‘’ Rum basını, Akdeniz’de yaşanan petrol arama krizini; 1974’ten bu yana Kıbrıs’ta yaşanan en büyük kriz olarak değerlendirmiştir…’’ Bitmeyen/bitirilemeyen ‘Kıbrıs Anlaşmazlığı’ nedeniyle Doğu Akdeniz’in suları yeniden fokurdamaya başlamıştır! Ama bu defa, 1960’lı yıllardan beri bir türlü çözülemeyen bu anlaşmazlığa, adanın etrafını çevreleyen derin sulardaki 15 trilyon metre küplük zengin hidrokarbon yataklarından pay alma yarışı da girmiştir! Rum basınının bölgede 1974 sonrası yaşanan en büyük sorun diye nitelediği bu gelişme; tehlike boyutu giderek büyüyen uluslararası bir krize doğru yol almaktadır! Ülkemizi ilgilendiren böylesine önemli bir sorunun giderek büyümesi ve hatta Doğu Akdeniz’de ABD’nin başını çektiği ve İsrail’in de içinde bulunduğu ‘Batı İttifakıyla’ karşı, karşıya kalmamıza rağmen; bilinen havuz medyasında böylesine önemli bir konuda ne bir yazı yayınlanmış, ne de görsel bir haber paylaşılmıştır! Ülkemizi yönetenlerin AB görüşmelerinin başladığı tarihten buyana ‘uluslararası ilişkilerde sıfır soruna’ odaklı bir politika yürüttükleri günümüzde! Bir de bu konuda sorun yaşamayalım denerek, böylesi önemli bir haber; kamuoyu ile paylaşılmamış, ya da eksik paylaşılmış olabilir! Ancak Kıbrıs konusunda Rum tarafının müzakere masasından çekilmesine de neden olan bu sorun, önümüzdeki süreçte ülkemizin başını bir hayli ağrıtacaktır diye düşünüyorum. Kaldı ki, 1968’den bu yana devam eden Kıbrıs müzakere süreçlerinin ardına baktığımızda, her defasında Rum tarafının uydurdukları bir bahane ile bu süreci kesintiye uğrattıkları da tarihi bir gerçektir. Çünkü Rum’ların Kıbrıs konusunda verecekleri hiçbir taviz, anlaşma zemininde de evet diyecekleri bir husus yoktur! Adanın yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesimi, zaten Annan planı referandumu sonrasında, elde edeceğini etmiş! Haksız ve hukuksuz bir biçimde AB’ye üye yapılmış, halen AB’ye ve BM’e üye ülkeler tarafından da, adanın yasal hükümeti olarak tanınmaktadır! İşte, bu sismik araştırmalar sürecinde Rum tarafı yine gerçek yüzünü göstermiş, asla vazgeçmediği hedefini ortaya koymuştur! Bu yeni gelişme ile Rum yönetimi bir kez daha şu mesajı vermiştir! Kıbrıs adasının sahibi benim, adanın tek tanınan hükümeti olarak, uluslararası anlaşmaları ben yaparım, petrol de ararım, kimi ülkelere adada askeri üs de veririm! Kıbrıs’a yapılan tüm ekonomik yardımları da ben alır, harcarım! O nedenle Rum’ların adanın çevresinde bulunan zengin hidrokarbon yataklarında başlatmış olduğu arama çalışmaları bu mesajın yanı sıra; önümüzdeki süreçte enerjiye odaklı bu jeopolitik tercihleri; uluslararası güçleri de arkalarına alarak, ülkemizi Doğu Akdeniz’de Antalya körfezine hapsetmek amacını gütmektedir. Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası sulara açılan tek penceresidir. Ülkemizin hem ada üzerinde, hem de Doğu Akdeniz’de ki münhasır ekonomik bölge zenginlikleri üzerinde, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde hakkı, yasal ve tarihsel kazanımları vardır. Gelin görün ki, Rum kesimi; 2003 yılından beri tek taraflı olarak uluslararası hukuku göz ardı etmektedir. Bu aymazlığa dost ve müttefikimiz diye bakılan ABD ve AB ülkeleri de ortak olmaktadır! Bu önemli konuda, Türkiye bir an önce ‘Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’ ilan etmelidir. Bunu yapmamız şarttır. Eğer yapmaz isek; Yunanistan ön alıp, Meis adasını da göz önüne alarak bir ilanda bulunursa bizi Antalya Körfezine sıkıştıracak, sonrasında yapacağımız her hamlede, bizi bölgesel işgalci diye tanımlayacaktır! O nedenle onlar devreye girmeden, Türkiye deniz yetki alanını ilan etmelidir. Rumların bu haksız ve hukuksuz sismik araştırmaları başlatmasıyla birlikte, Türkiye 2002 sonrasında ilk kez ABD ve AB’nin bölgedeki stratejik menfaatlerine karşı çıkmıştır. Geçtiğimiz Ekim ayında Rumların başlatmış olduğu sondaj çalışmaları üzerine, Türkiye de 20 Ekim-30 Aralık 2014 tarihleri arasında Kıbrıs’ın Larnaka ve Limasol açıklarında sismik araştırma yapılacağını açıklamıştır Bu açıklama sonrasında da, Doğu Akdeniz’de mevcut münhasır ekonomik bölgesel menfaatlerimizi, ülkemizin somut jeopolitik çıkarlarını koruyacak bir hamlede bulunulmuş; Türkiye, Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisini ve Türk Donanma’sının savaş gemilerini Kıbrıs’ın güneyine göndermiştir. Kasım ayının başında, Doğu Akdeniz’in uluslararası sularında Deniz Kuvvetlerimizin gerçekleştirmiş olduğu ‘Mavi Balina 2014’ tatbikatı da ülkemizin bu bölgede hiçbir oldubittiyi kabul etmeyeceğinin en önemli göstergesidir. Bu gelişmelerin yanı sıra Rusya ve Çin’in 2015 yılının baharında Akdeniz’de gerçekleştireceğini açıkladıkları ortak deniz tatbikatı göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Çünkü bu tatbikat Nato’nun ön cephesinde, Akdeniz’de icra edilecektir. Rusya Devlet Başkanı Putin, 2013 yazında; ‘Akdeniz Bölgesi Rusya’nın birinci derece ulusal çıkar alanıdır.’Açıklamasını yapmıştı. Avrupa’nın ana enerji kaynağı olan Rus doğal gazına rakip olabilecek ‘Doğu Akdeniz Doğal Gazının’ varlığı, Suriye’nin özellikle Tartus ve Lazkiye limanlarında Rusya’ya sağladığı kolaylıklar ve Kıbrıs’ta Rum tarafının 1960 sonrasında Rusya ile yapmış oldukları işbirliği anlaşmaları ve adada ki Rus teknisyen ve danışmanlarının varlığı göz önüne alındığında; bu enerji havzasında Rusya’nın da rol alacağı kaçınılmazdır! Çin’in bölgesel güç olma yönünde Rusya ile yapmış olduğu iş birlikteliği ve imzalamış olduğu ittifaklar, Çin’in de Doğu Akdeniz’de olacağını göstermektedir! Doğu Akdeniz’de sular giderek ısınmaktadır. Kıbrıs adasının etrafını çevreleyen zengin hidrokarbon yatakları, sadece emperyal güçlerin değil; Rusya ve Çin’in de ilgili alanındadır. Ortadoğu da gelişen enerji odaklı savaşlar dikkate alındığında; bu tehlikeli gelişmeler sürecinde; hem adadaki kazanılmış haklarımızı ve hem de Doğu Akdeniz’deki uluslararası haklarımızı korumak ve savunmak ülkemizi yönetenlerin görevidir. Görünen o dur ki, bölgemizde gelişen bu önemli sürece Türkiye ağırlığını koymuştur. Bölgesinin güçlü bir ülkesi olarak, Rum tarafının haksız ve hukuksuz bir şekilde başlatmış olduğu bu ‘illegal sismik’ araştırmalarının yanlışlığı uluslararası platformda güçlü bir sesle duyurulmalı, savunulmalıdır. ‘Rumlardan daima bir adım önde olacağız’ politikamızın 2004 yılından bugüne, Kıbrıs adasında Rum tarafına hiçbir şey ifade etmediği, tam tersine müzakere masasında vermiş olduğumuz her taviz, gösterilen her anlayış sonrasında; Güney Rum kesiminin lehine yeni bir kazanımla sonuçlandığı çok açıktır. Annan planı sonrasında böyle olmuştur. Bu sismik araştırmalar sürecinde yeteri kadar tedbir alınmaz, Türkiye’nin ve K.K.T.C’nin hak ve hukuku güçlü bir şekilde korunmaz ve savunulmaz ise; yine böyle olacaktır! 1968 yılından ama son dönemde 2008’den beri devam eden Kıbrıs Müzakerelerinde yolun sonu görünmüştür! Güney Rum Kesimin, Türkiye’yi ve K.K.T.C’yi köşeye sıkıştırmak amacıyla uluslararası güçleri de arkalarına alarak yapmış oldukları ‘enerjiye odaklı’ bu son oyun; adada hiçbir şekilde Kıbrıs Türk Halkının haklı ve hukuksal kazanımlarını kabul etmeyeceklerinin son göstergesidir. Türlü bahanelerle ve her platformda Kıbrıs konusunu Türkiye’nin önüne koyanlara, AB kapısından girmek için bu konuyu çöz de gel, Kıbrıs’ı ver de gel! Diyenlere, uluslararası camiaya bu konuda söylenmesi gereken ve onların anlayacakları bir tek şey kalmıştır! Bu da; Türkiye tarafından dünya kamuoyuna güçlü bir şekilde: ‘’31 yıldan beri adada yaşayan gerçeği gör ve K.K.T.C Devletini tanı.’’ Çağrısının yapılmasıdır. Yıllar içerinde Filistin’i, Kosova’yı, Bosna’yı kendi menfaatlerinin gereği olarak tanıyan uluslararası camia; Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkı için vazgeçilmez bir öneme sahip olan Kıbrıs adasında ki hukuki ve tarihi kazanımlarımızı görmezden gelmeye devam ettiği sürece; bu çağrıya olumlu yanıt vermeyecektir! Çünkü bu emperyal güçler, Kıbrıs adasını; Ortadoğu petrollerini ve Doğu Akdeniz’i kontrol eden bir üs olarak görmektedir! O nedenle adanın kontrolü onlarda olmalıdır ve adanın etrafını çevreleyen zengin doğal gaz yataklarından da kimseye pay verilmemelidir! Ama daha da önemlisi, Hıristiyan âlemini temsil eden bir devlet yapısının dışında, hiçbir zaman İslamı temsil eden bir ülke; hele, hele Türkiye Kıbrıs adasında asla olmamalıdır! Adada yıllardır süre gelen Rum’a teslimiyet/teslim olma oyunu, hep böyle oynanmıştır! Bu oyunu bozmak, ulusal menfaatleri gereğince bölgesinin güçlü ülkesi Türkiye’nin birinci önceliği olmalıdır. Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs Gazisi www.atillacilingir.com 02 Aralık 2014