SAMSUN (İHA) – Samsun’un Salıpazarı ilçesinde yapımına devam edilen 1 milyar 141 milyon TL maliyetli, 25,74 milyon metreküp/yıl içme suyu ve 10,85 hektar alanda da taşkın kontrolü faydası sağlayacak barajın yapımına devam ediliyor.
Daha önceden gerçekleşen sellerde can ve mal kayıplarının yaşandığı Salıpazarı ilçesinde 26,12 milyon metreküp depolama hacmi bulunan Salıpazarı Barajı’nın yapımına devam ediliyor. Şu ana kadar yüzde 30’dan fazlası tamamlanan barajın hem içme suyu sağlaması hem de taşkınlardan koruması hedefleniyor.
Toplam maliyeti 1 milyar 141 milyon TL olan Salıpazarı Barajı, relakosyon 1 (bin 401 metre), relekasyon 2 (4 bin 467 metre), ripaj (642 metre) yolları tamamlanıp, protokol yapılarak SBB’ye teslim edildi. Gövde temel kazılarının yüzde 99’u tamamlandı. 153 adet kütle beton (26 bin 225 metreküp) döküldü. Memba muhafazası imalatları tamamlandı. Gövde taban kazısı ve kütle beton taban iyileştirme imalatının epoksi enjeksiyon işleri yapılmaya devam ediyor. Gövde enjeksiyon delikleri açılması (17 bin 814,5 metre), perde enjeksiyon (316,5 metre) çalışmaları ise devam ediliyor. Temelden yüksekliği 76 metre, toplam gövde hacmi 670 bin metreküp ve 26,12 milyon metreküp depolama hacmi bulunan barajın bin 540 hektar alanı sulama, 25,74 milyon metreküp/yıl içme suyu ve 10,85 hektar alanda da taşkın kontrolü faydası sağlaması bekleniyor.
Projenin fiziki gerçekleşme oranı yüzde 30’u geçti.
FİLİSTİN’İ, KUDÜS’Ü TANIYANLAR; NEDEN KKTC’Yİ TANIMAZ?
ABD Başkanı Trump; 2017 yılında İslam âlemini hiçe sayarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıklayınca!
Türkiye’nin dönem başkanlığını yaptığı bu süreçte, İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkeler de, ülkemizin liderliğinde bu kabul edilmez duruma anında karşılık verdiler:
Doğu Kudüs’ü Filistin Devletinin Başkenti olarak tanıdıklarını ilan ettiler.
Türkiye’nin liderliğinde yapılan iş birlikteliğiyle, bu emperyalist İmparatorluğa verilen yanıt, ülkemiz adına önemli bir başarı olarak tarihte yerini almış; İslam ülkeleri adına da güçlü bir moral kaynağı yaratmıştı…
İşte tam da bu noktada; bu coğrafyada neredeyse bir asırdan beri çözülmesi gereken önemli bir konu daha akla gelmektedir:
Kıbrıs adasında yaşanan de-facto durum ne olacaktır?
Akdeniz’in orta yerinden; dünyanın enerji coğrafyası Ortadoğu’yu kontrol eden Kıbrıs’ın kaderi değişeli neredeyse yarım asır olmuş; adanın güneyinde ayrı, kuzeyinde ayrı iki devlet yaşamaktadır.
Kıbrıs’ın Güneyinde yaşayanlar Ortodoks, Kuzeyinde yaşayanlar Müslümandır. Her dönemde GKRY’ni koruyup kollayan Hristiyan âlemi Rum tarafını yasal hükümetmiş gibi tanımakta ama adanın kuzeyinde 42 yıldır yaşayan KKTC’yi yok saymaktadır!
Adada biri varmış, diğeri yokmuş gibi bir durum yaşanmaktadır!
Bu adanın bir de başkenti vardır: Adı Lefkoşa’dır. Dünyanın bölünmüş son başkentidir! Bu bölünmüşlük 1964’ten beri geçerlidir. 1963’ün 21 Aralığında adanın tamamında Türk köylerinin Rumlar tarafından yakılıp yıkıldığı, Türklerin kanının oluk, oluk akıtıldığı o meşum geceden sonra adına ‘’kanlı dere’’ denen yerin hemen dibinden geçen bir hatla bölünmüş bir başkenttir burası…
Aslında 50’li yıllardan, bugüne adada değişen bir şey yoktur!
Rumlar adanın tamamını ele geçirmek için 21 Aralık 1963 ve 15 Temmuz 1974’te iki hamle yapmış, adada yaşayan Kıbrıs Türk Halkı ve Türk Milleti buna müsaade etmeyince; adanın Güneyi Rumlarda, Kuzeyi Türklerde kalmıştır.
Adada her birinin yaşamı da, dili de, dini de, yönetimi de, meclisi de, halkların irade gücü de ayrı iki devlet vardır.
Ama hala birileri bu coğrafyadaki türlü menfaatleri için, ‘çözüm dedikleri türlü oyunlarla’ bu iki halkı, bu iki ayrı devleti birleştirmenin peşindedir!
Bu oyunlar artık durmalı, durdurulmalıdır.
Bunu yapacak olan da yine Türkiye’nin liderliğidir, İslam ülkeleridir.
Mademki Hristiyanlık dünyası adanın sahibi olarak Rum kesimini tanımakta; asırlardan beri yaşadığı, vatan topraklarını Kıbrıs Türk’ünün elinden koparıp almanın planlarını yapmaktadır!
O zaman ahir çoğunluğu ile asırlardan beri Müslüman olan, günün beş vakti minarelerinden Ezan-ı Şerifin, salaların yükseldiği KKTC’yi devlet, başkentini de Kuzey Lefkoşa olarak tanımanın zamanı gelmiştir.
Bu konuda da öncülüğü 42 yıldan beri KKTC’yi tanıyan tek ülke olarak Türkiye yapmalı, İslam ülkelerini de bu tanınmaya davet etmelidir.
1963’te adayı kan gölüne çeviren Rum tarafını Hristiyan âlemi adanın yasal sahibi olarak tanımakla kalmamış; onları AB’ye üye de yapmıştır!
Bu adaletsizliğin, hukuk tanımazlığın yanı sıra; adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıs Türk Halkı hala Rum tarafının uyguladığı insanlık dışı ekonomik ve siyasi ambargolarla boğuşmakta, insan hakları ellerinden alınmaya devam etmektedir!
KKTC’de yaşayan Kıbrıs Türk Halkı Müslüman kimliği ile tıpkı Kudüs’te olduğu gibi İslam âleminin de temsilcisidirler.
Kudüs tabii ki önemlidir, Kudüs İslam âleminin simgesidir. Filistin Devleti de, Filistin Halkı da özgürce yaşamalı; Kudüs sonsuza dek İslam’ın elinde kalmalıdır.
İşte tam da bu noktada sorulması gereken soru şudur:
Ya Kıbrıs Türk’ünün yaşam hakkı ne olacaktır? Hak ve hukuk sadece Rum tarafının mıdır?
Rumları adanın yasal hükümeti olarak tanıyan Hristiyan âlemine mensup ülkelere, İslam ülkelerinin vereceği bir cevap olmalıdır!
Ey İslam Ülkeleri: Görün artık bu gerçeği.
Hani GKRY’de mevcut 39 Büyükelçilik arasında sizin de elçiliklerinizin bulunduğu yerin kuzeyinde de bir devlet var.
Adı: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Filistin’i devlet, Doğu Kudüs’ü de başkenti olarak tanıdığınıza göre; bu devleti de, devletin başkenti olarak Kuzey Lefkoşa’yı da tanımanızın zamanı gelmedi mi?
Bu ikircikli durum niye?
Yoksa bu tanımaya küresel güçlerle birleşen bölgesel menfaatleriniz mi mani?