blank
Atilla Çilingir tarafından
13 Temmuz, 2015 09:58 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

DOĞANIN FERYADINA SES VEREN KADIN..!

‘’Ben, ben, ben halkım. Ne mahkemesi, burası gidecek… Kafayi mi yedinuz, mahkeme nedur… Mahkeme bizuk, halk var halk, devlet yok, halk var… Kimdur devlet yahu, devlet bizum sayemizde devlettur. Mahkeme, mahkeme, mahkeme…’’ Yukarıda tırnak içine aldığım cümleler ona ait. Onu önce ‘Havva Bekâr’ diye yazdılar, öyle tanıdık! Ama asıl adı Rabia Özcan. O bir Karadeniz kadını. Anamdan bilirim yaman olur, Karadeniz’in kadınları. Öyle her şeye kolayca evet demez, olaylar karşısında hemen papuç bırakmazlar. Hele, hele bir de ata toprağına haksızca el değmeğe kalkan olursa vay haline! Ellerinde değnek dikilirler haksızlıkların karşısına… Tıpkı Rabia Ana’nın dikildiği gibi… O artık bir simge oldu, Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavrun Yaylasında… Doğu Karadeniz yaylalarını birbirine bağlayarak turizme açma projesi olan ‘Yeşil Yol’ için Rize’nin Çamlıhemşin İlçesinde yoğun bir tepki var halk tarafında. 11 Temmuz’dan buyana adeta ‘Dağ Komandoları’ gibi direniyor yöre halkı, hem de gerçek komandolara karşı… Dozerlere karşı çoluk, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek demeden savunuyorlar ata yadigârı o yemyeşil yaylalarını… Kime karşı? Vahşi kapitalizmin o doymak bilmez; doğayı lime, lime eden kazanç çarklarına, karşı… Artvin’in Kafkasör Yaylası Cerrattepe bölgesinde de aynı mücadele yaşanmamış mıydı birkaç gün önce? Kime karşı? Cengiz İnşaat adlı şirketin o bölgede altın madeni aramasına karşı… Hani ‘17-25 Aralık olaylarında basına yansıyan tapelerde: ‘Milletin…..koyacağız’ diyebilenler vardı ya! İşte onlara karşı… Bu bölgede işletmeye açılacak altın madeni arama çalışmalarına karşı çıkan yöre halkı hala nöbette, yörenin doğal katliamına kaşı koymaya kararlı. Ve yörenin sakinlerine TBB, TMMOB, TEMA VAKFI ve STK’larda büyük bir destek geldi. Değişik illerden çok sayıda vatandaşın da aralarında bulunduğu 760’ı aşkın davacıyı temsilen 61 avukat adına bölgenin ‘ÇED olumlu’ raporunun iptali ve madencilik faaliyetlerinin durdurulması istemiyle hazırlanan 105 sayfalık dosya, 10 Temmuz 2015 tarihinde Artvin adliyesine teslim edildi. Sadece Karadeniz bölgesinde mi yaşanıyor bu doğal katliamlar? Ya İzmir- Ödemiş’e bağlı İlkkurşun Köyü’nün 800 metre ilerisinden geçen otoyola yeni bir yol eklenmesine karar vermiş Karayolları Genel Müdürlüğü… Adından belli, Kurtuluş Savaş’ında Yunan Ordusuna ilk kurşunun sıkıldığı köyden geçecek bu yol..! Planlanan bu yeni yol, ana güzergâhı sadece 100 metre kısaltacak. Ama neye mal olacak? 3 kilometre olması planlanan bu yol, yöre köylüsünün meralarından geçecek bine yakın zeytin ağacı kesilecek. Ana güzergâhı 100 metre kısaltacak diye, bunca doğal katliama değer mi? Bundan öncesinde de Manisa’nın Soma İlçesi Yırca Mahallesinde Kolin Grubu tarafından yapımı planlanan termik santral için 6000 zeytin ağacı kesilmişti! Hem de bu bölgedeki ÇED raporunun mahkeme kararı ile iptal edilmesi öncesinde..! Neler oluyor ülkemizin yeşilinde, yemyeşil ormanlarında, yaylalarında, ovalarında, sulak alanlarında? Doğanın, doğa canlılarının sesine o bölgede yaşayanların sesi karışıyor, feryatları duyuluyor; kurtarın bizi diye yalvarıyorlar adeta! Tıpkı yıllar önce vahşi Amerika’da yaşananlar gibi! Nasıl mı? İşte tarihin içinden gelen yanıtı: 1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce; yazdığı bir mektupla Amerika’ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak istemiş ve ‘’bu isteği kabul edilecek olursa’’, Kızılderililere rahatça yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılabileceğini bildirmiştir. Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Seattle ABD başkanına bir mektup yazarak aşağıdaki yanıtı vermiştir. (Mektubun aslı Amerika Seattle Squamish Müzesinde korunmaktadır.) Mektubun orijinal metninden alıntısını yaptığım önemli paragraflar; adeta bugün ülkemizde yaşanan doğa katliamlarını anlatmaktadır: ‘’Washington’daki büyük Şef, bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığının farkındayız. Merak ediyoruz ki! Gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir, ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır, biz buna inanırız. Bir gün bakacaksınız ki, gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş; yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak…’’ Reis Seattle’ı vahşi bir Kızılderili kabile reisi olarak küçümseyenlere, ABD Başkanına vermiş olduğu cevabi mektubun tamamını okumalarını tavsiye ederim. Mektubun içeriğinden anlaşılacaktır ki, günümüzde pek çok profesör unvanlı kimi akademisyenlere, bilinen siyasilere ders verecek gerçeklerle doludur. Çünkü o ve onun gibi doğanın bağrında yetişenler; pek çoğumuzda olmayan/bulunmayan ‘hayat ve doğa uzmanlığına’ sahiptirler Yukarıda gündeme taşıdığım bu gerçeği yüz yıllar önce yeşile, doğal yaşama kıyanların kim olduklarını, bugünde vahşi kapitalizmin aynı kimliğini taşıyanların, yurdumuzdaki kimi iş çevreleriyle bu amaçlarına örnek olması açısından kaleme aldım. Yoksa benim de bir Karadenizli olarak hemşerilerimi Kızılderililere benzetmek değildir amacım. Ama Karadeniz’in yemyeşili ile bezeli o doyum olmaz doğası, dizginlenemeyen özgürlüğe âşık havası, o güzelim yaylaları, doğayı renklendiren türlü, türlü doğal canlıları, kimi zaman tütün kokan, kimi zaman taptaze çay kokularıyla bezeli köylerinin, Karadeniz’in o can insanlarının günümüzde yaşadıkları, yüzyıllar öncesinde vahşi Amerika’da yaşananlara o kadar çok benziyor ki! Sadece Karadeniz’de mi? Ege’de, Kazdağlarında, Antalya’da yaşananlara, o güzelim İstanbul’u bugünkü haline getirenlere ne diyelim? Bakın, çevrenize iyice bir bakın! Giderek yok olan, yok edilen doğanın feryatlarını duymaya çalışın! AVM’lere feda edilen, 3’ncü köprü yapımıyla çevre yolları geçecek diyerek katledilen milyonlarca ağacın, giderek yok olan rüzgârın ağıt yakan uğultusunu, ağlama sesini duyabiliyor musunuz? Ses verin, el verin onlara; duyarsız kalmayın, yardım edin… Bir lokma yiyecek peşinde koşan sokak kedilerine, giderek yok edilen sokak köpeklerine, çöplüklerde dolaşan martıların çığlıklarına, yuva yapmak için dal arayan, yaprak arayan kırlangıçların, serçelerin acılı cıvıltılarına ses verin..! Giderek mavisizleşen denizlerimize bir bakın! Ne kalmış geriye, üzerinde yüzen türlü çöplerden, tahlilinden çıkan milyonlarca doz koli basilinden başka? Büyük şehirlerimiz kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşüme kurban edilmesine duyarsız kalmayın, ses verin… En azından çevremizde kalan son yeşili, doğal güzellikleri korumak, sahip çıkmak hepimizin görevi…Çünkü bu güzelliklerin çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek nesillere kalabilmesi hepimizin boynunun borcudur. Özellikle de seçim meydanlarında türlü vaatler ile milli iradeye talip olanların… Yapılan bunca acımasızlığa, doğa katliamına sorumlu olup da suskun kalanlara bunun nedenini sorun, sorgulayın! Vatandaşlık hakkınızı kullanın. Onun içindir ki: ‘’Ben ben ben, ben halkım. Amaç ne, amaç ne… Bu insanlar her yaylanın yolu var mi, birbirlerine gel git ederler, yol yürüyecek torunlarımız yol yürüyecek, taşına toprağına kurban olacak. Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, Kaymakam kimdur? Kimdur devlet yahu, devlet bizum sayemizde devlettur…’’ Diyerek, doğanın feryadına ses olan Karadeniz’in yiğit kadını Rabia Ana ve ona destek veren nice analar, babalar, gençler çocuklar haksız mı? Onlar, ata toprakları ‘Karadeniz Yaylalarının’ hırçın ama özgür havasını soludular. Bu hava ile ilk nefesi aldılar, bu hava ile son nefesi verdiler… Doğanın yeşiline sevdalandılar, âşık oldular, sevdiler sevildiler. Hayatlarının her demini yeşilin tonlarıyla renklendirdiler… Çay oldular, tütün oldular ama hep kendileri kaldılar; hırçın dağlarında şahin olup, uçtular. Hiçbir neden, hiçbir kimse, onların bugüne değin bu hayallerini ellerinden almaya kalkmadı..! ‘’Karadeniz’un yeşil yaylalarini solduramadi, solduramayacak daa uşağum…’’ Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs GAZİSİ www.atillacilingir.com