklardan pay alabilmek için hedefledikleri en önemli şeydir.

       Bu arada Türkiye Lozan anlaşması ile Kıbrıs’ta sağlanmış dengeyi bozarak, ada üzerindeki tarihi ve yasal haklarından vazgeçer mi?

         Şimdi yukarıda sıraladığım gerçeklere bakıldığında Türklerle, Rumlar iç, içe eşit hak ve hukuk çerçevesinde yaşayabilirler mi?

        Dili, dini, örf ve geleneği birbirinden çok farklı; tarih boyunca türlü çatışmalar yaşamış bu iki toplumu yeniden bir araya getirmek nedendir?

       Yaşamları boyunca Rum tarafının ihanetine uğramış, türlü tedhiş hareketleri ile katledilmiş Kıbrıs Türkleri Rum tarafına nasıl güvenecektir?

     Varsayalım ki, bir gün adada anlaşma olduğunda bu anlaşmanın kalıcı olacağının garantisini kim verecek? Bu anlaşmanın garantörü kim olacaktır?

      Adada yapılan seçimler sonrası her iki tarafta da yeni bir yönetici seçildiğinde yepyeni umutlar pompalanır. Taraflar arası görüşmelerin başlayacağı haberleri yayılır.

    19 Ekim 2025 tarihinde KKTC’de yapılan seçim sonrasında da aynı şey yapılmış. KKTC Cumhurbaşkanı olarak seçilen Sn. Tufan Erhürman’ın da yakın bir zamanda Rum lideri ile görüşeceği açıklanmıştır.

  Her iki taraf liderinin diyaloğu önemlidir. Ancak, sonuca odaklı olması ve her iki tarafı da memnun etmesi gerekir. Bunun için de Rum tarafının hep bana tavrından vazgeçmeleri gerekecektir.

   Sonuç olarak;

   Özellikle KKTC’deki genç nüfusun ada gerçeklerini bilmesi, yaşanan gerçeklerden ne kadar etkilendiğimizi görerek hareket etmesi gelecekleri açısından önem taşımaktadır.

  Unutulmasın ki, yıllar önce Girne kentini, denizi ancak boğaz bölgesine kadar giderek oradan seyredebilenler, Rum mezaliminden kurtulup da Hamitköy ovasında kurulu çadırlarda yaşam mücadelesi verenler, gündüzleri çalışıp, gecelerini mevzilerde vatan savunmasında geçirenler yıllarca Rumlarla iç, içe yaşamanın ne kadar zor olduğunu iyi bilirler.

   Onların anlattığı bu gerçekler günümüz gençlerine belki bir şey ifade etmeyebilir! Ama gençlerimizin bugün yaşadıkları gerçeklerin de onlarınkinden ne farkı var?

   Bunu da düşünmek gerekir…

Atilla Çilingir

www.atillacilingir.com

16 Kasım 2025

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.