Karabük Demir Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'de yönetim kurulu kararına göre Kalite Yönetim ve Ar-Ge Direktörlükleri'nde yeni oluşuma gidileceği öğrenildi.
Buna göre, Genel Müdürlüğe direkt bağlı Kalite Güvence Metalurji ve Laboratuvarlar Müdürlüğü ile Strateji ve Yatırımlar Genel Müdür Yardımcılığına bağlı Ar-Ge Müdürlüğü, Kalite Yönetim ve Ar-Ge Direktörlüğü'ne bağlandı.
ArGe Müdürü Mücahit Sevim görevinden ayrılırken, ArGe Müdürü ile Kalite Metalurji ve Laboratuvarlar Müdürü pozisyonlarına asaleten atama yapılıncaya kadar bu görevlere Genel Müdür Vekili Ahmet Aycan uhdesinde; aynı zamanda Satış ve Pazarlama Direktörü olarak görev yapan Onur Erkara görevinden ayrılırken, Satış ve Pazarlama Direktörü, Pazarlama ve İhracat Müdürlüğü pozisyonlarına asaleten atama yapılıncaya kadar bu görevlere Satış ve Pazarlama Genel Müdür Yardımcılığı görevini vekaleten yürüten Fazıl Çiftçi uhdesinde verildiği bildirildi. (Kaynak: Bölgenin Sesi Gazetesi)
Türkiye, yakın tarihinin en sarsıcı, en sancılı ama belki de en umut verici dönemlerinden birini yaşıyor.
Yıllarca süren çatışmalar, kayıplar, toplumsal kutuplaşmalar ve siyasi krizlerin ardından, terör örgütü PKK'nın silah bırakması ve kendini feshetmesiyle yeni bir dönem başladı. Bu gelişme, sadece Türkiye için değil, bölge için de tarihsel bir dönüm noktası oldu. Peki, bu yeni dönemin kazananı kim olacak?
PKK'nın silah bırakma süreci, sıradan bir gelişmenin ötesinde, çok katmanlı, diplomatik, politik ve psikolojik boyutlar taşıyan bir değişim olarak ön plana çıkıyor. Sürecin fitili, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın İmralı Cezaevi’nden yaptığı çağrıyla ateşlendi. Öcalan, fesih ve silah bırakma çağrısında bulunarak sorumluluk aldığını ilan etti. Bu çağrı, hem içeride hem de dışarıda siyasi dengeleri sarstı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun” sözleriyle başlayan söylem değişikliği, siyasi alanda beklenmedik bir yumuşamanın sinyali oldu. Ardından Bahçeli’nin DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın "yeni bir başlangıç" çağrısını alkışlaması, Türkiye siyasetinde taşların yerinden oynadığını gösterdi.
DEM Parti’nin süreci sahiplenmesi ve İmralı’da gerçekleşen görüşmeler, ardından yapılan diplomatik temaslar ve nihayetinde Öcalan’ın son mesajı, silahların tamamen susacağına dair somut işaret oldu. Nitekim bu işaret, 5-7 Mayıs 2025’te terör örgütü PKK'nın kongresini toplaması ve 12 Mayıs'ta da terör örgütü PKK'nın kendisini fesih ettiğini ve silah bırakması kararını ilan etmesiyle netleşti.
Bu gelişmelerin ardından Türkiye’nin önünde şimdi büyük bir soru duruyor. Terörsüz bir Türkiye’nin gerçek kazananı kim olacak?
Kuşkusuz ki bu sorunun ilk ve en önemli cevabı, halktır. Doğusuyla batısıyla, Kürt'üyle Türk'üyle, Alevi’siyle Sünni’siyle bu topraklarda yaşayan her bir yurttaşın kazancı büyüktür. Artık analar ağlamayacak, gençler dağlarda değil üniversitelerde, fabrikalarda, tarlalarda olacak. Güvenlik kaygısı yerini refah beklentisine bırakacak.
Siyaset ise bu gelişmeyi doğru okuyabilirse ikinci kazanan olabilir. Siyasi partiler, eski ezberleri bir kenara bırakıp yeni bir toplumsal sözleşme için adım atarsa, kutuplaşma yerine ortak geleceği konuşmaya başlarsa Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılabilir. Bu, tüm partiler için bir sınavdır.
Ve elbette ki bölge...Türkiye’nin barışa yönelmesi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden İran’a, Suriye’den Ermenistan’a kadar birçok komşu ülkenin de dinamiklerini etkileyecek. Barış, sınırların ötesine taşarsa sadece Türkiye değil, Ortadoğu da derin bir nefes alabilir.
Ancak bu sürecin zorlukları da az değil. Silahların susması, sorunların tamamen çözüldüğü anlamına gelmiyor. Demokrasi, adalet, eşit vatandaşlık, ifade özgürlüğü gibi konular önümüzdeki yılların temel gündemleri olacak. Kazanımların kalıcı olması için toplumun tamamı bu süreci sahiplenmeli, siyasiler ise popülizm yerine vizyonla hareket etmeli.
Bu noktada “kazanan kim olacak?” sorusu belki de şöyle değişmeli: Barışı sürdüren, toplumsal adaleti inşa eden, demokrasiyi güçlendiren kim olacak? Çünkü asıl zafer, savaşla değil, barışla gelen zaferdir. Ve Türkiye, şimdi bu zaferin eşiğinde duruyor.