blank
Atilla Çilingir tarafından
12 Ocak, 2016 09:05 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 05.10.2024 08:13
A+ A-

SON BOZKURT, CAN LİDERİM DENKTAŞ…

K.K.T.C'nin Kurucu Cumhurbaşkanı Sn. Rauf Raif Denktaş'ın 4'ncü ölüm yıl dönümü anısına, kaleme almış olduğum yazıma; onun kendi sesiyle okuyarak, ilk kez 2002'de Kıbrıs'ta BRTV'de seslendirdiği; Sn. Mustafa Kayabek'e ait, o çok sevdiği şiir ile başlamak istiyorum. Ömrü boyunca yüreğinde taşıdığı vatan aşkı, ay yıldızlı bayrağımıza olan sevdasıyla: ''Benim iki bayrağım var Biri ana, birisi kız Benim iki bayrağım var İkisinin de bağrında Namusumdur ayla yıldız Biri damarlarımda kan Biri alnımda aktır Benim iki bayrağım var Birisi gönül yarası Biri tükenmeyen aşktır Biri yüreklerde sabır Biri yaştır kirpiklerde Benim iki bayrağım var Gölgesi üstüme düşer Biri Anamur'da gurup Biri Girne'de şafaktır Benim iki bayrağım var Biri yurdumun tapusu Biri kan bedeli, haktır. Biri dudaklarımda duam Biri gözlerde âmindir Biri güneş gibi sıcak Biri ay gibi serindir. '' (Şair: Mustafa Kayabek) Kimdi Denktaş? 88 yıllık ömrü boyunca, adını tüm dünyanın ezberlediği, 'Kıbrıs Türk'ünün, Türk Dünyasının Özgürlük Savaşçısı, Son Bozkurt' Denktaş Kimdi? İşte benim gözlemlerimle Son Bozkurt, Can Liderim Denktaş: 41 yıl önce Kıbrıs adasında; Kıbrıs Türk Halkının Rumlar tarafından topyekûn imha edilmesini, adanın Yunanistan'a bağlanmasını, Lozan'da kurulan Türk-Yunan dengesinin bozulmasını önlemek adına 20 Temmuz 1974 tarihinde garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale kararı alan T.C. Hükümetinin, bu savaşa gönderdiği T.S.K. birlikleri içerisinde bölük komutanı olarak görev alan ben; rahmetli Denktaş'ı o yıldan beri ismen tanıyordum. Birkaç kez de savaşın içinde görüşme fırsatım olmuştu… Sonrasında ise; o büyük devlet ve dava adamını, insan Denktaş'ı daha yakından tanımam, kendisinin Cumhurbaşkanlığı görevindeyken 1994 yılında bana ait savaş anılarımı toplatarak, Lefkoşa'da bastırdığı ve ''Özgürlük Nefesi'' isminin verildiği kitabım vesilesiyle olmuştu… Onunla birlikte daha yakinen, aynı idealler doğrultusunda çalışmamız, kendisinin Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmasıyla başlayacak; Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Şubesi çatısı altında 2003 yılında yönetimde görev almamla birlikte daha da ilerleyecek, iki ' Kıbrıs Gazisi ' olarak, bu yakınlığımız, o büyük devlet adamının son nefesine kadar artarak devam edecekti. Amacımız: Bir sivil toplum kuruluşu olarak, hukuki zeminlerde, ''Kıbrıs Milli Davamızın'' gerçeklerini halkımıza anlatabilmekti. Bu arada yazdığım kitaplar, güncel Kıbrıs makalelerim nedeniyle de; sanki aramızda özel bir iletişim kurulmuştu. Her yazdığım güncel makaleyi, Türkiye'den çalışma ofisine göndererek yorumuna arz ediyor; Kıbrıs konusuyla ilgili gerçekleri, tarihe ışık tutacak değerli bilgilendirme yanıtlarını alıyor, yazılarımla paylaşıyordum ( Bk. Kırılmadık Ne Kaldı-Zaman Asla Kaybolmaz) Öylesine nazik, öylesine öğretici, öylesine bilgi doluydu ki. Onun yanında geçen zamana unutamayacağım anılar sığdırarak, böylesine tarihe mal olmuş bir devlet adamının çok yakınında bulunabildiğim için kendimi çok şanslı addediyorum Unutulmasın ki, Kıbrıs adası elimizden kayıp gitmemiş, hala üzerinde ay yıldızlı bayraklarımız şanla, şerefle dalgalanıyorsa; Kıbrıs Türk Halkı adada özgürce, bağımsız bir devlet yapısı içinde yaşayabiliyor ise; bu milli ve ulvi değerleri: Öncelikle bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden şehitlerimize, 50'li yıllardan son nefeslerine kadar, Kıbrıs'taki tarihsel ve hukuki kazanımlarımız için yılmadan çalışan, çabalayan; tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen, daima Anavatanları Türkiye'ye, Türk Milletine güvenen Kıbrıs Davasının simge isimleri; Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş ve dava arkadaşlarına, bu uzun süreçte Kıbrıs konusunu Türk Ulusunun vazgeçilmezi olarak gören, bu konuyu milli menfaatlerimize uygun bir şekilde her platformda yılmadan savunan siyasetçilerimize ama hepsinden de önemlisi; Yüce Türk Milletine, onun ayrılmaz parçası Kıbrıs Türk Halkına borçluyuz. Sn. Denktaş'ın etrafında çok insan vardı. Kimileri dava arkadaşları, kimileri onun adından istifade ile bir takım talep peşinde olan siyasetçiler, kimileri onun engin deneyiminden istifade etmek isteyenler, bilgilerini öğrenmek isteyenler; kimileri sanat çevresinden, kimileri dış dünyadan, kimileri gazeteci ve yazar ama en çok da gençler… Can liderim Denktaş ise; özellikle gençleri çevresinde gördüğünde gözleri parlar, adeta onlarla gençleşirdi. Yanına gelen herkese istedikleri konuda yardım etmeye çalışır, hiç kimseyi geri çevirmezdi. Çünkü O öncelikle mükemmel bir insan, sonrasında da kendini savunduğu davasına adamış büyük bir liderdi. Aynı zamanda çok iyi bir aile reisi, sevgi dolu bir eş, davası uğruna çocuklarına yeterince zaman ayıramadığının hüznünü, acısını kalbinde hisseden, taşıyan çok iyi bir baba, son derece tecrübeli bir hukukçu, devlet tecrübesini, devletlerarası müzakerelerde edinmiş, çok iyi bir diplomat ve devlet adamı, şair ve yazar, fotoğraf sanatçısı, doğa ve doğa canlılarına karşı duyarlı, inançlı ve vicdanlı; kısacası insan olabilmenin tüm üstün niteliklerini kendisinde toplamış bir faniydi… Cumhurbaşkanlığı görevini bırakıp da, aktif siyaset arenasından çekildikten sonra, herkes onun bir kenara çekilip, emeklilik dönemi yaşayacağını sanmıştı! Ama o sevdalısı olduğu bu topraklarda, Kıbrıs adasında bir devlet kurmuş, bu kuruluşun yakın tarihini yazmış, halkının özgürce yaşam hakkı için inançla direnmiş, mücadele etmiş, bu uğurda ölmek pahasına yola çıkmış bir dava adamıydı. Ona göre yapılacak daha çok şey vardı. 17 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevini bıraktıktan sonra, kendisine refakat eden birkaç çalışma arkadaşıyla birlikte, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde başlayacağı yeni çalışma sürecinde; bilge kişiliğinden taşan tarihsel doğruları; öncelikle kendi halkıyla, sonrasında ise; Türk Milletiyle paylaşmaya devam edecekti… O süreçte Sn. Denktaş, belki de ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle görüş ayrılığına düşmüştü! Bunun hüznünü, hayal kırıklığını hep yaşadı... O ki, Anavatan Türkiyesiz hiçbir şeyin başarılamayacağını tarihin akışıyla gören, yaşayan bu gerçeği çok iyi bilen, Kıbrıs konusunda ardında bıraktığı yarım asrı aşkın aktif siyaset sürecini, Türkiye'deki hükümetlerle uyum içinde geçiren bir liderdi. Ama Sn. Denktaş; özellikle AB müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte, ortaya çıkan 'Annan Planına' karşı çıkmış. Bu süreçte K.K.T.C'de yaşananlar, Kıbrıs konusunda yıllardan beri vermiş olduğu mücadelenin, savunduğu ilkelerin, kendi siyasi tercihlerinin, dönemin Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın siyasi görüşü ve tercihleriyle örtüşmediğini görmüş. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle uyumsuzluk yaşandığı görüntüsünü vermemek adına; gerek kendisinden sonra Kıbrıs konusuna çözüm üretebilecek yeni siyasetçilerin önünü açmak için, gerekse Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu müzakere sürecinde elini kolaylaştırmak için aktif siyaseti bırakma kararı almıştı… Çünkü o canı kadar sevdiği Anavatanı söz konusu olduğunda, görevinden çekilmesini de bilen, yeni siyasetçilerin önünü de açabilen önemli bir devlet adamıydı. Yazımın bu bölümünde Sn. Denktaş'ın Cumhurbaşkanı olarak son kez katıldığı törende yaşananları anlatarak tarihe not düşmek isterim: ''Tarih: 15 Kasım 2004, Denktaş'ın Cumhurbaşkanı olarak katıldığı 21'nci Kuruluş yıl dönümü: O büyük lider; kendisinden sonra seçilen 2'nci K.K.T.C Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a görevini teslim etmeden önce, kurmuş olduğu K.K.T.C'nin 21'nci kuruluş yıl dönümünde Lefkoşa'daki tören alanında Tük Milletine, Kıbrıs Türk Halkına, Rum tarafına ve dünyaya Cumhurbaşkanı sıfatıyla son kez seslenecekti. O törende yapmış olduğu konuşmasında hem halkına veda etmiş, hem de çok önemli mesajlar vermişti. Benim de tören alanında bulunduğum o gün; Can Liderim rahmetli Denktaş, her zaman olduğu gibi tören alanına tam zamanında geldi. Törene katılan birlikleri denetlerken gözlerindeki bakışlar; Beşparmak Dağlarında efsaneleşen Mücahit Denktaş'ın 1963, 1964 yıllarındaki direnişini yansıtırcasına, 1974'te Mehmetçikle kucaklaştığı 20 Temmuz günündeki gibi kararlı ve dinçti. Yıllar boyunca Mücahitleriyle birlikte omuz, omuza mücadele veren; 'Saint- Hilarion'un' zirvesinden, Anavatan Türkiye'ye, Toros'ların mor lacivert görüntülerine özlemle bakan o gözler: ''Cumhurbaşkanlığı görevim bitti ama daha henüz bu topraklara, 'Bu Gazi Topraklar' uğruna hayatlarını feda eden Şehitlerimize olan borcum bitmedi. '' Der gibi pırıl, pırıldı… Gözlerini her kapayıp, açışında bu dava uğruna vermiş olduğu mücadele sanki bir film şeridi gibi bakışlarının önünden geçiyordu adeta… Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı, gerektiğinde uğruna ölmek için ant içtiği, 'Mücadele ve Cumhurbaşkanlığı' yemini ettiği Ay Yıldızlı Sancaklarını. Törene katılan birlikleri son kez denetledi. Mehmetçiğin, Mücahit'in hançeresini yırtarcasına söylediği 'Sağol' sesini son kez işitti… Ve sonrasında şeref tribününde yerini aldığında; gözleri dalgın ve hüzün bulutlarıyla kaplanmıştı. Kolay değildi, bu devleti ne mücadeleler sonrasında kurmuş, bir evlat titizliğiyle büyütmüş, ardında kalan o uzun mücadele yıllarına, koskocaman bir ömür, türlü acılar ve zorluklar sığdırmıştı. Ama sonunda başarmıştı. İşte Devlet, İşte Millet, tam karşısındaydı; onu bir kez daha şükranla selamlıyordu… Can liderim Denktaş; K.K.T.C'nin 21'nci kuruluş yıldönümünde vatandaşlarının karşısına son kez Cumhurbaşkanı olarak çıktığında; ben de oradaydım. Tam iki koltuk arkasında… Törende yapmış olduğu konuşma; aslında halkına, devletine veda ama tarih sayfalarına da düşülen çok önemli bir not niteliğindeydi. Konuşmasını sonlandırırken: 'Halkı ve doğup büyüdüğü topraklar için yaptığı her şeyi helal etti. Halkından da helallik istedi…' Bu duygu yoğunluklu konuşmasıyla halkını Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı, veda etti… Konuşmasını sonlandırıp, yerine oturduğunda; güneş gözlüğünün ardına sakladığı gözlerinden akan iki damla yaşı kaç göz fark etmişti bilemem? Ama onun ne kadar duygusal bir kişiliği olduğunu bilen yüreğim, tanıklığını yapan gözlerim; o acılarla yoğrulan Sn. Denktaş'ın yüreğinden kopup, gözlerini nemlendiren o iki damla gözyaşını fark etmişti…'' Aktif siyaseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde Sn. Denktaş'ı ziyaret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek adına sorduğum sorulara, vermiş olduğu yanıtlarında: ''Kıbrıs Milli Davasının'' doğrularını, bu konuda milletçe elde etmiş olduğumuz hukuki kazanımlarımızı, hem adada, hem de Türkiye'de millete anlatmaya devam edeceğini, siyasilerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağını; bu yanlışların nedenlerini, Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkıyla paylaşacağını söylemiş. Özellikle çözüm için konuşulan 'Birleşik Kıbrıs' çatısı altında tek egemenlik, tek devlet, tek kimlik konusunun; adada ki, Türklerin sonu olacağının altını kalın harflerle çizmişti. Sn. Denktaş, bu söylediklerinin son nefesine kadar arkasında durmuştur. Kıbrıs konusundaki engin devlet adamı tecrübelerini paylaşmak adına; AB sürecinde Annan planına karşı ve özellikle 2008 yılından itibaren taraflar arasında yeniden başlayan Kıbrıs Müzakerelerinde yapılan yanlışları, Türkiye'de Türk Milletine, adada kendi halkına anlatmak için her platformu kullanmıştır. Denktaş asla pes etmedi. Çünkü o bir dava adamı, aynı zamanda da bir direnişçiydi. O müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında tüm kurumlarıyla yaşayan devletinin kurucusuydu. Ama günü geldi! Anavatanım dediği Türkiye'yi yönetenlerden: 'Kıbrıs davası Denktaş'ın kendi davası değildir.','Artık Kıbrıs konusunda tavizler vermenin zamanı gelmiştir.' Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü… Hele, hele dönemin Başbakanı: 'Git sen kendi ülkende konuş! Davanı git kendi halkına anlat!' Söylemini işittiğinde; yüreği paramparça oldu ama yanıt dahi vermedi! Çünkü o, anavatanına ve yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı. Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına 'evet' demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye'ye yapılan yanlışları anlatmaya devam etti. Annan planı döneminde 'Kıbrıs'ı verelim kurtulalım.' Diyenlere; o süreçte öylesine bir yanıt verdi ki! İşte aşağıdaki o yanıt, ömrünü bu davaya adayan bir lidere, yaşaması için yemin ettiği devletinin kurucusuna yakışır nitelikteydi: ''Ada Yunan'ın olmayacak, bu şerefsizlikse alnıma yazın. Hakkımızı sonuna kadar savunacağız. Hakkını savunmayan insanlığından feragat etmiş sayılır. Eğer illa ver kurtul gitsin derlerse ben vermem. İstiyorsa Türkiye versin, ben vermem…'' Sn. Denktaş; bir önceki liderinden Dr. Fazıl Küçük 'ten aldığı mücadele bayrağını dimdik tutan, son nefesine kadar da bu kararlılıkla hareket eden büyük bir lider, yılmayan bir direnişçi, milletine sevdalı bir dava adamı, Akdeniz'de kurulan son Türk devletinin kurucu Cumhurbaşkanıydı. (BK: Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka isimli kitabım) Rahmetli Denktaş'la ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok kitaplar yazılacaktır. İnancım odur ki; 'O Son Bozkurt, Can Liderim Denktaş'; 'Karkot Deresinin' özgürce akan sularında, Saint Hilarion Kalesinin zirvesini selamlayan Toros Dağlarında, Beşparmak Dağlarına kazınan 'Ay Yıldızlı Bayraklarda, Kıbrıs Türk Halkının, Türk Milletinin kalbinde yaşamaya, batmayan bir güneş gibi Kıbrıs adasında parlamaya; o eşiz hitabetiyle söylediği: '' Benim iki bayrağım var/ İkisinin de bağrında namusumdur ayla, yıldız…'' dizeleriyle, sonsuza kadar o semalarda duyulmaya devam edecektir. Ruhu şad olsun. Vatan ona minnettardır. Atilla Çilingir www.atillacilingir.com