22 Mart, 2018 07:01 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+A-
Bu Yazıyı Paylaş
veya linki kopyala
KIBRIS DOSYASI (BM ve AB tarih sürecinden yansımalarıyla) ”Geçmişi ne kadar çok unutursak, geleceği korumak o kadar zor olur…” (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu konseyin daimi üyeleri, ne yazık ki, her defasında Kıbrıs Türk Halkı’nın 1975 Helsinki nihai senedinin 8’inci maddesine göre kendi statülerini belirleme hakkını görmezden gelmiş ve Kıbrıs Türk Halkının kendi özgür iradesi ile seçmiş olduğu yönetimini daima illegal olarak tanımlamıştır!
İşte asıl çifte standart ve insanlık ayıbı olan da bu uygulamaydı…Tarihin hiç bir döneminde Kıbrıs Türk’ü Rum’un idaresinde yaşamamıştır..Ancak Kıbrıs Türk Halkının Ata’ları Kıbrıs adasında tam 307 yıl boyunca hakkın adaletin ve medeniyetin temsilcileri olmuştur.
Asıl kabul edilemeyen gerçekte bu değil midir?
Güvenlik Konseyinin göz ardı ettiği bu önemli gerçeklerin analizini bitirmeden, 550 sayılı kararın içerisinde bahse konu olan Maraş’ın herhangi bölümüne kendi sakinlerinin dışında ki insanların yerleştirilmemesi konusuna da değinmek istiyorum.
Hemen şu hususun altını çizmek gerekirse, Maraş bölgesinin büyük bir bölümü Osmanlı Vakıflarına aittir. ( Lala Mustafa Paşa ve Aptullah Paşa Vakıfları ) Uluslararası hukuk vakıf arazilerinin hiçbir nedenle bir başka hükmi şahsiyete ve millete devredilemeyeceğine amirdir.
Ancak, 1878 Yılında Osmanlı’nın adayı İngiltereye kiralaması ve sonra ki dönemde gelişen olaylar, İngiltere’nin bilinen o tarihsel oyunu sonucunda ada’yı ilhak etmesiyle gelişen süreç, Rum’ların tapu kayıtları ile oynamaları ve bu duruma göz yumulması sonucunda; Osmanlı vakıflarına ait olan bu arazilerin büyük bir bölümüne Rum’lar tarafından el konulmuştur!
Yine bu kararın içerisinde geçen ve Maraş bölgesinin BM yönetimine terk edilmesinin istenmesinin önemli diğer bir nedeni de; Maraş’ta ki turizm yatırımlarının büyük bir bölümünün BM’lere üye olan ülkelere ait olmasından kaynaklanmaktadır!
Gerçekten de 16 Ağustos 1974 tarihinde Maraş bölgesi ele geçirildiğinde bu bölgede ki turistik tesisler, göz kamaştıracak zenginliklere sahipti…
BM ve Güvenlik Konseyinin almış olduğu kararlar neyi ifade ederse etsin! Sonuç olarak K.K.T.C Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız ve egemen bir devlettir.
Bu devlet, Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetme hakkını kullanması ile oluşturulmuştur. Devletlerarası hukukun ‘’devlet’’ ve ‘’tanıma’’ ile ilgili tüm normları ortaya konulmuştur.
K.K.T.C’yi diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına bakılmaksızın devletlerarası hukukta ve uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak K.K.T.C vardır, bir devlet olarak da işlem görmek hakkına sahiptir.
Ancak bu hak ve hukuku, ne yazık ki, bu güne kadar Türkiye dışında gören, tanıyan bir başka ülke olmamıştır!
Rum tarafının hamisi ve Kıbrıs’ın diğer garantörü Yunanistan’ın Dış İşleri Bakanlarından Bayan Dora Bakoyanni bir dönemde, Alman Der Tagesspegel dergisi ile yapmış olduğu söyleşide; Türkiye’nin AB nezdindeki yükümlülüklerinin Kıbrıs’ı da kapsadığını söyleyerek Türkiye’yi Rumları tanımaya çağırmıştı!
Yunanistan’da hangi siyasi yönetim, iktidara gelirse, bu politikanın dışında bir uygulama beklenmemelidir!
Türkiye’nin AB ile müzakerelere resmen başlamış olduğu 17 Aralık 2004 tarihi ile birlikte Kıbrıs konusu, hiç olmaması gereken AB ile yapılan müzakereler zeminine taşınmıştır!
Ülkemizin AB ile yapmış olduğu görüşmelerin son 14 yıllık tarihsel sürecine bakıldığında ve açıklanan her ilerleme raporunun odağında, güney Kıbrıs Rum kesimini tanıyın baskısı gelmiştir!
Bu baskı; tüm AB üyelerine ama özellikle Yunanistan ve bu birliğin içinde olmaması gereken güney Rum kesimine aittir!
Kıbrıs konusunun çözümünün BM zemininde gerçekleşmesi gerekliliğinin iki de bir gündeme getirilmesi de bir çözüm sağlamayacaktır. Bunun nedeni ise yukarıda tarihsel sürecini belirtmiş olduğum Güvenlik Konseyi kararları ile net bir şekilde ortaya konulmuştur.
ve AB’nin Kıbrıs konusunu çözüme kavuşturabilmesi için Rum tarafının dayatmış olduğu ve ‘Rum Ulusal Konseyinin’ 65 yıldır değişmeyen tüm taleplerinin Kıbrıs Türk Halkı tarafından kabul edilmesi gerekliliği vardır!
Bu gerekliliğin hedefindeyse; Kıbrıs’ın bir Yunan adası olması, yani sonucunda Enosis vardır!
Ancak, böyle bir sonucu; ne Kıbrıs Türk Halk’ı, ne de Türk Millet’i asla onaylamayacaktır.
İşte Kıbrıs Milli Davamızın 68 yıllık BM, 14 yıllık AB süreci; yukarıda özetlemeye çalıştığım bu gerçeklerden ibarettir!
SONUÇ:
1950’li yıllardan günümüze kadar geçen süreçte:
Kıbrıs sorunun BM ve AB zemininde çözümüne yönelik pekçok öneriler, pekçok planlar ve taraflar arasında yürütülen pekçok müzakereler yaşanmıştır.
Bu görüşmelerin tamamında ve ada da yaşanan tarihsel olayların 68 yıllık geçmişinde daima mağdur olan Kıbrıs Türk Halkı olmuştur.
Ortaya konulan tüm uluslararası çözüm paketlerinin içeriği, Rum’un istediklerine uygun olarak hazırlanmış ve Kıbrıs Türk tarafına bu talepleri kabul edeceksin denilmiştir!
1955-1974 yılları arasında yaşanan o acılı yıllar, Rum’lar tarafından köyleri yakılıp yıkılan, topluca katledilen ve kendi topraklarından sürülerek yıllarca göçmen çadırlarında yaşayan Kıbrıs Türk’lerine uygulanan bu insanlık ayıbı ve kendi topraklarındaki yaşam haklarının gasp edilmesi nasıl göz ardı edilebilir?
Uluslararası camianın temsil edildiği böylesine büyük kuruluşlarda, bu kadar haksız bir uygulama olabilir mi?
İnsan haklarının savunulduğu güçlü platformların bu insanlık ayıbına olan tepkisizliği nasıl izah edilebilir?
İnsanlık değerlerinin ölçüsü, sadece onların tekelinde midir?
Kıbrıs Türk’ü; 20 Temmuz 1974 tarihinden bu yana, ada da barış içerisinde hür ve egemen bir hayat sürmektedir.
Kıbrıs Türk’ü; Anavatan Türkiye’nin desteğiyle 44 yıl önce kavuşmuş olduğu hürriyetin ve egemenliğinin, 35 yıl önce kurmuş olduğu devletinin bedelini kanı ve canı ile ödemiştir.
Bu devletin hiç kimseye verilecek ne bir karış toprağı vardır, ne de bir borcu.
Bu nedenlerden dolayı;
Kıbrıs Türk Halkının kendi topraklarında ve kendi iradeleri ile kurmuş oldukları K.K.T.C’de:
Yaşam hakkının yasallığının ve kutsiyetinin gözardı edilmesinin ısrarcılığını halen sürdüren bu iki kuruluşun almış olduğu dayatmacı ve Rum’a teslim olun kararları, bu kararların uygulanması yönünde oynadıkları rol ve arabuluculuk gayretleri, kahraman ‘Kıbrıs Türk Halkının’ vatan sevgisi ve özgür iradeleri karşısında yok olup gitmeye mahkûmdur.
Kıbrıs Türk’ü; 1878 yılından beri Ata’larından devr almış olduğu emanete asla ihanet etmemiştir.
’Türklüğün Serdarlığını’,‘Şüheda’nın Türbedar’lığını’ yaparak, kendi istiklal savaşını vermiş; binlerce can bedeli ödeyerek, 1974’te Mehmetçik ile kucaklaşmış ve kendisine anasının ak sütü gibi helal olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
35 yıldır, bu devletin tüm ortak değerleri ile yaşayan Kıbrıs Türk Halkı; bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hükümetleri ne dediyse onu yapmıştır.
Türk Millet’inin ayrılmaz bir parçası olmanın sadakatinden asla ödün vermemiştir. Özellikle son dönemde K.K.T.C de yaşayan Rum işbirlikçilerinin; bilinen dış güçlerin dolar ve avroları ile sulanan bu ayrık otlarının varlığı, bu ‘Gazi Topraklar’ da hiç bir şey ifade etmemektedir.
Annan planı dönemini iyi bilen Kıbrıs Türk Halkı, devletinin varlığı ve yaşatılması konusunda kararlıdır.
Hiç şüphesiz; Anavatan Türkiye’nin adada ki yaşam şartlarının yükselmesi amacıyla vermiş olduğu ekonomik desteğin sağladığı avantaj ve son dönemde bu yolda ortaya konulan büyük ve başarılı yatırımlar ile büyüyen K.K.T.C ekonomisinde, bu ekonomiye katkı koyan özel sektör kanalıyla uluslararası ilişkiler yönünden de önemli adımlar atılmaktadır.
Ancak 65 yıldır BM’lerde alınan kararlar ve son 10 yıldır da AB süreci ile ilgili olarak yapmış olduğum yukarıdaki değerlendirmelerim ışığında; 8 Eylül 2008 tarihinden beri devam eden Kıbrıs müzakerelerinin bu gün gelmiş olduğu noktaya baktığımızda:
Bir tarafta, Liderler arasındaki varılan mutabakatların kendisine neler kaybettirdiğini bilememenin endişesini yaşayan Kıbrıs Türk Halkı.
Diğer tarafta ise AB’ye alınmanın rahatlığı ve küstahlığı ile hareket eden Rum’lar vardır!
Bu güne kadar seçilmiş hiç bir Rum liderin hayır demediği/diyemediği Rum Ulusal konseyinin her dönemde açıklamış olduğu kararlar etrafında, Rum’lar topyekûn bir biçimde kenetlenmişlerdir.
Konseyin yapmış olduğu her açıklama sonrasında; davanın lideri rahmetli Sn Denktaş her defasında ne demiştir?
’’Rum Ulusal Konseyi, açıklamış olduğu bu kararlarla, Türkiye ve K.K.T.C’ye adeta meydan okumaktadır!’’
Bugün de değişen bir şey yoktur!
Kıbrıs adasının AB’ye alınan güneydeki bu buçuk tarafı, 24.Nisan.2004 tarihinden beri meydan okumaktadır! AB’ye üye olduğu tarihten beri bu açıklamaları yapmaktadır!
Önemli olan adanın yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesimine; onların anlayacağı diplomatik üslupla hak ettikleri yanıtı verebilmek, bu yanıtın içeriğini müzakere masasında da savunabilmektir.
İşte, Rum Ulusal Konseyinin yapmış oldukları bu açıklamaların özeti ve Güney Rum kesiminin çözüm için öngördükleri ve onlar için olmazsa olmazları:
BM de alınan kararların öngördüğü şekilde iki toplumlu-iki kesimli federasyon temelinde tek devlete, tek egemenliğe, tek halka, tek vatandaşlığa, tek temsiliyete, tek ekonomiye dayalı olacak bir çözüm şekli kabul görecektir!
AB’ye üye olan bir ülkede, garantörlere ihtiyaç yoktur! Dolayısı ile garantörlük ve ittifak antlaşmaları feshedilmelidir!
Mevcut çözüm: AB ve BM üyesi olan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını ve anayasasının değiştirilmesi suretiyle iki eyaletli ve merkezi yanı güçlü bir federasyona dönüşmesini; bu çerçevede ülkenin, halkın, ekonominin ve kurumların yeniden birleşmesini öngörmelidir.
Varılacak çözüm, BM kararlarına ve sözleşmesine AB ilke ve değerlerine, AB hukukuna, insan hakları sözleşmelerine uygun olmalıdır.( Tüm Rum göçmenler geri dönme ve eski mülklerini elde etme hakkına sahip olmalıdır!)
Rum Ulusal Konseyinin almış olduğu bu kararlar; Rum Ortodoks Kilisesi ve Yunanistan tarafından da desteklenmektedir.
Ve ne yazık ki, uluslararası camia da, bir şekilde bu önerilerin gerçekleşmesi yönünde Türkiye ve K.K.T.C’ye baskılarını sürdürmektedir!
Yazımın son bölümünde,
Sevgili Kıbrıs Türk Halk’ına ve özellikle Sevgili Gençlere seslenmek istiyorum:
Bugüne kadar Kıbrıs konusunda yaşanan ve yaşatılan gerçekler, daima senin adadaki yaşam hakkın ve geleceğin üzerine kurgulanan oyunlar ile sürdürülmüştür!
Gün gelmiş bu oyunlar, oynayanların ayağına dolanarak bozulmuş,
Gün gelmiş bu oyunlar, senin o yılmaz mücadele azmin ve vatanseverliğin ile önlenmiş,
Ve öyle bir gün gelmişki! Ata’larının emanetine sadakatle bağlı kalarak; Türk Milletinin bir parçası olmanın gururunu yaşadığın ‘O Gazi Topraklarda’:
Bu bağlılıktan asla vazgeçmeyen ana’lar, baba’lar, eşler ve çocuklar sayesinde; ecdadının sayesinde kendi devletini kurma onur ve gururuna ulaşılmıştır.
Bu gurur ve onur tablosunun adı: ’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletidir.’
Bir gün; senin için bedelini kanın ve canın ile ödeyerek kurmuş olduğun bu devletten vazgeçerek, sonu Rum’a teslimiyetle bitecek, azınlık haklarını içeren yeni bir süreç önüne geldiğinde,
Bir gün; sana el, ele; gönül, gönüle vererek göndere çekmiş olduğumuz Ay Yıldız’lı Bayraklarımızı, o şan ve şeref burçlarından indireceksin denildiğinde,
Bir gün; sana, asırlardan beri Türbedar’lığını yaptığın, Şühedanın kanı ile canı ile ‘Vatan’ yaptığı bu topraklar için sonucu, ‘Rum’a teslimiyete giden’ yeni bir plan önüne konulduğunda!
Son söz senin…
Böylesine bir teslimiyetle karşı, karşıya kaldığında;
Andımız olsun ki, bu topraklar bizimdir diyerek Ata’larının vasiyetine ve emanetine sadık kal.
Özgür iraden, Türk Milletinin bir parçası olmanın gururu, şanlı tarihine olan borcun ve ecdadının mirası; senden sadece bu kararı beklemektedir.
Vereceğin karar; ya sana çoktan hak ettiğin uluslararası arenadaki tanınmayı, ya da içi kimi süslü beyanlarla bezeli, ‘’Birleşik Kıbrıs’’ sürecini getirecektir
Bu da ne yazık ki:
Tek devlet çatısı altına alınmış, egemenliği olmayan, tek halk kavramıyla yok edilmiş, anavatan Türkiye’nin garantörlüğünün ve Türk askerinin olmayacağı bir son olacaktır.
Kıbrıs adasında hür ve bağımsız, millet ve devlet kavramıyla yaşayabilmek için:
Ata’larından sana miras kalan örfüne, geleneğine, diline, dinine, bayrağına, vatanına ve ‘Türk Millet’inin’ ayrılmaz bir parçası olarak kalabilmenin bu değişmez niteliklerine sıkı, sıkıya sarıl ve bağlı kal.
Sabırlı, azimli, inançlı ve kararlı ol. O topraklarda, ‘Türk olarak yaşamanın ve Millet olmanın’ bedeli budur.
Bu bedel:
‘Tarihten Gelen Çığlıklar’ ve ‘Şehitlerimizin’ kanı ile ödenmiş olup; hiç bir neden uğruna senin ne Rum’a, ne de onların işbirlikçilerine ödeyeceğin bir borcun yoktur.
‘’Tarihin akışını tersine çevirmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Çevirmeye çalışanlar, başlarını tarihe çarparlar…’’
Atilla ÇİLİNGİR.
19 Mart 2018
www.atillacilingir.com