“Belki küçük yüreklerimiz. Belki aklımız ermiyor, belki de anlamıyoruz bu dünya düzenini. Ama dedim ya küçük bizim yüreğimiz. Büyüklerin oynadığı zalimce oyunlardan zararlı çıkan, hayatı tanıyamadan ölüme giden yani hep ebe olan küçük bedenleriz biz. Sadece huzur isteyen, sevgi isteyen verdiğiniz aşa ekmeğe razı olan Suriyeli çocuklarız biz. Biz güneşin doğmadığı karanlık, simsiyah ülke Suriye’den geldik. İğne ucu kadar gördüğümüz ışığı takip edip güneşin sıcaklığını hisseden Suriyeli savaş çocuklarıyız. Dünya üzerinde tüm çocukların hakları varmış. Yaşama, eğitim, sağlık, yeni öğrendim. Çocukluğumu yaşamak, sokakta arkadaşlarımla korkmadan oynamak, kavga etmek sonra barışmak, hasta olup nazlanıp nazlanıp ilaç içmek, evde odamı dağıtıp annemden laf işitmek, bunlar benim özlediğim haklarım. Her şeyin en iyisini vermek istersiniz çocuğunuza değil mi? Bu çocuğunuzun hakkı. Ben bütün haklarımdan vazgeçiyorum. Parktaki oyuncaklarım kırılmış olsun önemli değil. Bırakın, çekin ellerinizi ülkemden. Bomba seslerinin olduğu sokağıma çıkayım. Nefes alayım, bırakın... Sadece parmağım kapıya sıkıştığında, düştüğümde canım yansın istiyorum. Sadece o zaman ağlamak istiyorum. Gözyaşlarımı silip oyunuma devam etmek istiyorum. Yeter artık duyun sesimizi. Müslüman çocuklara yapılan bu zulme “Dur” deyin. Yukarıda okuduğunuz satırlar, Kilis ilimizin Elbeyli Mülteci Kampında yaşayan Suriyeli küçük bir mülteci çocuk tarafından kaleme alınmıştır. O küçücük yüreğinde kopan insanca yaşamak düşünceleriyle; başta iç savaşı körükleyen kendi yöneticileri olmak üzere, yedi yıldan beri ülkesini bombalayan, Suriye’de kullanılan tüm silahları üreten sözde barışçı emperyalist güçlere insanlık dersi veriyor… O hayatı hiç tanıyamadan, büyüklerin savaş oyunuyla ebelenen hep biz çocuklarız derken ne kadar haklı. O doğduğu ülke Suriye’de bir lokma ekmeye muhtaç bir yaşama mahkûm edilmiş, güneşi iğne ucu kadar delikten görebilen, savaşın kapkara ettiği ülkesinde savaşın çocuklarıyız biz derken, yaşadıkları ayıpları ne kadar da gerçekçi anlatmış. 2011 yılından bugüne Suriye’de yaşanan savaşta en çok etkilenen çocuklar. Onlar suçsuz, onlar günahsız. Ama en çok da ölenler, öldürülenler onlar. Tek suçları Suriye’de doğmaları, savaş denen cehennemi hayatı yaşamak zorunda kalmaları. Ya bu dünyanın çocukları olarak onların insanca yaşam hakları? Hatırlayın! Daha birkaç hafta önce Esed denen o canavarın kendi insanları üzerinde kullandığı kimyasal silah nedeniyle televizyonlara yansıyan çocuk görüntülerini. Ağızlarında emzik taşıma yaşında olanların dahi nefes almakta zorlandıkları bir tablo, her birisinin ağzında bir maske… 21’nci yüzyılın en büyük insanlık trajedisi Doğu Guta ’da yaşanıyor. Esed rejiminin kara ve hava saldırılarının yanı sıra, "aç bırakma silahı" ile de vurduğu Doğu Guta ‘da en büyük mağduriyeti bebekler ve çocuklar yaşıyor. Basına yansıyan birçok vakada çocukların "açlıktan kemiklerinin sayılır duruma geldiği" ancak çocukların sessizce ölümü beklemekten başka çareleri olmadığı görülüyor. Suriye savaşında yaşanan çocuk dramlarını izledikçe, onların çaresizliği anlatan feryatlarını duydukça her gün yürek yakan görüntüleri televizyon ekranlarına yansıdığında insan olanların gözler yaşlanıyor, vicdanlar isyan ediyor artık. Ama acımasızca o toprakları bombalayan, hatta kimyasal silah dahi kullanarak kendi insanlarını katletmekten çekinmeyen kendi yöneticilerinin kılı bile kıpırdamıyor. Amerika ve diğer ortakları; İngiltere, Fransa; yine dediklerini yaptılar. Her zaman olduğu gibi yine İslam Âleminin kutsal bir gününde Miraç kandiline rastlayan gece, Suriye’deki kimyasal silahları üreten tesisleri, askeri hedefleri binlerce kilometre öteden füzelerle vurdular. Ne değişti? Bu füze saldırısı sonrasında Esed rejimi gitti mi? Bölgedeki askeri operasyonlar sona mı erdi? Rusya tamam, Esed’i desteklemekten vazgeçtim mi dedi? Değişen nedir? Kocaman bir hiç! ABD Başkanı Trump sadece kendi iç meselelerinden az da olsa sıyrıldı, Amerikan halkının dikkatini Suriye’deki operasyona çekti. Hepsi bu kadar… Ya orada yaşanan insanlık dramı? Ya orada savaşın orta yerinde kalıp da bir lokma ekmeğe, bir yudum temiz suya muhtaç kalan on binlerce çocuk? Bu savaştan en çok etkilen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü bu insanlara kucak açan sadece Türk Milleti; ne Avrupa ülkeleri, ne de Arap dünyası… Suriye’deki savaştan kaçarak, ülkemize sığınan milyonlarca mültecinin yüz binlercesi çocuk. Ülkemizin pek çok yerleşim yerine dağılmış, çoğu okul çağında ama okula gidemiyor. Aileleri parçalanmış, çoğu anne babasız kalmış. Çaresizce yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Onlar savaşın ne olduğunu bilemeyecek kadar küçükler, onlar çocuk. Aslında o küçük Suriyeli mülteci çocuğun aşağıdaki cümleleri, onların içinde bulunduğu durumu ne kadar da güzel anlatmış: ‘’Parktaki oyuncaklarım kırılmış olsun önemli değil. Bırakın, çekin ellerinizi ülkemden. Bomba seslerinin olduğu sokağıma çıkayım. Nefes alayım, bırakın... Sadece parmağım kapıya sıkıştığında, düştüğümde canım yansın istiyorum. Sadece o zaman ağlamak istiyorum. Gözyaşlarımı silip oyunuma devam etmek istiyorum. Yeter artık duyun sesimizi. Müslüman çocuklara yapılan bu zulme “Dur” deyin.’’ Dünyanın üçte birinde savaşlar yaşanıyor. 66 ülkede savaş var! Unutulmasın ki bu savaşların tamamına yakını Müslüman ülkelerde yaşanıyor. En can yakıcısı da Suriye’de… Yaşanan savaş görüntülerine bir bakın; dikkatle bakın! O cehennemi ortamlardan gelen feryatların tamamı çocuk sesleri. İnsanlık âlemi cinnet geçiriyor adeta. 21’nci yüzyıldan gelecek nesillere kalacak ise; insanlık ayıplarıyla, çocukların yaşadıkları zulümdür sadece… Atilla Çilingir www.atillacilingir.com 16 Nisan 2018