blank
Atilla Çilingir tarafından
12 Ağustos, 2015 10:57 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

SAVAŞ VE İNSAN..! ”Savaşın bir tek kazananı vardır: Ölüm, sadece ölüm…”

''Hayatımın en onurlu, en gururlu anını yaşıyordum… Vatan görevini yerine getirebilmek adına, ettiğimiz yemine sadakatle bağlı kalarak, Kıbrıs adasına çıkmıştık o gün! Amacımız; Rumların topyekûn ortadan kaldırmaya yemin ettikleri, bu amaçla katletmeye başladıkları Kıbrıs Türk'ünü kurtarmak ve adanın Yunanistan'a bağlanmasını önlemekti. Tarih, 20 Temmuz 1974'ü gösteriyordu…'' Ve… Zaferlerle dolu tarih sayfalarımızın omzumuza yüklediği o ağır ama onurlu yükü taşıyan iman gücümüzle, en nihayetinde savaş meydanlarına korkusuzluğu, merhameti ve yiğitliği ile nam salmış 'Türk Milletinin' simgesi Mehmetçiğe komutanlık yaparken; 41 yıl önce tanıdım 'Savaş' denen canavarın ölüm dolu yüzünü… Kan kokusunun sindiği nefret ve kin dolu savaş denen acımasızlık; sadece ölümün soğuk yüzünü yansıtıyordu… Ecel miydi, Azrail miydi girdiği kılık, taşıdığı ölümcül kıyafet? Bilinmezdi ki, kime niyet, kime kısmet! Kaderde ne varsa o olacaktı; alın yazısı neyse o… '' 1974 Kıbrıs savaşlarında 2'nci harekâtın başladığı Ağustos'un 14'ncü günü, ölüm korkusuyla fal taşı gibi açılmış bir çift gözün ne demek istediğini ilk kez o an anlamıştım! Tir, tir titreyen bedenine sarılmış iki küçük yavrusunu koruyup, kollayabilmek için büyük bir çaba harcıyordu! Yanan saman balyalarının arasında düşen havan mermileri sağında solunda patlarken; Hamit Köy ovasının cehenneme döndüğü o düzlükte, ne yapacağını şaşırmış çılgın bir kısrak gibi bir o yana, bir bu yana koşuşturup duruyordu! O bir anneydi, kanatlarının altında iki yavrusu olan… Savaşın orta yerinde kalmış sivil yaşamın anaç yüzüydü o… Kıbrıs'ın Ağustos ayının bilinen sıcaklığını, neredeyse iki katına çıkaran savaş denen cehennemin orta yerinde kalmış; bir anne ve iki küçük çocuk. Kocası belli ki cephede mücahit, küçücük bir Türk ailesi… Ve bu çaresiz insanlar: Rum topçusunun Atalasa bölgesinden, Rum tarafındaki Büyükkaymaklı ve Eğlence Köyü bölgelerinden, taarruz bölgemize yağmur gibi yağan topçu, havan ve piyade silahlarının ölüm saçan mermileri nedeniyle kısa bir süre sonra gözden kayboldular, yitip gittiler… Ölümün soğuk yüzü, o cehennemi savaş ortamında yakalamıştı o suçsuz insanları… Nedenini, niçinini sorgulayamadan öldüler..!'' İşte savaş denen canavarın en acımasız yüzü buydu, suçsuz insanların hayatlarının son buluşuydu… Dünya savaş tarihi incelendiğinde; bu beş harfli canavarı yaratanda insandı, sonlandıranda, insan! Savaş meydanlarının en acımasız silahı olan insan! Günümüze döndüğümüzde, neredeyse ülkemizin son 10 yılında; sınırlarımız ötesinde alev topuna dönen bir Ortadoğu coğrafyası ile karşı karşıyayız… Bu coğrafyada milyonlarca insan, savaşın ölümcül yüzünü tatmış, hayatta kalabilenleri paramparça olan vatanlarından ayrı; orda burada yaşam savaşı vermektedirler… Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da ve en nihayetinde burnumuzun dibinde Suriye'de bir insan sefilliği yaşanmaktadır! Paramparça olmuş bu ülkelerin insanları, vatanlarından binlerce kilometre uzakta; ser, sefil perişan bir haldedir. Özgürce, insanca yaşayabilmek için Avrupa yollarına düşmüşler, binlercesinin hayatları; insan kaçakçılarının pençesinde Akdeniz'in, Ege'nin derin sularında noktalanmaktadır… Neden? Bu ülkelerin insanları mı savaşmayı istedi? Yoksa savaş mı gelip onları buldu? Her savaşın bir nedeni mutlaka vardır! Ama savaş denen canavarı yaratan da, savaşa bulaşanda insandır… Ülkemize baktığımızda; 1984 yılından beri devam eden P.K.K terörünün, vatan topraklarımızda bitmez tükenmez kan ve kin dolu eylemleri, önceleri güneydoğu bölgemize odaklanmış iken, yeniden ülke sathına yayılmış; 'çözüm süreci' adına susan silahlar; 7 Haziran 2015 milletvekili seçimleri sonrasında, bilinen olaylar nedeniyle yeniden kan kusmaya/kusturmaya başlamıştır..! Bu acı tablonun yanında; bir de Suriye iç savaşının, bölgeye ve ülkemize yansıması olan IŞİD terör örgütü eylemlerini değerlendirdiğimizde; savaşın ne kadar acımasız, ne kadar ölümcül gerçek olduğunu daha iyi anlarız… Savaş'ın görünen yüzü; insanların bitmez tükenmez ihtiraslarını, aklın yerini alan hırsın ve kinin acımasız uygulamalarını anlatır..! Hiç düşündünüz mü? 1923 yılında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, devletimizin vatan topraklarımızın ardında kalan 92 yıllık süreçte, milletçe ne büyük zorlukları aşarak bugünlere geldik. Son dönemde düşünülmesi gereken en önemli şey işte budur. Ardımızda kalan kan çanağına dönmüş süreçte nice Koçyiğitleri bu zorlukları aşmak adına feda ettik, binlerce vatan evladını şehit verdik. Ama vatanımız diye bellediğimiz, misak-ı milli sınırlarımızın çevrelediği bu son coğrafyada neredeyse bir asırdan beri birlikteliğimizi hiç bir neden bozamadı, bozdurmadık; hiçbir ihanete, bölücülüğe geçit vermedik. Kuruluş manifestosuna kan ve can verdiğimiz; hiçbir ayrımcı kimliği öne çıkarmadan, inanç ve iman birliği ile kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka, Türk Milleti dedik; anayasamıza da bu tanımı böyle mühürledik… Hiç kimse gocunmadı bu kimlikten, hiç kimse benim kimliğim senin kimliğinden daha üstündür demedi. Aile birlikteliğini kurduk, aziz vatan topraklarında, birbirimizden kız aldık, kız verdik doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine güzel Anadolu'muzdan. Hiç kimse ne inancından, ne de kimliğinden dolayı bir, birini yermedi, küçümsemedi. Ataya, anaya, babaya saygı, küçüklere sevgi, örfümüz oldu; asırlar öncesinden bize yadigâr. Gelenek ve göreneklerimizle gönüllerde taht kurduk, milletçe dünyaya örnek olduk… Tarihe nam salan 'Türk Gibi Güçlü' tanımlamasıyla gururlandık. Bu güç birlikteliği ile anlımızın teri, tertemiz emeklerimizle, canla başla çalışarak, aydınlık ufuklara doğru yol aldık, genç nesillere doğru olan yol budur diye gösterdik. Hiç kimseye bu yolda boyun eğmedik, eğilip, bükülmedik. Bugünler böyle geldik… Şimdilerde bir durup düşünün! Bir bakın çevrenize! Sadece bakmayın, görün, anlamaya çalışın, sorgulayın yaşananları mantık süzgecinde… Neler oluyor, neler yaşanıyor ülkemizde? Her taraf toz duman, sokaklar silah sesleriyle dolmuş. Saygı ve sevginin yerini kin ve öfke almış. Korku dolu bir yaşamı hak etmiyor bu millet, bu güzel ülke… Ülkemizin her yanından ''Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez'' sesleri yükseliyor; yürekler parçalanmış analar, babalar, eşler evlatlar ağıtlar yakıyor… Açılımlar, dönüşümler, çözümler, çözülmeler… Yeter artık yeter. Ardımızda kalan zaman artık kan ve barut kokmasın. Gencecik fidanlar; ''terör belası'' ile yanmasın, anaların yürekleri dağlanmasın… Bulun çaresini artık bu acıların. Getirin verdiğiniz sözleri yerine. Milli iradeye hükmedenler çözün artık bu sorunu, bitirin yıllardır süregelen bu bozukluğu… Bu ülkenin evlatları birbiri ile kucaklaşsın yeniden. Kin yumakları değil, sevgi yumakları sarsın ülkemizin her yanını. Durdurun akan bu kanı, bitsin artık bu acı. Yitip gitmesin ana kuzuları. Görünmesin al bayrağa sarılı şehitler. Yeter artık, yeter… Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs Gazisi www.atillacilingir.com