blank
Mustafa AKAY tarafından
05 Temmuz, 2023 10:40 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:12
A+ A-

CUMHURİYET KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR…

Yüzyıllarca uyutulmuş ve toprakları bir bir elinden alınmış bir ulusun yazdığı destandır Cumhuriyet. Yedi düvele karşı verilen dünyanın ilk ulusal kurtuluş savaşından sonra küllerinden doğan bir ulusun ayaklanmasıdır, isyanıdır. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir. Bunun böyle olduğunu 1923’ten bu yana yaşadığımız olaylarla gördük. Babadan oğula ya da sülaleden sülaleye geçen bir yönetim içinde,  ezildikçe ezilen, okuma yazma öğrenmesine izin verilmeyen, sömürüldükçe sömürülen bir ümmetin millet yapılması ve adam yerine konulmasının adıdır Cumhuriyet. Cumhuriyet, dağdaki bir çobanı alıp, okutan, adam eden ve seçme seçilme hakkına kavuşturan bir yönetimin adıdır. Köylüyü, ırgatlıktan kurtarıp, efendi yapma savaşının adıdır. Cumhuriyeti kuran büyük önder onun için demiştir. “ Köylü milletin efendisidir” diye. Cumhuriyet ilan edildikten sonra köylü çocuklarının okuyabilmesinin yolu açılmıştır. Sadece köy çocuklarının gidebildiği Köy Enstitülerinin açılması bunun meyvesidir. 923 yılından sonra işbaşına gelenlerin kimliklerine bir bakalım. Saltanat devam etse, hamamda    ibrikçi başı olamayacaklar en üst noktalarda görev almışlardır yeni düzende. Yakın tarihimize bir bakalım. Bunun en somut örneği Süleyman Demirel’dir. Çoban Sülü’dür adı. Cumhuriyetin nimetleri sayesinde Türkiye’nin en genç Genel Müdürü olmuştur. Milletvekili seçilmiştir. Bakanlık yapmıştır. Başbakanlık gibi önemli bir görevi üstlenmiştir. Altı defa gitmiş yedi defa gelmiştir. Devletin en üst katı olan Cumhurbaşkanlığına yükselmiştir. Günahıyla sevabıyla Türkiye’nin kaderinde rol almıştır. Ama, hiçbir zaman Cumhuriyet’e küfretmemiştir. Çünkü, bilmektedir ki, Cumhuriyet olmasa, O’nu yatılı okutup adam edecek bir sistem yoktur. İşte, O’nun için hiç Cumhuriyetle savaşmamıştır. Cumhuriyet’in değerini bilmiştir. Biraz daha yakına gelelim. Kayseri’de sıradan bir tamircinin oğlu Cumhuriyet’in okullarında okuyarak, milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olmuştur. Birazcık daha yakına geldiğimizde,  Rize’den İstanbul’a göçmüş gariban bir taka kaptanının oğlunun da basamakları birer birer çıkarak devletin kaderinde rol aldığını görürüz. Belediye Başkanı, başbakan,  cumhurbaşkanı… Atatürk, İsmet İnönü ve arkadaşlarının kurduğu sistem sayesinde, seçme-seçilme hakkını elde ederek bu görevlere gelenlerin Cumhuriyet’e bakışları nedir? Onlar, bu nimetin değerini bilmenin de ötesinde düşmanlık ederek, halkımızın beynini yıkamayı bir görev saymaktadırlar. Cumhuriyet olmasa, tuvalet bekçiliği bile yapamayacaklar, Atatürk ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş” diyerek kin kusmaktadırlar. İşin üzücü yanı, bunu din adına yapmaktadırlar. Osmanlının son zamanlarında beyni örümcekleştirilerek, yönetilen bir toplumu yeniden kurmanın düşlerini görmektedirler. Onlar bu düşü görürlerken, servetlerine servet katmayı da ihmal etmemektedirler. Somurdukça somurmaktadırlar. Şiştikçe şişmektedirler. Ailelerini, yakın çevrelerini zenginleştirdikçe, güç elde edecekleri düşüncesiyle, dünya malına tamah ederlerken, milleti de yoksullaştırdıkça yoksullaştırmaktadır. Bilmektedirler ki; toplum yoksullaştıkça yönetilmesi kolaylaşmaktadır. Onun içindir, köylüyü adam yerine koymamaları. Onun içindir kadının çalışma hayatı içinde yer almasını engellemeleri. Onun içindir örgütlü toplumdan korkmaları. Onun içindir, baskı ve zulmü artırmaları… Ama, bilmedikleri bir şey vardır. O da, Türk Halkı Cumhuriyet’ten memnundur ve çocuklarına okuma imkânı veren, onları yönetici yapan bu sistemden geriye dönüşü düşünmemektedir. Cumhuriyeti yıkmaya, Türkiye’ye bölmeye, Türkiye’yi geriye getirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmaya ve yoksul çocuklarını okutmaya devam edecektir.