‘’….Hayatım benim kırk yıllık hayatım/Seni başarabildiğimce dürüst yaşadım/İçim burada da pırıl,pırıl şimdi. Geçer güzelim bu günlerde geçer/Sökülüp atılır dikenli teller/Koparır halk bir gün zincirlerini…’’ (Ataol Behramoğlu)
Aşağıda yansıtmaya çalışacağım olaylar, bir masal değildir. Bir varmış, bir yokmuş diyemeyeceğimiz kadar gerçektir. Bu süreçte yaşanan her ne varsa, tarihin hafızasına kaydedilmiş olup; nesillerden, nesillere anlatılacak ibretlerle dolu gerçeklerin, yalanları yerle bir ettiği bir kahramanlık öyküsüdür.
Bu kahramanlık öyküsü:
‘Balyoz’ ismiyle hatırlanacak, bir döneme damgasını vuran, kimilerine göre ’darbecilerle hesaplaşılıyor’ nitelemesi ile kamuoyuna sunulan, içeriği sahte olduğu ispatlı kurgularla dolu dijital verilere dayandırılan bir davada; insan haklarının, hukukun katledilmesine karşı direnen hiçbir şekilde diz çökmeyen/çöktürülemeyen Türk Subaylarının ve ailelerinin mücadelesini anlatır.
Yıllarca ülkemize sadakatle hizmet etmiş, hiçbir zorluk karşısında yılmamış, P.K.K terörü belasını yok etmek adına yıllarca dağlarda yatmış, kar, kış demeden savaşmış, gaziler, şehitler vermiş, her biri bir yıldız olan; geleceğin üstün nitelikli komutanlarının, ordularımızdan tasfiyesini hedefleyen bir projeye karşı, teslim olmayanların yiğitlik öyküsüdür bu yaşananlar.
Alçakça kurgulanmış bir kumpas olduğu dönemin iktidar milletvekilince açıklanan bu senaryo sonucunda, kalleşçe tutsak edilen komutanların, paşaların, amirallerin, kurmay subayların, birçoğu emekli olanların tarihe not düştükleri gerçeklerin öyküsüdür bu.
Hatırlayalım o dönemi, bundan tam 4 yıl öncesini, tarih: 20 Ocak 2010…
Haksızlığın, hukuksuzluğun kol gezdiği gece yarılarında, günün ilk ışıklarında, onlarca polisin yaptıkları baskınla; yüzlerce emekli, muvazzaf paşalar, subaylar adeta yabancı ülkenin askeriymişçesine neyin ne olduğu anlaşılmadan evlerinden derdest edilerek alındıkları, günler ve geceler boyunca polis sorgusunda, nöbetçi mahkeme koridorlarında bekletildikleri, ifadelerinin alındığı bir süreç başlatılmıştı.
Basına yansıyan o acı, hazin ve ayıplı görüntüler asla unutulmuş değildir, daha dün gibi hafızalarda yaşamaktadır.
Sorgusu, suali, neyin, ne olduğu anlaşılamayan bu ayıplı süreç sonrasında, 365 kahraman tutuklanıyor, emeklileri Silivri; muvazzafları; Hasdal, Maltepe ve Mamak cezaevlerine gönderiliyordu.
Ve ne acıdır ki! Suskunluğun, korkunun hâkim olduğu, adeta çıt çıkaranın aynı akıbete uğrayabileceği psikolojisinin yaratıldığı bir ortamda; kimilerine göre cezaevi hayatı ama onlar için yeni bir görevin kahramanlık öyküsü başlıyordu.
Millet şaşkın, dünya şaşkın, herkes birbirinden haber almanın peşine düşmüştü.
Ama şaşkın olmayan bir kesim vardı ki! Onlar, bu kurgulanmış sonradan ‘kumpas’ denilecek bu operasyonu yapanlarla, beraber yürüdük biz bu yollarda diyerek kendi tarihini yazdıklarını sananlardı.
Adeta bir dönemden, bir dönemin komuta kademesinden intikam alınıyordu.
Yandaş medya! Yandaş TV kanalları! Yandaş ve ‘taraflı’ yorumcular!
Tutuklamalar arttıkça atılan ‘sevinç çığlıklarıyla’, ‘askeri vesayetten kurtuluyoruz’ şamatasıyla, her gün her gece yaratılan haberler, ekranlara yansıyan o bilinen görüntüler, had bilmez yorumlarla; o kahramanlar için tam anlamıyla bir itibarsızlaştırma kampanyası başlatılmıştı.
Bu ‘çokbilmişler kumpanyasında’ rol alanların tamamı sanki bu davanın savcısı, hâkimi olmuşlar; tutukluların tamamını daha ilk günlerde yargısız infaz etmişlerdi.
O kahramanların, yiğit komutanların bu had bilmezlere elbette verecekleri yanıt vardı. Ama onlar Silivri’nin zifir gecelerinde; kalın duvarlı, demir parmaklıklı ceza evinde tutsak alınmışlardı.
Beklediler, sabırla, inançla, büyük bir metanetle. Çünkü suçsuzdular, haklıydılar, yargıya inançları tamdı.
Bir şeye daha çok inandılar!
Biliyorlardı ki, onları yetiştiren ocak, o dönemin komutanları onları yalnız bırakmayacaktı.
Beklediler! Kulakları Ankara’daydı, komuta katındaydı, suçlandıkları süreçte onlara komutanlık yapanlardaydı.
Önce bir ses duydular; o süreci en iyi bilen, onlara komuta eden ama tutuklandıklarında emekli olan en üst komutandan:
‘’Kasaptaki ete soğan doğranmaz.’’, ‘’Böyle bir şey varda diyemem, yok da diyemem.’’
Şaşırmışlar, şok olmuşlardı.
Ankara’daki komuta katından gelen yanıt ise; derin bir sessizlik olmuştu!
Ne yazık ki, yalnız bırakılmışlardı, yalnızdılar…
Kimileri onları yalnız bırakmıştı ama o yiğitlerin arkasında en az onlar kadar yiğit, korkusuz hayat arkadaşları, evlatları, anaları, babaları, emeklisiyle, muvazzafıyla, onları tanıyan, tanımayan pek çok silah arkadaşları onların arkasında en büyük gücü ve moral kaynağını oluşturdular. Her biri bir kale gibi korkusuzca durdu bu yiğitlerin arkasında, hiçbir zaman yalnız bırakmadılar.
Silivri esaretinde zaman ilerledikçe, davanın üzerindeki sis perdesi kalktıkça, gerçeklerin sesi; yalanlara, senaryolara, dijital verilere, üstüne üstlük; ‘Ben bu davanın savcısıyım’,’Türkiye bağırsaklarını temizliyor’, ‘İyi ki, bu komutanlarla savaşa girmemişiz’ söylemlerine galebe çalıyordu.
Önce ‘vardiya bizde’ diyen bir avuç cesur yüreğin sesi duyuldu. Silivri cezaevinin tam karşısına kurulan ‘özgürlük ve hukuk’ çadırı onlara ses verdi. Sonrasında ise; yurdun dört bir yanından ‘sessiz çığlıklar duyuldu.
Davanın dayandığı iddianamenin içini dolduran dijital verilerin kurgulandığı/sahteciliği raporlarla ispatlanmaya başladıkça, hak ve hukuk tanımayan bu süreci gören milletimizin ezici bir çoğunluğu; bu davayı vicdanen kabullenmemeye başlamıştı.
Arkalarında sadece aileleri, silah arkadaşları değil; vicdanının sesini dinleyen hukukçular, bilinen gazeteciler, sivil toplum kuruluş temsilcileri, bilinen siyasiler, en önemlisi vicdanı hür ve bütün yurttaşlar vardı.
Hakkın sesi, vicdanın sesiyle birleşmiş. Silivri yolları binlerce, on binlerce Atatürk sevdalısının korkusuz yüreği ile buluşmuştu.
Duruşmalar, duruşmalar… Kurgulanmış, sahteciliği birçok kez alınan raporlarla ispatlamış dijital verilere dayanan bir iddianame karşısında; adil bir savunma hakkı kullanılamadan geçen aylar, uzun yıllar, ceza gibi geçen upuzun bir tutukluluk süreci.
Tarih; 21 Eylül 2012 ve sonuç:
256 kahraman mahkûm oldular. Kimisi müebbet, kimisi 16-20 yıl arası ceza aldılar. Verilen bu karar ve cezalar o kadar büyük bir nefretin sonucuydu ki, bu karar sonucunda babalık ve kocalık haklarından bile mahrum bırakıldılar.
Evet, hürriyetleri alınmış ama vicdanları, şerefleri onlarda kalmıştı.
An be an yaşadıkları hukuksuzluklara, adeta linç edildikleri bu sürece, vicdanları sızlatan bu karara karşı bir tek cevapları oldu, sadece;
‘’Vatan Sağ Olsun.’’ Dediler.
Çünkü onlar savaş meydanlarının cengâverleri, Mustafa Kemal’in askerleriydiler.
Yürekten yaralandılar, bu süreçte ‘Ali Tatar’ı, Murat Özenalp’i, Berk Erden’i, Sadettin Doğan’ı, Ali Tarık Akça’yı şehit verdiler.(Hepsini sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.)
Ama hiçbir şekilde eğilip, bükülmediler; her olumsuzluğun karşısında dimdik durdular.
Onlar, ‘Harbiye’de’ etmiş oldukları yemine sadakatle bağlı kaldılar. Silah arkadaşlığının en büyük dayanışmasını gösterdiler, bu en önemli özelliği unutanlara tarihsel bir ders verdiler.
Yaşadıkları bu kâbusun, hiç de hak etmedikleri bu esaretin bir gün biteceğine, bağımsız ve adil yargının varlığına o kadar çok inandılar ve güvendiler ki.
Sonuçta haklı çıktılar.
Tam dört yıl sonra, o inandıkları, güvendikleri yargının sesi; vicdanı hür ve bütün yargıçlardan, Anayasa Mahkemesinden geldi. Hem de 17-0 oy çokluğu ile.
‘’Bu davada hak ve hukuk ihlalleri yapılmıştır, yargılama yeniden yapılmalıdır.’’
Nihayet esaret prangalarını vuran paralel yargının, bu hukuksuzluğunu adil yargı söküp atmıştı.
Evet, süreç bitmemişti; bu karar davanın sonuçlandığı anlamına gelmiyordu, her şey yeniden başlayacaktı. Yaşanan, yaşatılan her ne varsa, bu defa adil bir şekilde ortaya çıkacaktı.
Özgürlüğe kavuştukları ilk gün; İstanbul Milletvekili Engin Alan Paşa’nın ifade ettiği gibi:
‘’ Bugüne kadar olan hiçbir şey yok sayılmayacaktı…’’
‘Balyoz Kumpasından’ tarihe yansıyan gerçekler bunlardı.
Ve tüm yaşananların muhatabı olan o yiğit askerler, bu sürecin ardında gerçek bir kahramanlık öyküsü bıraktı.
Şimdi onlarında söyleyecekleri, tarihe not düşeceği daha birçok gerçek vardı.
Ama en önemlisi, gerçeklerin ve vicdanın
Atilla ÇİLİNGİR
Kıbrıs Gazisi
www.atilla.cilingir.com