blank
Atilla Çilingir tarafından
29 Ocak, 2018 11:48 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

AMERİKAN EMPERYALİZMİ BUDUR!..

Çeşitli kaynaklar Emperyalizmi şöyle tanımlamaktadır: .Bir ulusun kontrolünü diğer halklar üzerinde genişletmesini sağlayan politika ve uygulamalar, .Bir devletin kendi sınırları ötesindeki halklar üzerinde, rızaları olmaksızın, kontrol kurma politikası ve uygulamalarıdır. Collier’s Encyclopedia; Emperyalizmin tarihsel evrelerini üçe ayırmaktadır: Birincisi, 16. yüzyıla kadar devam eden imparatorlukların genişlemesi ile ilgili olan evredir.  İkincisi, coğrafi keşiflerle başlayıp 19. yüzyıla kadar devam eden emperyalizmdir. Eski emperyalizm olarak adlandırılmaktadır;  Üçüncüsü, yeni emperyalizmdir; yaklaşık 1880’lerde başlamış, sömürgelere yeniden büyük ilgi duyulmasına, Asya ve Afrika’nın paylaşılmasına yol açmıştır. Amerika kıtasının keşfiyle birlikte ABD’nin kuruluşuna giden yolun taşları, dönemin sömürgeci ülkeleri İngiltere ve Fransa tarafından döşenmiş; Amerika, çeşitli milletlere mensup kolonilerden oluşmuştur. Ancak o süreçten sonra ‘’Özgürlükler Ülkesi Amerika’’ etiketi ortaya çıkıncaya kadar, kıta Amerika’nın asıl sahipleri Kızılderililere, Zencilere uygulanan soykırım, bu ülkenin kuruluş tarihinin kara lekesidir. Amerika’nın kuruluşunda yaşanan iç savaşın, günümüz dünyasında hangi ülkeyi ele geçirmek isteseler iş birlikteliği yaptığı İngiltere’yle yapıldığı da unutulmamalıdır! 1873’de Versailles Antlaşmasıyla Amerika tarih sahnesine çıkarken; Osmanlı İmparatorluğu gerileme dönemine girmiştir. O süreçte Amerika’nın giderek artan satın alma gücüne karşılık; Osmanlıda yaşanan ekonomik durgunluk, Amerika’nın Osmanlı toprakları üzerindeki etkisini de arttırmıştır. Amerika’nın ekonomik gücünün yanı sıra;  19’ncu asırdan itibaren ‘’Amerikan Donanması’’ ve ‘’Amerikan Misyonerlik’’ faaliyetleri de etkili olmuştur. Ayrıca Hristiyanlığın doğduğu toprakların, Osmanlı hâkimiyetinde bulunması da; ABD’nin nezdinde Osmanlı Devletini daima önemli kılmıştır. Bu özet tarihçeden sonra Cumhuriyet Türkiye’sine bakıldığında; karşılaştığımız her uluslararası problemde Amerikan’ın eli, emperyalizminin ayak izleri olmuştur! 2’nci dünya savaşından sonra ülkemizi yönetenler; SSCB’den gelebilecek türlü tehditlere karşı Amerika’yla yapılan ittifakları tercih etmiştir. 6 Nisan 1946’da Amerika’nın ünlü Missouri zırhlısının İstanbul’a gelmesiyle başlayan bu süreç; dönemin yöneticilerince Sovyetler Birliğine karşı Amerika’nın yanımızda olduğunun göstergesi olarak vasıflandırılmış, Amerikan severliğin çığırtkanlığı yapılmıştır. Türkiye Amerikan emperyalizmini 1947 yılında imzalanan Truman Doktrinini ihtiva eden yardım antlaşmasıyla hissetmeye başlamıştır. Bu antlaşmanın sadece ‘’4’ncü maddesi’’ dahi, bu yardımların Amerikan’ın müsaadesi olmadan başka bir maksat için kullanılamayacağını içerir ki; bu da ülkemizin nasıl bir teslimiyet içine sürüklendiğini gösterir. Bu maddenin en acı anlamını Türkiye, 1963’te Kıbrıs’ta yaşanan olaylar nedeniyle adaya müdahale etmek istemesiyle yaşayacaktır! Dönemin ABD Başkanı Johnson’un 3 Haziran 1964 tarihinde Türkiye’nin adaya müdahalesinde, Amerikan silahlarını kullanamayacağı yönünde İsmet İnönü’ye yazmış olduğu ağır ifadelerle dolu mektup, bu sürecin en çarpıcı kanıtıdır! 1948-1951 yılları arasında ülkemize yapılan Marshall yardımı, bu yıllardan sonraki yaşamımızı da etkileyecektir!  Çünkü bu yardım antlaşması sadece ekonomik değerlerimizi değil, geleceğimizi de ipotek altına almış; milli ağır sanayimiz üreten olmaktan çıkmış, Amerika’ya bağımlı hale gelmiş/getirilmiştir! 1950’li yıllarda dünya barışına katkı sağlanması için ama aslında NATO’YA girebilmemiz adına Kore’de Amerika’nın yanında savaşan Mehmetçiklerimizin gurur duyduğumuz kahramanlık tarihi bize, savaşın ‘’emperyalizme odaklı menfaatleri’’ Amerika’ya kalmıştır… 1974’te Kıbrıs adası elimizden kayıp gitmek üzereyken; yasal garantörlük hakkımız gereğince adaya yapmış olduğumuz müdahale sonrasında, Amerika’nın ülkemize uyguladığı ekonomi ve silah ambargosu; ABD’nin emperyalist menfaatlerine aykırı hareket ettiğimiz içindir. Ülkemizin 80’li-90’lı yıllarda yaşadığımız çalkantılı dönemler; 11 Eylül 2001’de Amerika’da ikiz kulelerin vurulmasıyla birlikte başlayan süreç; Amerika’nın Balkanlardan-Afganistan’a, Ortadoğu’dan, Afrika’ya uzanan GBOP’nin acımasızca uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu süreçte milyonlarca Müslüman halk acımasızca katledilmiş; evleri, yurtları Amerikan postallarıyla kirletilmiştir. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar da bunlardan farklı değildir. Kısaca özetlemeye çalıştığım bu ‘’süreç analizinden’’ ortaya çıkan sonuç; bugün Suriye’de karşı, karşıya olduğumuz gerçeğin de kendisidir. Ülkemizi yönetenlerce‘’Amerika’nın stratejik ortak’’olarak görüldüğü,‘’Ben, GBOP’nin eş başkanıyım’’ söyleminin kullanıldığı bir süreçten sonra; Ülkemizi yıllardır tehdit eden, zarar veren teröristlere bu stratejik ortak tarafından eğitim verildiği, silah desteğinde bulunduğu döneme nasıl gelindiğini, bu gelişmeler ulusal güvenliğimizi, devletimizin bölünmez bütünlüğünü tehdit ederken; bunun ‘hangi stratejik ortaklığa’ uyduğunu sormak, Emperyalizmin bölgedeki kirli yüzünü bir kez daha sorgulamak gerekir… Bu süreçte; Büyük Önderimiz Atatürk’ün Nutuk’ta ifade etmiş olduğu şu bölüm; bir kez daha okunmalı, yaşananlara ders olmalıdır: ‘’Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam istiklale(bağımsızlığa) sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlüğü ve miskinliği itiraf etmekten başka bir şey değildir. Bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Hâlbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyi’’ İstiklal savaşımızın milletçe kazılmasındaki ruh da budur. Türk Milleti tarihin her döneminde istiklalini de, devletimizin bölünmez bütünlüğünü de canından aziz bilmiş; vatanımız ne zaman dara düşse haysiyetini, gururunu, vatan sevdasını daima göstermiştir. Tıpkı 15 Temmuz 2016 tarihinde alçak FETÖ kalkışmasında gösterdiği gibi. Bu büyük millet, nereden gelirse gelsin, ülkemize yönelik her türlü tehdidi bugün de bertaraf edecek kararlılıkta ve güçtedir. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Suriye’de sınır ötesinde 10 günden beri teröre odaklarına yönelik bunun gereğini yapmaktadır. Ülkemizin bütünlüğünü içte ve dışta tehdit eden tüm teröristler yok edilinceye kadar bu şerefli göreve devam edeceği açıklanmıştır. Devletimiz, milletimizle tek yumruk olmuş; terör tehdidinin, bu tehdidi destekleyenlerin karşısında dimdik ayaktadır. Amerika’nın günümüzde Ortadoğu’da yapmaya çalıştığı şey; emperyalist hedeflerine uygun bölgeyi yeniden şekillendirmek istemesinden başka bir şey değildir! Böylesi bir yapılanmanın en büyük engeli de, Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Bu coğrafyada var olabilmemiz, emperyalist tuzaklara düşmemekten, devletimizin varlığını, bütünlüğünü tehdit eden hiçbir oluşuma izin vermemekten geçmektedir. Türkiye’nin gücü, bunu kararlılıkla yerine getirmeye muktedirdir. Rusya’dan Amerika’ya göç eden gazeteci ve eğitimci Max Lerner’in şu sözleri, bugün Ortadoğu’nun neden lime, lime edildiğinin önemli bir tespitidir: ‘’Amerikan tarihi baştan sona sürekli yayılıp, genişleme eğilimini ortaya koyar. Kendi sınırlarını bir kıtanın son sınırlarına kadar genişletebilecek bir ulusun, gelip de Okyanus’un kıyısında durabileceğini düşünmek hafiflik olur.’’    İşte, Amerikan emperyalizmi de budur.   Atilla Çilingir www.atillacilingir.com 29 Ocak 2018