Hikâye gelişmez. .. Hikâye, insan yeryüzüne indirildiğinden beridir aynı. .. Hikâye aynı acıdır, aynı mutluluktur, aynı hüzündür. .. Hikâye her dilde aynıdır. .. Hikâye aynı Leyla ve aynı Juliet’tir. .. Hikâye bütün derelerin dibinde ve bütün dağların zirvesinde aynıdır. .. Hikâye geliştirilemez. .. Eğer anlatılabiliyorsa, bütün hikâyeler yazılmayabilir de. .. Bütün hikâyeler yaşanmamış zannedilebilir. .. Hikâyeler ezberlenebilir fakat ezberletilebilir de. .. Hikâyeler unutulabilir fakat unutturulabilir de. .. Hikâye geliştirilmez. .. Hikâyeler klonlanabilir fakat klonlananlar yaşama tutunamazlar. .. Hikâyeler insanlar içindir ve fakat insanlar da hikâyeler içindir. .. Hikâye gelişmez fakat hikâyeyi nasıl anlattığımız gelişir. ‘Nasıl anlatmak’ ne demek? Leyla’yı Juliet yapmak değil elbette. Veya baltayı tabanca… Postmodern roman, hikâyenin gelişmeyeceğini, geliştirilemeyeceğini söyler. Bu yüzden postmodern roman yazarı, hikâyenin nasıl anlatılacağı üzerine düşünür, çalışır, çabalar. Ölüm hep aynı hikâyedir. Yaşamak hep aynı… Bir insanın kalp kriziyle mi yoksa uçurumdan düşerek mi öldüğü hep aynı hikâyedir. Oysa hikâyenin nasıl anlatılacağı önemlidir. Kalp krizini, uçurumdan düşmeye çevirmek ‘nasıl anlatılacağını’ düşünmüş olmak değildir. Hayatın içinde hayatlar yaşamayız değil mi? Ahmet olarak uyanıp Mehmet olarak ölmeyiz mesela. Kulaklarımızla yemek yemeyiz. Kollarımızı çırparak uçamayız. Ve evet, uçmak hep aynı hikâyedir. Uçmak geliştirilemez. Kollarını çırparak göğe doğru yükselen insanlar görmeyiz. Ağlayan insanlar görürüz fakat ağladıkları için bir yerleri su altında bırakamazlar. İnsanlar konuşur ve konuştukça yorulurlar. Yazdıkça tükenirler. Çoğu zaman insanlar, hikâyeleri dinlemezler. Hikâyeler geliştirilemezler. Bunu anlamış olmalıyız artık. Tugay Kaban