Avatarı
Ihlas Haber Ajansı tarafından
09 Ekim, 2024 12:00 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 4dk
Yorum Sayısı: 0

Prof. Dr. Ayhan Kara: “İran’daki nükleer tesislerin hedef alınması, insanlığı yok oluşa sürükleyecek bir süreci tetikleyebilir”

Giresun Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Nükleer Bilimler Uzmanı Prof. Dr. Ayhan Kara, İsrail ile İran arasında sürmekte olan gerilimle ilgili önemli bir uyarıda bulunarak “Nükleer tesislerin hedef alınması, insanlığı yok oluşa sürükleyecek bir süreci tetikleyebilir” dedi.
İran’ın 1 Ekim’de İsrail’e düzenlediği füze saldırılarının ardından İsrail’in İran’a yönelik enerji, petrol ve nükleer tesislere saldırı tehdidinde bulunması üzerine gözler İran’daki nükleer tesislere çevrildi.
Nükleer reaktörler ve tesisler ile nükleer enerji alanında önemli çalışmalara imza atan Nükleer Bilimler Uzmanı Prof. Dr. Ayhan Kara, gündeme ilişkin açıklamalarda bulunarak “İran’ın geçtiğimiz günlerde İsrail’e gerçekleştirdiği füze saldırısının ardından, İsrail’in İran’ın kritik tesislerine yönelik olası saldırılarında nükleer tesislerin hedef alınması, insanlık adına çok tehlikeli bir süreç başlatabilir, bu süreç karşılıklı bir yok oluşa kadar uzanabilir” uyarısında bulundu.
Kara, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede “Öncelikle nükleer santraller ile nükleer silahlar arasındaki farkı vurgulamak gerekiyor. Nükleer silahlar, kitle imha silahlarıdır. İnsanlar, altyapılar ve doğa üzerinde yıkıcı bir etki bırakır. Patlama anında ısı, ışık ve şiddetli basınç dalgalarıyla yok edici bir güç sergilerler. Bu silahlar, insanlığın ulaştığı en ileri ve ölümcül teknoloji örneklerinden biridir. Buna karşılık, nükleer santraller enerji üretimine yöneliktir. Ancak, nükleer santrallerin saldırıya uğraması durumunda da ciddi tehlikeler oluşabilir. Nükleer silahlarla aynı etkiyi yaratmasalar dahi, aşırı radyasyon sızıntısı meydana gelebilir. Bu, örneğin İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırması durumunda yaşanabilecek bir senaryodur” ifadelerini kullandı.

İran’ın nükleer tesisleri ve olası riskler
İran’da bulunan nükleer tesisler hakkında bilgiler veren Kara, “İran’da mevcutta aktif durumda olan Buşehr kentindeki basınçlı nükleer güç reaktörünün yanı sıra farklı noktalarda birçok uranyum zenginleştirme tesisi ve araştırma reaktörleri mevcuttur. Uranyum zenginleştirme tesisleri ve araştırma reaktörlerinin saldırıya uğraması, genel olarak büyük bir çevresel felakete yol açmaz. Çünkü bu tesislerde, büyük miktarda fisyona uğramış madde bulunmamaktadır. Ancak fisyon ürünü atık depoları ve İran’ın Buşehr kentinde bulunan bin megavat gücündeki reaktör, farklı bir tehlike barındırmaktadır. Bu reaktörde tonlarca fisyon sürecinde nükleer yakıt bulunmaktadır. Bu yakıtın atmosfere salınması durumunda Çernobil benzeri bir felaket yaşanması muhtemeldir” şeklinde konuştu.
Bölgedeki nükleer tesislere yönelik olası bir saldırı anında, atmosferik koşullara bağlı olarak Türkiye’nin de olumsuz etkileneceğini kaydeden Kara, “Buşehr kentindeki nükleer tesise düzenlenecek olası bir saldırı, o günkü atmosfer koşullarına bağlı olarak Türkiye’yi ciddi biçimde etkileyebilir. Türkiye’nin yanı sıra Arap Yarımadası, Ortadoğu ve hatta İsrail bile bu radyasyon serpintisinden nasibini alabilir. Hatırlanacağı üzere; Çernobil’deki kazadan hem ülkemiz hem de Norveç ve İsveç gibi ülkelerin etkilenmiş olması bu riski açıkça ortaya koymaktadır” dedi.

Taktiksel nükleer silah tehlikesi
Nükleer tesislerin yanı sıra taktiksel nükleer silahların neden olacağı tehlikelere de dikkat çeken Kara, şu ifadeleri kullandı:
“En büyük endişelerden biri, İsrail’in İran’ın nükleer silah kapasitesini yok etme amacıyla taktiksel nükleer silah kullanma olasılığıdır. Taktiksel nükleer silahların güçleri, genellikle 0,5 ile 1 kiloton (1000 ton TNT’ye eşdeğer patlayıcı güç) arasında değişir. Karşılaştırma yapmak gerekirse, Hiroşima’ya atılan atom bombasının gücü yaklaşık 15 kilotondu. İran’ın nükleer tesisleri çoğunlukla dağların içine gizlenmiş, korunaklı haldedir. İsrail’in bu sebeple, İran’ın nükleer kapasitesini sonlandırmak adına böyle silahlara başvurması olasılık dahilindedir. Böyle bir saldırı gerçekleştirirse, dünyada benzeri görülmemiş bir nükleer felaketin kapıları da aralanabilir. Çünkü İran’ın elindeki nükleer silah kapasitesine dair tam bilgiye sahip değiliz. Hem İsrail, hem de İran, nükleer kapasitelerini tam anlamıyla açıklamamaktadır. Bazı raporlar İran’ın uranyumu yüzde 60 zenginleştirdiğini ve bu seviyeyi nükleer silah kapasitesine kadar çıkarmış veya çıkarabilme potansiyeline sahip olduğunu bildirmektedir. Eğer bu tür bir saldırı gerçekleşirse, İran’ın da nükleer karşılık vermesi muhtemel hale gelir ve her iki ülke içinde geri dönülemez bir yok oluşun başlangıcı olabilir.”

Küresel felaket tehlikesi
İsrail ile İran arasında yaşanacak olası bir nükleer savaşın, tüm dünyayı derinden etkileyeceğini sözlerine ekleyen Kara, “İsrail’in, İran’a nükleer bir saldırı gerçekleştirmesi, sadece bu iki ülkeyi değil, tüm dünyayı etkileyebilir. Bu durum, nükleer silahların kullanılabildiği bir zincirleme felaketler serisinin başlangıcı da olabilir. Bu noktada Rusya-Ukrayna savaşı da daha büyük bir tehlikeye dönüşebilir. Hem nükleer reaktörlerin saldırıya uğraması, hemde nükleer bir çatışma riski oluşabilir. Biz bilim insanları, nükleer enerjinin yalnızca barışçıl amaçlarla, enerji üretimi ve iklim değişikliğine karşı mücadelede kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu anlamda herkesi sağduyuya davet ediyoruz. Böyle bir felaketle karşılaşmamayı umuyoruz” dedi.

Türkiye, nükleer risklere ne kadar hazır?
Prof. Dr. Kara ayrıca, 1986 yılında Çernobil’de yaşanan felaketin ardından Türkiye’de önemli adımların atıldığının altını çizerek “Arzu etmediğimiz böyle bir senaryoya karşı ülkemizde; Radyasyon Erken Uyarı Ağı (RESA) ve Çevresel ve Atmosferik Dağılım Modelleme Sistemi (ÇADMS) ile anlık gelişmeleri takip edebilme yeteneğine sahibiz. Ayrıca böylesi felaketler için Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve AFAD gibi ilgili kurumlarımız, uluslararası standartlara uygun acil durum müdahale planlarına sahiptir. Bu planlar, halkın güvenli bir şekilde tahliyesini, radyasyon seviyelerinin izlenmesini ve kamuoyuna düzenli bilgilendirme yapılmasını içerir. Aynı zamanda, olası bir radyasyon serpintisi durumunda alınacak önlemler konusunda halkın bilinçlendirilmesi de bu hazırlıkların bir parçasıdır. 1986 Çernobil faciasında yaşanan tecrübesizlikler, günümüzde önemli ölçüde telafi edilmiş ve olası benzer felaketler karşısında yerel ve ulusal yetkililer hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilecek donanıma sahip hale gelmiştir. Yetkililer, atmosferik koşulları değerlendirerek halkın güvenliği için gerekli adımları atmakta, ilgili kurumlarımız ise radyasyon seviyelerini sürekli olarak izleyerek halk sağlığına zarar vermemesi için gerekli koruyucu tedbirleri almaktadır. Bu anlamda ülkemiz, potansiyel tehlikeleri erken tespit etme ve etkili müdahalede bulunma kapasitesine sahiptir. Ancak hepimizin dileği; bu tür felaketlerle hiç karşılaşmamaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Bizi sosyal medyadan takip edin
blank
Avatarı
Ihlas Haber Ajansı tarafından
12 Haziran, 2025 12:52 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 2dk
Yorum Sayısı: 0

Asya kökenli kene için hastalık bulaştırma riski şimdilik yok, patojen taraması yapılacak

Türkiye’de birinci defa görülen Asya uzun boynuzlu kenesinin şu an için hastalık taşıdığına dair rastgele bir bulgu bulunmadı.
Türkiye’de birinci kere tespit edilen Asya uzun boynuzlu kenesi (Haemaphysalis longicornis) hakkında açıklamalarda bulunan Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Kısım Lideri Prof. Dr. Adem Keskin, şu an için ülkemizde tespit bu çeşide ilişkin örneklerin rastgele bir hastalık etkeni taşıdığına dair bilimsel bir bilgi bulunmadığını belirtti. Keskin, kenenin sonlu bir bölgede bulunduğunu, vatandaşlara panik yapmamaları davetinde bulundu. Kenelerin tabiatta birçok canlıdan kan emerek ömrünü sürdüren dış parazitler olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Keskin, bu nedenle hastalık taşıma potansiyeline sahip olsalar da, her vakit hastalığı bulaştırma da rol alacağı manasına gelmediğini vurguladı. Türkiye’de yaygın olarak bilinen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığının ana taşıyıcısının "Hyalomma marginatum" isimli kene çeşidi olduğunu tabir eden Keskin, bu virüsün dünya genelinde 30’dan fazla kene çeşidinde tespit edilebildiğini lakin bunların hepsinin bulaştırıcı olmadıklarını belirtti.

Prof. Dr. Keskin; "Bir kenede hastalık etkeninin bulunması, onun hastalık bulaştıracağı manasına gelmez"
Dünyada binden fazla kene çeşidi bulunduğunu belirten Keskin, "Keneler parazit canlılardır ve hastalık bulaştırma potansiyeli olan parazitlerdir. Fakat bir kenede hastalık etkeninin bulunması, onun hastalık bulaştıracağı manasına gelmez" dedi.
"Şu anda bu yeni tespit edilen tıbbın (Haemaphysalis longicornis) KKKA üzere önemli bir hastalık bulaştırdığına dair rastgele bir bulgu yok"
Yeni tespit edilen "Haemaphysalis longicornis" çeşidi için şimdi rastgele bir bilimsel çalışmanın yapılmadığını tabir eden Keskin, mevzuyla ilgili projelerin hazırlandığını ve Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi tarafından desteklenen çalışmalar kapsamında toplanılan kenelerde patojen taraması yapılacağını söyledi. Bu taramalarla, kelam konusu kene cinsinde patojen taraması yapılacak. "Şu anda bu yeni çeşidin KKKA üzere önemli bir hastalık bulaştırdığına dair rastgele bir risk kelam konusu değil. Ülkemizde bu hususta net bir bulgu yok. İlgili kurumlarla temas halindeyiz, iş birliği içinde yapılacak bilimsel araştırmalar sonuçlandığında kamuoyuyla şeffaf formda paylaşacağız" diyen Prof. Dr. Keskin, yapılan çalışmalar tamamlanmadan kesin yargılarda bulunmanın hakikat olmadığını da kelamlarına ekledi.

Bizi sosyal medyadan takip edin