blank
Atilla Çilingir tarafından
03 Kasım, 2015 11:52 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

SALTANAT MI? DEMOKRASİ Mİ?

‘’Demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20’nci yüzyıl; birçok despot hükümetlerin, bu devirde boğulduğunu görmüştür!’’ (Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1924) Milenyumlu yılların ilk çeyreğini yaşadığımız ülkemizde özellikle bu dönemde çokçasına gündeme taşınan Saltanat’ın, 1 Kasım 1922’de neden kaldırıldığını? Türk Milletinin karakterine en uygun yönetim biçimi olan ‘’Demokrasinin’’, milli iradeyle nasıl buluştuğu anlatarak; 92 yıl önce genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulduğu dönemde yaşananları, bir kez daha hatırlamanın doğru olacağına inanıyorum… T.D.K’na göre (Türk Dil Kurumu) Saltanat: Bir ülkede hükümdarın, padişahın, sultanın egemen olması. Demokrasi ise: Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi olarak belirtilmiştir. Saltanat; Osmanlı devletinde ‘babadan oğula’ geçen tahtın adıdır. Osmanlının son döneminde ülkemizi lokma, lokma yutmaya azimli işgalcileri denize döken milletimiz; bunun bedelini kanı ve canıyla ödedikten sonra, Sevr antlaşmasının tüm teslimiyetlerini paramparça ederek, Lozan’da işgal devletlerinin suratına bir tokat gibi çarpmıştı. İşte o süreçte, yeni Türk Devletinin siyasal yapısını sağlamlaştıracak ilk adım, saltanatın kaldırılması olacaktı. Ancak bu hiç de o kadar kolay olmadı! Çünkü Türk Ulusu tarih boyunca, başında bir hükümdarın bulunmasına alışmıştı. Kaanlar, Hakanlar, Padişahlar. İslamiyet’in kabulünden sonra da, Halifeler. O nedenledir ki, yüzyıllarca süren bu kökleşmiş yönetim biçimini değiştirerek, ‘’Padişahsız’’ bir Türk Devleti kurmak o kadar kolay olmadı! Mustafa Kemal kurtuluş savaşını başlattığı, Anadolu’ya ayak bastığı ilk günden itibaren ‘’Milli Egemenliğe’’ dayalı bağımsız bir devlet kurmayı hedeflemişti. Bunu gerçekleştirebilmek adına da genelgeler yayınlayarak, kongreler düzenleyerek, bir yandan ulusal güçleri birleştirmeye; bir yandan da milli egemenlik anlayışını çevresindekilere benimsetmeye çalıştı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasından sonra yapılan Amasya, Erzurum, Sivas kongreleri, buralarda alınan kararlar ve açıklamalar bu amaca yöneliktir. Sonrasında, bağımsız bir Türk Devletinin kuruluşuna giden yolda; T.B.M.M’nin açılması, Cumhuriyetin ilanı, milli egemenliğin, demokrasinin halkla buluşması, bu sürece önderlik eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarının, o altın neslin en büyük başarısıdır. Bu gerçek; devletimizin mührü olarak tarihe sayfalarına kazınan, bize emanet edilen en değerli hazinedir. Lozan anlaşması öncesinde 23 Nisan 1920’de kurulan yeni Türk Devleti; ‘Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Türk Milletine Ait Olduğunu’ açıklamışken, böylesine büyük bir başarıyı hazmedemeyen İtilaf devletleri; Kurtuluş Savaşımız boyunca ‘Kuvva-yı Milliye’ hareketini bölmeye çalışan, Mustafa Kemal hakkında ölüm fermanı çıkaran ‘Padişahlık’ makamı ile iş birliğini sürdürmeye devam ettiğinden; hala saltanatı süren ’İstanbul’daki Padişah Hükümetinden’ bir temsilcinin de Lozan’a davet edilmesi gerektiğini öne sürdüler! Bunun üzerine, ‘saltanat sisteminin’ bağımsızlık savaşını kazanan Türk Milletinin milli iradesine, yeni kurulan Türk Devletinin milli egemenlik anlayışına ters düşmesi, bir ülkede iki hükümetin bulunmasının milli menfaatlerimizle bağdaşmaması, halkımızın yegâne temsilcisinin T.B.M.M olması nedeniyle, 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılması kararı alınmıştır. Bu karar; 1’nci T.B.M.M’nin açılışından sonra Cumhuriyetçilik ilkesi doğrultusunda yapılmış temel bir inkılâptır. Bu tarihi gerçekler sonrasında günümüze döndüğümüzde; 92 yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinde kökleşen demokrasimiz; toplumumuzdaki siyasi, ekonomik, dini, kültürel, etnik, yasal eşitlik konularında öne çıkan anlayışın, yönetim biçimidir. Demokrasi; Monarşi, Oligarşi gibi otoriter hükümet yönetimlerinin karşısına dikilen halkın irade gücüdür. O nedenledir ki, Türk Ulusuna yakışan yönetim şekli de budur. Ortadoğu ülkelerinde halen varlığını sürdüren Monarşiyle - Oligarşiyle yönetilen ülke vatandaşlarının hak ve özgürlükleri ile demokrasiyle yönetilen ülke insanlarının elde etmiş olduğu hak ve özgürlükleri mukayese ettiğimizde; devletimizin Banisi Büyük Önder Atatürk’ün; bize armağan ettiği demokrasiyle yönetim biçiminin ne kadar önemli olduğunun çarpıcı bir kanıtıdır. O nedenle ‘Saltanat mı? Cumhuriyet mi? Sorusunun yanıtı, yakın tarihimizde yaşanan gerçeklerle verilmiştir. Halkımızın, bu mukayeseyi yapması, özgür iradesine sahip çıkarak, demokrasimizin güçlenmesi yönünde gayret etmesi, kendisini yönetenlere; yeri ve zamanı geldiğinde, bu güçlü iradeyi hatırlatması, ülkemizin gelişmesinin yanı sıra demokratik yapımızın geleceği yönünden de çok önemlidir Bu önem; Ülkemizin bugünkü siyasi ortamında ‘milli irade’ diyerek yeri göğü inletenlerin, milli iradenin ve egemenliğin yegâne sahibinin halkımız olduğunu göz ardı etmeden; halkın tüm ‘demokratik hak ve özgürlüklerini’, sonuna kadar kullanabilmelerine geçit vermelerinin yanı sıra, ülkemizin kuruluş manifestosunu, bu Gazi Topraklarda’ gerçekleşen Cumhuriyet mucizesini göz ardı etmemeleriyle anlam kazanacaktır. Atilla ÇİLİNGİR 01 Kasım 2015 www.atillacilingir.com