‘’Son Osmanlı Kıbrıs adasını terk ederken, adada boynu bükük kalan Kıbrıs Türk’ünün yüreğinde, adı ‘vatan sevdası’ olan öylesine büyük bir hasret bıraktı ki! Yıllar boyunca, o sevdadan hiç vazgeçmediler, tarihin her döneminde daima biz Türk’üz dediler. Gözleri hep Toroslara baktı… Biliyorlardı ki! Özgürlük Güneşi oradan doğacak, ilk pırıltılarıyla, Beşparmakları aydınlatacaktı. Ve öyle de oldu. Oradan doğan, sadece özgürlük güneşi değildi. Temeli kan ve can bedeliyle atılan yepyeni bir devletin de doğuşu da gerçekleşti... Adına K.K.T.C dediler, ‘Şehitlerimizin kefenine, Ay ile Yıldızı’ işlediler.’ Bu bizim öz varlığımızın göstergesi, adada; ayrı bir millet olmamızın simgesidir, işte bu bizim bayrağımızdır dediler. Vatanlarının dört bir yanını süslediler. Yetmedi; Beşparmaklara dağa, taşa kazıdılar. Gerekirse uğruna ölmek için yemin ettiler…’’ (Bk. Girne’den Doğan Güneş, Atilla Çilingir-1997) Kıbrıs adası var olduğundan beri pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve insanlık tarihinde daima önemli bir rol oynamıştır. Stratejik önemi nedeniyle, elinde bulunduran ülkeye, büyük avantajlar sağlamış ve bu nedenle de Akdeniz’de ki, uluslar arası sularda ve orta doğunun petrol yataklarında v.d enerji kaynaklarında, söz sahibi olmak isteyen ülkelerin gözü kulağı daima Kıbrıs adasında olmuştur… Osmanlı İmparatorluğu döneminde de; bu önemli ulaşım yolu (ünlü ipek yolu) Osmanlının egemenlik sınırları içerisine alınması için ada fetih edilmiştir… Üç asır boyunca Osmanlı hükümranlığında kalan ada da, Ne Rumlar, ne de diğer azınlıklar, hiçbir konuda baskı görmemiş ve asimile edilmemiştir. Tam tersine adada ki bu azınlıkların hakkı, hukuku daima en üst seviyede korunmuş, adaletli bir muamele görmüşlerdir. Ancak, birinci dünya savaşından sonra, adaya İngilizler tarafından, tek taraflı olarak el konulmasını takiben, ada tarihinin son 50 yılına baktığımız da, Kıbrıs’ta çok farklı bir süreç yaşanmıştır. Bu sürecin, bir de adı vardır: ‘’ Türk’ün Kıbrıs adasındaki tüm kazanımlarının, varlığının yok edilmesi! ’’ İşte Kıbrıs Türk’ünün yaşadıkları tüm acılar, mağduriyetler bu süreçle birlikte başlamıştır. Onlar; Rumlar tarafından, sanki o toprakların sahibi değillermiş gibi yok sayılmışlar. Adada ki kazanımları, yaşam hakları, mal varlıkları görmezden gelinmiş; sanki tarihin bir dönemine damgasını vuran hakkı, hukuku ve medeniyeti getiren Osmanlının torunları değillermişçesine muamele görmüşlerdir. Topyekûn yok edilmek istenmişler, her türlü insanlık dışı muamelelere tabi olmuşlar, evleri yakılmış, yıkılmış, mal varlıklarına el konulmuş, defalarca göç edip, yıllarca bozkırlarda ovalarda yaşamışlardır! Kıbrıs’ta değil yaşamaları, nefes almaları dahi engellenmiştir! Rumların yapmış oldukları bu insanlık ayıplarına özellikle dünyanın hak ve hukuk savunucuları sessiz kalırken! Kıbrıs Türk’ü asla pes etmemiş; biz Türk’üz bu ada parçasında Türk olarak doğduk, Türk olarak yaşayacağız andına bağlı kalarak, o acılı yıllardaki mücadelelerini başarıyla sürdürmüşler, şanlı bir direniş sergilemişlerdir. Bu onurlu mücadelelerinde yanlarında daima anavatan Türkiye vardı, sadece Türk Milletine güvendiler, özgürlüklerine kavuşacakları o günü sabırla ve büyük bir umutla beklediler. Bu uğurda nice şehitler verdiler, ama asla Rum-Yunan ikilisine diz çökmediler. 20 Temmuz 1974 onların özgürlüğünün doğuş günü oldu. Sonunda kazanmışlardı işte, özgürdüler… Anavatan’ın gözbebeği Mehmetçikler, onları bekleyen Mücahitlerle birlikteydiler. Ellerinde ay yıldızlı bayraklar, gönüllerinde vatan sevgisiyle dolu duygular; özgürlüğe kavuşmanın, zaferin çığlıkları ile dolan yepyeni bir vatan yarattılar. Ne de güzel başlamıştı o yıllarda her şey… Kavuşulan özgürce yaşamın, geleceğe olan güvenin inancını yansıtan o güzel günler… Özgürdüler, yaşam hakları güven içerisindeydi. Anavatan Türkiye’nin yasal garantörlük hakkının koruması içerisindeydiler. Hudut boylarında, vatanını koruyacağına dair yemin eden, Mehmetçiğin, Mücahidin o gür, o korkusuz sesleri duyuluyordu artık. Şimdi vatan bellenen bu toprakları geliştirmeye, yüceltmeye gelmişti sıra. Bu noktada da yalnız değildiler. Türkiye, Türk Milleti yine her şeyi ile yanlarında, yanı başlarındaydı. Ve yıllar boyunca, Anavatanları Türkiye ne dediyse onu yaptılar! Onlar; ata yadigârı Kıbrıs’ta, aynı zamanda Türkiye’nin ön cephesini savunan, o gazi toprakların, Serdarlığını da üstlendiler. Kıbrıs Türk Halkı olarak, ada tarihi boyunca; yüce Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçası olduklarını savundular, bu önemli niteliğin haklı gururunu yaşadılar… Yukarıda sıralamış olduğum gerçeklerde; Kıbrıs Türk’ünün ada ki yaşam süreçlerinin başladığı yıllardan bugüne değin, değişen hiçbir şey yoktur. Onlar günümüzde de aynı duygu ve düşünce birlikteliğini taşıyan kardeşlerimizin ezici bir çoğunluğu ile aynı niteliklere sahip; Türk Milletinin vatanına olan benzer sevdası ile dopdolu, 33 yıldır yaşayan K.K.T.C devletinin varlığını savunmaya devam etmektedirler. Değerli Okurlarım, Kıbrıs Milli Davamızla tanıştığımda 23 yaşında gencecik bir teğmendim. Ata yadigârı vatan toprağımız Kıbrıs’ta görev yapmak için defalarca dilekçe verdim olmadı. Ama Allahın büyük bir lütfu gerçekleşti; bu defa, Kıbrıs’ta kardeşlerimizin yaşam ve var oluş hakkı için kendimi savaşın içinde buldum… 43 yıldır kan ve can bağımızla tanıdığım, O Kahraman ve Mücahit Kıbrıs Türk’ünün mücadelesinin, 1974 sonrası yaşadıklarına tanıklık ettim. Onların yaşadığı her önemli olayı yakinen takip ettim. Onlarla birlikte yaşadım, o topraklarda yıllarca görev yaptım, yetmedi aynı kimliği taşıyan yurttaşı oldum. Ama öyle bir an geldi ki! Yıllar önce birlikte omuz, omuza savaştığım o kahraman kardeşlerimin içerisinden çok aykırı, farklı sesler duyulmaya başladığında sene 1985’i gösteriyordu! Savaştan sonra görevli olarak geldiğim vatanımda, K.K.T.C’de, o yıl ilk kez milletvekili seçimi yapılacaktı… Kurucu meclis göreve geleli 2 yıl olmuştu ve demokrasinin gereğince artık seçim zamanıydı… İşte o yılın 12 Mayısında Lefkoşa’daki görev yerime giderken, Küçük Kaymaklıdaki, mezarlığın duvarına, yazılan o yazıyı okuduğumda bir an ne yapacağımı şaşırmış ve acaba yanlış bölgede miyim? Diyerek, etrafıma bakmıştım! Duvarın üzerinde kırmızı renkle aynen şöyle yazıyordu: ‘’ Faşist ordu dışarı...’’ Önce çok şaşırdım! Bu topraklarda, Türk ordusundan başka bir ordu yoktu ki! Gözlerime inanamadım, ne yapacağımı şaşırdım ama o görüntüyü ömrümce unutamadım… 1974 yılının o zafer günlerinden sonra böyle bir yazıyı, uğruna savaştığımız o topraklarda okumak, bana inanılmaz bir acı vermişti. Bir an bu vatan uğruna seve, seve hayatlarını feda eden şehitlerimiz aklıma geldi, üzüntümden nefes alamadım, kahroldum… Sonra görev yerime katılıp da, görevi devredecek arkadaşımdan, o yazıyı yazanların kimler olduğunu belirten yanıtı aldığım o günden sonrasında hep şunu düşündüm! Ya bir gün bu yazıyı yazma cüretini gösterenler, gün gelirde bu yazdıklarını yüksek sesle telaffuz ederler ve Güney’de yaşayanlarla iş birliği içerisine girerlerse, orada neler yaşanırdı? O günlerden bugünlere neredeyse yarım asır geçti… Bu yıllar içerisinde, dünyada pek çok şey değişti… Kimi ülkeler, kimi rejimler, kimi liderler, kimi görüşler… Her şey öylesine değişti ki! Pek tabiidir ki Kıbrıs adasında da çok şeyler değişti! 20 Temmuz 1974 de yani Kıbrıs Türk Halkının özgürlüğüne kavuştuğu o yılda doğanlar, bugün 43 yaşında… O Zafer gününü yaşatanların pek çoğu hayata veda etti! Hayatta olup da o zafer günlerini birlikte yaşadığımız kardeşlerimizin pek çoğunun görüşleri de değişti! Ama bu da normal değil mi? Kimilerine göre yaşadığımız zamanın gerekleri de değişti! Artık vatan, millet, bayrak, devlet kavramlarını savunanlara, statükocu deniyor! Çünkü özgürlüğün simgesi olan o özel nitelikler, kimilerine bir anlam ifade etmiyor! Her şey öylesine değişti ki! Gün geldi, bağımsızlık uğruna savaşan, evlatlarını bu uğurda feda eden Kıbrıs Türk Halkının Cumhurbaşkanı makamında oturan kişi: ‘’Egemenlik uğruna ölünecek Leyla değildir!’’ Diyerek, Kıbrıs Türk Halkının egemenlik hakkından vazgeçivermiş, ‘’Kıbrıslılık’’ tanımlamasıyla; tek egemenlik, tek devlet, tek millet olmaya evet demişti! Dedim ya! Ada da her şey çok değişti ama çok da gelişti! Demokrasinin, gelişmişliğin gereği olarak, eleştirilmeyen konu, tenkit edilmeyen kişi, olgu kalmadı artık! Yıllar önce Küçük Kaymaklı mezarlığının duvarlarına yazılan o üzücü yazının daha beterleri; günümüzde pankartlara yazı olup taşınıyorlar, ‘Şehitlerimizin’ adını taşıyan meydanlarda, caddelerde şimdi! Dedim ya! Ata yadigârı topraklarımızda, Kıbrıs Türk’ünün yaşam hakkı için Mücahitlerimizle birlikte omuz, omuza savaştığımız Kıbrıs’ta, çok şeyler değişti! Ama Kıbrıs’ta değişmeyen tek bir şey kaldı! O da; Kıbrıs Türk Halkının yaşam hakkının görmezden gelinmesi! 1878 yılından beri bitmeyen acıları, görmezden gelinen insanlık ayıpları ve bu ayıpları yaşayan Kıbrıs Türk Halkının adada ki tarihsel, hukuksal kazanımları. Kıbrıs konusunun müzakere masasına getirildiği 1968 yılından bugüne kadar geçen süreçte, her defasında Kıbrıs Türk’ü ödün verdi, yetmedi! Daha vereceksin dediler! Her defasında ona hiç sormadılar! Sen ne istiyorsun demediler! Daima kimi siyasilerin tercihlerini, emperyalist güçlerin dayattıklarını gördüler… Kıbrıs müzakerelerinin tümüne, Rumların isteklerine göre yön verdiler, yönlendirdiler! Sanki Kıbrıs Türk’ünün söyleyeceği hiçbir sözü yokmuşçasına hareket ettiler! Öyle bir an geldi ki! Bir plan ürettiler! Adına Annan dediler. Bu plan ile halkın gözünü öylesine kamaştırdılar ki! Oylama günü geldiğinde; kendi kurdukları devleti ortadan kaldırılması için Kıbrıs Türk’üne evet bile dedirttiler! 43 yıldan beri Kıbrıs Milli Davamızı yakinen takip eden, ‘O Gazi Topraklarda’ vatan ve vazife uğruna savaşan, sonrasında elimde kalem; yazdığım kitaplarımla, güncel makalelerimle, türlü toplantılarda ki söylemlerimle; bu milli davamızı savunan bir Kıbrıs Gazisi, bir yazar olarak, günümüze baktığımda: Ne acıdır ki, söyleyebileceğim tek bir şey vardır! O da şudur: Nedir Bu Kıbrıs Türk’ünün Çektiği? Gerçekten de nedir? Asırlardan beri verilen bu mücadelede, geldikleri nokta nedir? Doğup büyüdükleri, vatan belledikleri o topraklarda; hala verdikleri yaşam kavgası neden yeteri kadar ses getirmemekte, yanıt bulamamaktadır? Özellikle 2002 yılı sonrasından beri, Kıbrıs Türk Halkının üzerine oynanan oyunlara neden müsaade edilmektedir? Kıbrıs Milli Davamızda; Anavatan, Yavru vatan birlikteliğinin koparılamaz tarihi, kardeşlik bağlarını aşındırmak adına sergilenen/tezgâhlanan tehlikeli oyunlara, o kabul edilemez müzakere süreçlerine dikkat edilmelidir, müsaade edilmemelidir! Çözüm adına masaya getirilen her dayatmaya, her tavize evet denilmemelidir. Zira Kıbrıs adasında menfaatleri olan devletler, Rum-Yunan ikilisi böylesine bir zafiyeti dört gözle beklemektedirler! Dedim ya, nedir bu Kıbrıs Türk’ünün çektiği? Özgürlükleri uğruna, direndiler, mücadele ettiler, savaştılar, şehitler verdiler, Türkiye ne dediyse onu yaptılar ve sadece bir tek şey istediler! Kıbrıs adasında; insanlık dışı ambargoların olmadığı, insanca yaşam hakkı! Onlar; sadece insanca yaşamak; bu insanca yaşam hakkını, evlatlarına da miras bırakabilmek için hala mücadeleye devam ediyorlar! Sadece son 65 yıla bakarak bir kez daha soruyorum? ‘’ Nedir Bu Kıbrıs Türk’ünün Çektiği? ‘’ Aslında bu çektiklerini hiç de hak etmediler! Çünkü onlar hep biz Türk’üz, Anavatanımız Türkiye dediler. Bu kritik dönemde; Anavatan - Yavru vatan birlikteliğinin güçlü bağlarının, tüm dünyaya gösterilmesi, K.K.T.C’nin uluslararası platformda tanıtılması/tanınması zamanıdır şimdi… Atilla Çilingir www.atillacilingir.com www.biyografi.info/kisi-atillacilingir 30 Mayıs 2017