Karabük Üniversitesi, Türkiye'nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığı azaltmak ve yerli teknolojiyi geliştirmek amacıyla önemli bir projeye imza attı.
Karabük Üniversitesi, Türkiye’nin savunma sanayisinde zırh çelikleri alanındaki gücünü artırmayı hedefleyen önemli bir projeyi hayata geçirdi. TÜBİTAK 1001 programı kapsamında desteklenen ve 1 milyon 600 bin TL bütçeyle hayata geçirilen projede, zırh çeliklerinin kaynaklanabilirlik performansı ve balistik dayanımını artırmayı hedefleyen yenilikçi bir yöntem geliştiriliyor.
Karabük Üniversitesi İmalat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nizamettin Kahraman’ın yürütücülüğünü üstlendiği projede, Türkiye’de kullanılan ve tamamı ithal edilen kaynak tellerine alternatif olarak yerli ve millî bir kaynak teli geliştirilmesi planlandı. Proje kapsamında, Yenilikçi Gaz Metal Ark Kaynak (GMAK) yöntemi kullanılacak. Bu yöntemle kaynak bağlantılarındaki mekanik zayıflıkların ve performans kayıplarının en düşük seviyeye indirilmesi hedefleniyor. Kaynak maliyetlerinin yüzde 50 oranında azaltılması, kaynak performansının yüzde 30 artırılması ve balistik dayanımın yüzde 25 oranında iyileştirilmesi öngörülüyor. Bu yönüyle proje, hem ekonomik hem de performans açısından önemli kazanımlar sunmasıyla dikkat çekti.
SAVUNMA VE OTOMOTİV SEKTÖRÜNE YENİLİKÇİ ÇÖZÜM
Proje, savunma sanayisinde zırh çeliklerine yönelik geliştirmelerin yanı sıra, otomotiv sektöründe kullanılan yüksek mukavemetli çeliklerin kaynaklanabilirlik sorunlarına da çözüm sunmayı hedefliyor. Özellikle 1000 MPa ve üzerindeki çeliklerde sıkça karşılaşılan mukavemet kayıplarının, bu yöntem sayesinde önemli ölçüde azaltılacağı öngörülüyor. Bu sayede, daha sağlam ve dayanıklı yapıların elde edilmesi mümkün olacak.
Proje yürütücüsü Prof. Dr. Nizamettin Kahraman, bu çalışmanın yalnızca savunma sanayisine değil, aynı zamanda Karabük Üniversitesi’ne de büyük katkı sağlayacağını vurguladı.
TÜBİTAK tarafından desteklenen "Zırh Çeliklerinin Gaz Metal Ark Kaynak (GMAK) Yöntemi ile Birleştirilmesinde Yerinde Alaşımlama Uygulanarak Bağlantı Performanslarının ve Balistik Özelliklerinin İyileştirilmesi" başlıklı projede, Dr. Öğr. Üyesi Yusuf Ayan, Öğr. Gör. Soner Çetin, Furkan Kızılbaş ve Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yavuz Sun da yer alıyor.
Türkiye’nin ata yadigârı Kıbrıs adasındaki soydaşlarımızı Rumların zulmünden, topyekûn katletmesinden kurtaralı 51 yıl, adalı Türklerin özgürlüklerine kavuşarak KKTC adıyla kendi devletlerini kurmasından bugüne 42 yıl geçti.
Ama ne adadaki bu değişimi, ne de Türklerin kurmuş olduğu KKTC’yi bugüne değin hiçbir ülke kabullenmedi. Türkiye dışında hiçbir ülke de bu devleti tanımadı!
Neden?
O kadar çok nedeni var ki!
Bu nedenlerin en başında geleni; Haçlı seferlerinden bu güne böylesine stratejik önemi olan bir coğrafyada tam da Akdeniz’in orta yerinde bulunan, Ortadoğu’yu yakından kontrol eden uçak gemisi konumundaki bu adada Türk’ün varlığı, Türk askerinin olması hiçbir zaman istenmedi de ondan…
Tarihin hiçbir döneminde Türklerin varlığının Orta Asya’nın dışına çıkması da istenmedi. Çünkü batılılara göre Türklerin batıya yayılması demek İslamiyet’in de genişlemesi, Hıristiyanlığın önüne geçmesi, insanları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendiren kilisenin de önünü kesmekti de ondan…
Aslında Kıbrıs’ta yaşanan da budur!
Bugüne değin GKRY’deki Ortodoks Kilisesinin başındaki papazların istekleri dışında yönetimde bulunan hiçbir Rum lideri Türk tarafı ile çözüm adına müzakere edemedi. Kilise ne dediyse müzakere masasında sadece onu dile getirdi.
Rum Ortodoks Kilisesi bugüne değin gerçekleşen tüm müzakerelerde adanın yönetiminin Rum tarafında olmasını, Türklerin ise sadece azınlık haklarına razı olmasını istedi. Ondan sonra atılacak adımın, adanın Yunanistan’a ilhak olması da idealleriydi…
Tarihi gerçeğe de bakıldığında 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı da Ortodoks Kilisesinin Başpiskoposu Makarios’tu. Onun da amacı adayı Yunanistan’a bağlamaktı.
Kısacası adada yaşanan anlaşmazlığın temelinde Hıristiyan âleminin bu bölgede İslamiyet’in temsilcisi bir devletin olmasını istememesi vardır.
Bu gerçeğin dışında KKTC’nin tanınmamasının diğer önemli nedeni; ABD-AB-BM ve bölgede menfaati olan diğer devletlerin hem adanın çevresinde bulunan enerji yataklarının kullanılması, hem de adanın stratejik önemi nedeniyle Kıbrıs’ta üs bulundurmak istemeleridir. Bunun için de inanç merkezli politika öne çıkmakta. İslamiyet’in temsilcisi olarak gördükleri KKTC’yi tanımak yerine; Hristiyan âleminin temsilcisi olarak gördükleri Rum tarafını yasal hükümet olarak tanımak onların işine gelmektedir.
Bunun yanı sıra ekonominin, paranın gücü de önemlidir. Bunun en yakın örneği; KKTC’nin de gözlemci ülke olarak tanındığı Türk Devletler Teşkilatına üye ülkeler konumundaki; Türkmenistan-Kazakistan-Özbekistan ülkelerine AB’den yapılacak 15 milyar avroluk yatırımın da etkisiyle geçtiğimiz hafta GKRY’ne büyükelçi atamışlardır
TDT üye bu üç ülkenin diplomatik hamlesi karşısında Türkiye’den henüz bir açıklama yapılmadı. Ancak KKTC’yi tanımayan bu üç kardeş ülkenin Rum kesimine büyükelçi atamalarını sadece alacakları ekonomik yardım nedeniyle yaptıkları da söylenemez.
Çünkü yapılan bu hamlenin arka planında; Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerinde giderek artan gücünün AB tarafından fark edilmesi, bu iş birliğinde bir çatlak açılması, Hristiyan âleminin Avrasya platosuna uzanarak bu güç birliğini ayrıştırması yatmaktadır.
Türkiye’nin bu noktada Azerbaycan’dan alacağı güçlü bir destek ile AB’nin açmak istediği bu çatlağın önünü kesmesi, Türk Devletler Teşkilatına üye olan ülkeler ile ilişkilerini güçlendirmeye devam etmesi en uygun tercih olmalıdır.
Görülen odur ki!
KKTC’nin uluslararası camiada tanınması o kadar kolay olmayacaktır. Ama başta Türkiye’nin yöneticileri olmak üzere KKTC’deki yöneticiler de bu devletin tanıtılması faaliyetlerinden asla vazgeçmemeli, uluslararası ilişkilerde KKTC’nin tanınması mutlaka gündeme getirilmelidir.
Dünya var olduğundan beri devletlerarasında süregelen dinler savaşı, geçmişte silah gücü ile gerçekleşmişti, günümüzde ise ekonomik güçler çatışması ile devam etmektedir.
Türkiye bulunduğu coğrafyada, son yurdumuz Anadolu’daki güçlü yapısıyla örnek olmaya devam ettiği Avrasya platosundaki devletlerle olan işbirliğini devam ettirirken, uluslararası ilişkilerde de özellikle Hıristiyan âlemine mensup ülkelere sağladığı avantajları bir kez daha gözden geçirmeli, önümüzü kesmeye çalışan kimi ülkelere bu avantajlar hatırlatılarak onları daha dikkatli olmaya davet etmelidir.
Bir örnek vermek gerekirse Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle özellikle Avrupa’ya yayılması muhtemel milyonlarca göçmenin önüne geçerek onlara kucak açan Türkiye’nin bu fedakârlığını unutanlara hatırlatmak bile yetecektir.