blank
Atilla Çilingir tarafından
20 Mart, 2018 12:14 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

…… KIBRIS DOSYASI ……

                                            (BM ve AB tarih sürecinden yansımalarıyla)                                 ‘’Geçmişi ne kadar çok unutursak, geleceği korumak o kadar zor olur…’’                                                         (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)   Değerli okur; 1960’lı yıllardan bu güne devam eden Kıbrıs sorunu, aslında 20 Temmuz 1974 tarihinde çözülmüştür. Ancak gerçek olan şudur ki! Bu adanın stratejik konumu itibariyle tarih boyunca emperyalist güçlerin eli kulağı bir şekilde bu adada olmuş ve olmaya devam etmektedir. Ülkemize 65 km mesafede olan bu önemli ada; Türkiye için de hem tarihi, hem de stratejik yönden çok önemlidir. 307 yıl boyunca adanın hâkimi olan atalarımızdan, Osmanlı’dan sonra geçen uzun yıllar boyunca; adanın hâkimiyeti üzerinde pek çok oyunlar oynanmış ama hiçbir dönemde; ne Türkiye, ne de Kıbrıs Türk Halkı bu oyunlara geçit vermemiştir. Ada da; şu anda mevcut durum itibariyle iki kesimli, iki ayrı devlet temelinde oluşan, 44 yıldır devam eden bir barış, çatışmasızlık dönemi vardır. Kıbrıs Türk Halkı 1983 yılında kurmuş olduğu, ona anasının ak sütü gibi helal olan, K.K.T.C’inde anavatan Türkiye’nin de desteği ile giderek güçlenmekte, kendi iradeleri doğrultusunda seçmiş oldukları hükümet temsilcilerinin yönetiminde özgür ve egemen olarak yaşamaktadır. Adanın yarı buçuğunu temsil eden Rum’lar da Güney Kıbrıs’ta aynı tercih ile yaşamaya devam etmektedirler. Ancak 50’li yıllardan beri ada tarihinde Kıbrıs Türk’ünün yaşadığı onca acılı yılları görmezden gelen uluslararası camia ne yazık ki, bu ada parçasında yaşanan tarihi ve hukuki gerçekleri görmezden gelmeye devam etmekte; adada adaletli bir çözümün sağlanabilmesi için atılacak her adımı Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkından beklemektedir! Çünkü Kıbrıs’ta mevcut durumun asıl müsebbibi olan Rum tarafı ve ardındaki güç Yunanistan; gayrı yasal da olsa 1963 yılından, bugüne değin adada istediği her şeyi elde etmiş, hedefinde adanın tamamını ele geçirmek vardır! Kıbrıs Dosyası adı verdiğim bu yazımda: Türk Milletinin, ‘’Kıbrıs Milli Davamız’’ adını vermiş olduğu bu gerçeğin uluslararası camiada nasıl görüldüğünü, yakın tarihimizde adada yaşanan olayları; Kıbrıs konusuyla ilgili bilgilerim çerçevesinde, ardımda kalan 44 yılda yaşadıklarım/gördüklerim/tanıklığını yaptığım gerçeklerin sesiyle anlatmaya çalışacağım.    Şimdi aralayalım Kıbrıs Dosyasının kapağını ve tarihin sesi anlatmaya başlasın o günleri:                    ‘ Kıbrıs Milli Davamızın’, BM ve AB Sürecinden Tarihsel Yansımalar..!   2009 yılında; ülkemizin ve K.K.T.C’nin geleceğini ilgilendiren hayati öneme haiz meselelerin tartışıldığı, bizleri ve dünyayı hala etkisi altında tutmaya devam eden ekonomik krizin her iki ülkede de yoğun bir şekilde hissedildiği bu dönemde; 64’üncü Dönem Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantıları da yapılmıştı. 22-25 Eylül 2009 tarihleri arasında yapılan bu toplantılar kapsamında New York’ta bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı Tayyip Erdoğan; 24 Eylül 2009 tarihinde, nükleer silahsızlanma konusunun görüşüldüğü ve ABD Başkanı Obama’nın başkanlık yaptığı Güvenlik konseyinin liderler zirvesinde bir konuşma önemli bir konuşma yapmış;  genel kurula hitap eden Başbakan Erdoğan’ın konuşma metninin içeriğinde değinilen en önemli nokta Kıbrıs konusu olmuştu! Başbakan Erdoğan, Kıbrıs konusunda BM çatısı altında varılacak çözümün en geç 2010 bahar aylarında referanduma götürülmesi gerektiğini açıklayarak, şunları ifade etmişti: ’’Bu yılsonuna kadar kapsamlı çözüme ulaşılması mümkündür. Tarafların uzlaşamadığı noktalarda BM Genel Sekreteri’nin devreye girmesi gerekir. Hedefimiz; varılacak çözümü en geç 2010 yılı bahar aylarında referanduma götürmek olmalıdır. Ancak yine Rum uzlaşmazlığı yüzünden çözüm bulunamazsa, KKTC’nin uluslararası alandaki statüsünün normalleştirilmesi artık engellenemez’’ Ancak, bu konuşmanın üzerinden geçen 9 yıllık bir sürece rağmen; ne Rum tarafının uzlaşmaz durumu değişti! Ne uluslararası toplum, çözüm adına hakkaniyetli bir plan üretti! Ne de, Türkiye, K.K.T.C’nin uluslararası arenada tanınması yönünde bir girişimde bulundu! Türkiye’nin AB ile müzakerelere başladığı ilk günden bugüne kadar, yürütmüş olduğu Kıbrıs politikalarına, iktidarda bulunan AKP’nin ve liderlerinin açıklamalarına baktığımızda; önümüzde ki dönemde adada; Annan planına benzer yeni bir referandum sürecinin yaşanacağı, ya da; garantör ülkelerin katılımıyla BM gözetiminde yeni bir uzlaşmanın temellerinin atılacağı söylenebilir. Bunun yanı sıra, 2008 yılından buyana devam eden müzakereler sürecinde Türkiye’nin tüm iyi niyetli çabalarına rağmen, Rum tarafının adanın tek sahibi, yasal hükümeti gibi davranması, Yunanistan’ın her dönemde, Rum tarafını bu yönde cesaretlendirmesi, BM ve AB’nin de bu gayrı yasal zemini desteklemesi; ne yazık ki, bu konuda çözümün önündeki en büyük engel olmaya devam etmektedir. Şurası da unutulmamalıdır ki! Kıbrıs konusunda, ‘Annan Planı’ döneminde ülkemizin ‘bana göre yapmış olduğu stratejik -  politik hatalar’,  BM genel sekreterinin anlaşılamayan konularda sürece dâhil olması çağrısı! 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandum öncesinde, Kıbrıs Türk Halkına yaşatılan ama bir türlü yerine getirilmeyen o pembe hayaller; günümüzde yürütülen Kıbrıs politikaları için unutulmaması gereken derslerle doludur! ‘’Birleşik Kıbrıs – AB’ye üyelik’’ çağrılarının/hayallerinin havada uçuştuğu, ata yadigârı Kıbrıs adasının 1974 Barış harekâtıyla, özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuştuğu Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı ‘O Gazi Topraklara’ gelince! O zaman kesitinde, Annan Tuzak Planında yaşananları hatırlamak adına o sürece baktığımızda: 2003 yılında K.K.T.C’de ülke yönetimini devr alan CTP-BG iktidarının biz yenilikçiyiz sloganı ile hedeflerinin ‘Birleşik Kıbrıs’olduğunu açıklayan Sn. Talat;  Kıbrıs Milli Davamızda son 60 yılda elde edilen tüm kazanımlarımızı, müzakere masasında görüşmekten hiç çekinmemişti! Gerçek o dur ki! 2009 yılının son ayları ile 2010 yılının baharında, Kıbrıs Türk Halkı için ada da var olup olamayacaklarının belirleneceği bir dönem yaşanmıştı! O dönem; ya Rum’ların ağırlıklı olarak yönetim sorumluluğu olan, Kıbrıs Türk Halkının ‘Halk’ statüsünden ‘Toplum’ statüsüne indirildiği bir çözümü getirecekti! Ya da, Kıbrıs Türk Halk’ının 19 Nisan 2009 tarihinde ortaya koymuş olduğu iradesine uygun olarak 1983 yılından beri var olan KKTC’nin, sonsuza kadar yaşayacağı ve uluslararası arenada tanınmanın önünü açacak yeni bir dönemi başlatacaktı… Geride kalan bu süreçten, günümüze baktığımızda: Kıbrıs konusunu ‘’Birleşik Kıbrıs, Tek Halk, Tek Egemenlik’’ zemininde çözmek adına o dönemde uygulanan politikaları, yapılan müzakereleri, bu konuda sivil toplum kuruluşlarının yapmış olduğu açıklamaları, kimi teslimiyetleri, adada Rum tarafı ile kol, kola yapılan etkilikleri, kimi uluslararası kuruluşların açıklamalarını, ABD ve İngiltere adına taleplerde bulunan siyasi liderlerinin ortaya koyduğu arabuluculuk faaliyetleri değerlendirdiğimizde; Adada kalıcı bir çözüm adına ve Kıbrıs Türk Halkı için elde edilebilen hiçbir politik başarı yoktur. Çünkü Rum tarafının Kıbrıs konusunda ortak çözüm bulmak adına bir tercihi yoktur! Güney Rum kesimi Kıbrıs adasında elde edebileceği her şeyi elde etmiştir. Son adım olarak Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk Halkını nasıl azınlık statüsüne indirebilirim, Türkiye’nin garantörlük hakkına nasıl son verebilirimin peşindedir! Bu son iki hedefe ulaştıktan sonra yapacağı tek bir şey vardır! O da son bir hamle ile adanın Yunanistan’a bağlanmasıdır! Bu ulusal amaçlarından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir, hiçbir neden uğruna vazgeçmeyeceklerdir..! Günümüzün uluslararası politik gelişimini, Ortadoğu’da yaşanan olayları, adanın çevresinde bulunan petrol ve zengin doğal gaz yataklarının varlığını, bölgedeki enerji boru hatlarının İskenderun körfezinde düğümlendiğini, adanın aynı zamanda Akdeniz’de adeta bir uçak gemisi gibi ABD ve İngiltere tarafından bir askeri üs olarak kullanıldığını ve Ortadoğu’yu kontrol ettiğini değerlendirdiğimizde; Kıbrıs adasının, Türkiye ve adada kurulan son ‘Türk Devleti K.K.T.C’ için ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Kıbrıs adasının tarihsel yapısı içerinde 307 yıl kalan atalarımızın, yüzyıllar öncesinden bu adayı elinde bulunduran tarafa, Akdeniz’de ve Ortadoğu’da sağlayacağı stratejik üstünlüğü bilerek hareket etmeleri, bugün içinde aynı tercih içinde olmamızı gösteren tarihsel bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs adasında tarihsel, hukuksal ve coğrafi yönden haklarımız vardır. Bu haklarımızı savunmak Türkiye ve K.K.T.C’de yönetimde bulunan iktidarlara düşmektedir. Türk Milletinin ‘’Milli Davamız’’ dediği Kıbrıs konusu bugünde aynı özelliği taşımakta, adada yaşayan Kıbrıs Türk Halkı, göndere çekilen milli ve devlet bayrakları, şehitliklerimizde yatan kahramanlar, çözüm adına teslimiyetin değil, bu haklı davamızda tüm kazanımlarımızın bulunacağı bir çözümü istemekte ve bu davanın türbedarlığını yapmaktadırlar… Pekiyi, 1968 yılından bu yana Kıbrıs’ta çözümün odaklandığı BM süreçleri ve bu sürece (olmaması gerektiği halde!) 2004 yılında dâhil olan AB’nin konuya bakış açısı nasıldır?   Kıbrıs konusunda, BM ve AB sürecinden yansımalar:   K.K.T.C’nin BM ve AB ile ilişkilerinin tarihsel sürecine bakacak olursak; bu ilişkilerin her safhası, A.B.D’nin ve İngiltere’nin katkıları ile hazırlanmış tuzak planlar ile doludur. Kurulan bu tuzakların temel stratejisi Kıbrıs Türk’ünün adada ki bağımsızlığının ve hürriyetinin elinden alınarak Rum’a yamanması, Türkiye’nin Garantörlük sıfatının ortadan kaldırılarak Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkarılması vardır! Kıbrıs Milli Davamızın uluslararası platformdaki görüşmeler sürecinde özellikle 17 Kasım 2002 Tarihinden sonra yeni bir oluşumun insiyatif alarak bu sürece dâhil olduğu görülecektir. Aslında hiç olmaması gereken bu oluşumun adı AB’dir.  İşte, bu yazımın içeriğinde; Özellikle bu birliğin Kıbrıs konusuna nasıl baktığı ve ada da ki Türk varlığı ile ilgili uygulamalarının neler olduğu incelenmiştir. Ayrıca bu sürecin her defasında BM platformunda olması iddiasında olanlara da, ‘BM’in Kıbrıs Konusunun nasıl çözülmesini’ istediği anlatılmaktadır. Kıbrıs Milli Davamızın çözümü adına yürütülen müzakereler sürecinde; Kıbrıs Türk’üne hiç bir zaman sen ne istiyorsun diye sorulmamış! Sadece Rum’un istedikleri bunlardır, sen de bu isteklere uyacaksın denilmiştir..!    BM ve AB’nin; ‘Onlara göre ‘Kıbrıs Sorununa,’ bize göre ‘Kıbrıs Milli Davamıza’ ve Kıbrıs Türk Halkının adada ki varlığına bakışı:      1988 yılından beri AB tarafından açıklanan tüm ilerleme raporlarında aşağıda sıralayacağım şu maddeler ortaktır:
  • Türkiye 1974’den beri Kuzey Kıbrıs’ı işgal altında tutmakta ve yaklaşık 35.000 kişilik bir askeri güç bulundurmaktadır.
  • AB tarafından işgal altında olduğu iddia edilen bu topraklarda Kıbrıs Türk’ü bağımsız bir Cumhuriyet ilan etmiştir. Ancak kurulan bu devleti, Türkiye dışında uluslararası toplum tanımamıştır.
  • AB ve BM muhtelif tarihlerde almış oldukları kararlar ile Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgalini ve işgal altında olduğu belirtilen bu topraklarda kurulan Cumhuriyetin tek taraflı ilanını kınayarak; mevcut durumun kabul edilemez olduğunu açıklamıştır. Adanın yasal hükümeti olarak da; bu unvanı 1963 yılında çalan Rum’ların temsil ettiğini savundukları Güney Rum kesimini; adanın yasal temsilcileri olarak kabul etmişlerdir.
  • Kıbrıs’ta tarihi gerçekleri görmezden gelerek yukarıdaki 3 madde de vurgulamış olduğum bu açıklamaların sahipleri, 1950’li yıllardan beri Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı ekonomik ve siyasi baskıları, toplu soykırımları, mezalimleri, göçleri hiç yaşanmamış gibi kabul etmişler; 1960 yılında kurulan ve ‘Kıbrıs Cumhuriyetinin’ Anayasal ortağı olan Kıbrıs Türk’ünün 1963 yılında Rumlar ve temsilcileri Başpapaz Makarios tarafından tek taraflı olarak bu cumhuriyetten atılmalarını sadece izlemekle yetinmişlerdir!
BM’in ve Avrupa Topluluğu üyelerinin ( AB’nin ) Kıbrıs Türk’ü ile olan ilişkilerinde, 1950’li yıllardan beri bu temel mantık vardır. Onlara göre Kıbrıs adasının yasal hükümeti Rum’lardır..!   AB’nin ve BM’in yukarıda sıralamış olduğum bu hukuk kurallarını hiçe sayan uygulamaları, her seferinde tekrarlanarak devam etmiştir!   Pekiyi, tüm bu uygulamalar karşısında ve AB sürecinde, Kıbrıs Türk’ü neler yaşamıştır? Bu süreci yönetenler nelerle karşılaşmış, hangi siyasi tercihlerde bulunmuşlardır?   13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilanından 3 Kasım 2002 tarihine kadar geçen süreçte Yavru Vatan Kıbrıs’ta, ‘Kıbrıs Milli Davamızın’ lideri ve K.K.T.C’nin kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş’ın yönetiminde geçmiştir. Bu dönemde: Gerek T.C Hükümetleri ve gerekse Sn. Denktaş’ın görevlendirdiği tüm K.K.T.C hükümetleri, Rum’a karşı Kıbrıs Milli Davamızdan asla taviz vermemişler ve uygulanan, politikaların ortak bir kırmızıçizgisi olmuştur. Bu kırmızıçizgiler halen de T.B.M.M’nin onayladığı şekliyle durmaktadır. Bu dönemlerde Anavatan - Yavruvatan birlikteliğinin en güçlü örnekleri verilmiştir. AB ilişkilerinde ortaya konulan tüm çözüm önerilerinde; Rum – Yunan ikilisine, Avrupa’ya, ABD’ye ve İngiltere’ye avantaj sağlayacak hiç bir tuzak plana geçiş verilmemiştir. Ancak ne olduysa 3 Kasım 2002 tarihinden sonra yaşanmaya başlanmıştır! Bu tarihte Türkiye’de göreve gelen yeni hükümet; 14 Aralık 2003 tarihinde de K.K.T.C de değişen hükümet, AB ilişkilerinde yepyeni bir siyaset başlatmışlardır! Biz yenilikçiyiz denerek ortaya konulan bu siyasetin adı ‘’ Ver- Kurtul ‘’ ve ‘’Rum’lardan Bir Adım Önde olmak ‘’politikasıdır! Ama o dönemden bu güne baktığımızda; ortaya konulan bu yenilikçi zihniyet iflas etmiştir. AB tarafından Kıbrıs’ta Türk’lere verilen vaatlerin, sözlerin hepsi birer balon çıkmış ve bu balonların tamamı patlamıştır. Bu durum tespiti K.K.T.C de ‘’ Birleşik Kıbrıs Hayalperestleri ‘’içinde aynıdır! ’’Birileri gelir sizi Kıbrıs’tan kuzu, kuzu çıkarırlar’’ diyenler için de geçerlidir. Bu söylem ve eylemleri savunan siyasilerin Kıbrıs politikaları iflas etmiştir! Uygulanan bu politikalar, Kıbrıs Türk’üne hiçbir yarar sağlamadığı gibi Kıbrıs Milli Davamızda verilen tavizler sonucunda haklı ve kuvvetli olduğumuz pek çok hususta aşınmalar yaşanmış, bir adım önde olma mantığı ile uygulanan her hamle, kendi kalemize attığımız altın gollerle sonuçlanmıştır! AB ile yürütülen bu ilişkilerin o döneme rastlayan en acı yanı, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamasından sonra 29 Temmuz 2005 tarihinde; Ek-protokol’ü imzalamasıyla ortaya çıkmıştır! (DEVAMI YARIN)