Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bulunan Grand Kartal Otel’de, 21 Ocak 2025 sabah saatlerinde çıkan yangın faciaya dönüştü. Sömestr tatili nedeniyle 237 kişinin konakladığı otelde alevler hızla yayılırken, olayda 10 kişi hayatını kaybetti, 32 kişi yaralandı.
PANİK VE TAHLİYE ANLARI
Ahşap kaplama bir yapıya sahip olan 161 odalı otelde yangın saat 03.30’da başladı. Alevlerin kısa sürede oteli sarmasıyla müşteriler panik içinde tahliye edilmeye çalışıldı. Bazı kişiler panikle camdan atladı. Yangına müdahale için 267 personel görevlendirilirken, ekiplerin müdahaleleri arka kısma araç girişi olmaması nedeniyle ön cepheden devam ediyor.
BAKANLAR BÖLGEYE GİTTİ
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, yangın haberini alır almaz bölgeye hareket etti. Bakan Yerlikaya, yaptığı açıklamada "Yangına çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarından 267 personel müdahale etmektedir. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum." dedi.
SORUŞTURMA VE İNCELEMELER BAŞLADI
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yangınla ilgili adli soruşturma başlattığını ve 6 Cumhuriyet savcısının görevlendirildiğini açıkladı. Ayrıca 5 kişilik bilirkişi heyeti yangının sebebini araştırmak üzere oluşturuldu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ise yangını incelemek üzere 4 başmüfettişin görevlendirildiğini duyurdu.
SAHRA HASTANESİ KURULDU
Olayın ardından yaralıların tedavisi için bölgede sahra hastanesi kuruldu. Yaralıların bir kısmının tedavisi burada sürerken, durumu ağır olanlar çevredeki hastanelere sevk edildi.
AHŞAP YAPILAR RİSK YARATTI
Bölgenin en eski otellerinden biri olan Grand Kartal Otel’in tamamen ahşap kaplı olması, yangının hızla yayılmasına neden oldu. DHA Muhabiri Mutlu Yüce, "Yangın sadece ön cepheden kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Arka kısım kayak pistine çıkış noktası olduğu için araç girişi mümkün değil." şeklinde bilgi verdi.
Yangının çıkış nedeni henüz netleşmezken, olayla ilgili soruşturma ve incelemeler devam ediyor.
Türkiye’nin ata yadigârı Kıbrıs adasındaki soydaşlarımızı Rumların zulmünden, topyekûn katletmesinden kurtaralı 51 yıl, adalı Türklerin özgürlüklerine kavuşarak KKTC adıyla kendi devletlerini kurmasından bugüne 42 yıl geçti.
Ama ne adadaki bu değişimi, ne de Türklerin kurmuş olduğu KKTC’yi bugüne değin hiçbir ülke kabullenmedi. Türkiye dışında hiçbir ülke de bu devleti tanımadı!
Neden?
O kadar çok nedeni var ki!
Bu nedenlerin en başında geleni; Haçlı seferlerinden bu güne böylesine stratejik önemi olan bir coğrafyada tam da Akdeniz’in orta yerinde bulunan, Ortadoğu’yu yakından kontrol eden uçak gemisi konumundaki bu adada Türk’ün varlığı, Türk askerinin olması hiçbir zaman istenmedi de ondan…
Tarihin hiçbir döneminde Türklerin varlığının Orta Asya’nın dışına çıkması da istenmedi. Çünkü batılılara göre Türklerin batıya yayılması demek İslamiyet’in de genişlemesi, Hıristiyanlığın önüne geçmesi, insanları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendiren kilisenin de önünü kesmekti de ondan…
Aslında Kıbrıs’ta yaşanan da budur!
Bugüne değin GKRY’deki Ortodoks Kilisesinin başındaki papazların istekleri dışında yönetimde bulunan hiçbir Rum lideri Türk tarafı ile çözüm adına müzakere edemedi. Kilise ne dediyse müzakere masasında sadece onu dile getirdi.
Rum Ortodoks Kilisesi bugüne değin gerçekleşen tüm müzakerelerde adanın yönetiminin Rum tarafında olmasını, Türklerin ise sadece azınlık haklarına razı olmasını istedi. Ondan sonra atılacak adımın, adanın Yunanistan’a ilhak olması da idealleriydi…
Tarihi gerçeğe de bakıldığında 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı da Ortodoks Kilisesinin Başpiskoposu Makarios’tu. Onun da amacı adayı Yunanistan’a bağlamaktı.
Kısacası adada yaşanan anlaşmazlığın temelinde Hıristiyan âleminin bu bölgede İslamiyet’in temsilcisi bir devletin olmasını istememesi vardır.
Bu gerçeğin dışında KKTC’nin tanınmamasının diğer önemli nedeni; ABD-AB-BM ve bölgede menfaati olan diğer devletlerin hem adanın çevresinde bulunan enerji yataklarının kullanılması, hem de adanın stratejik önemi nedeniyle Kıbrıs’ta üs bulundurmak istemeleridir. Bunun için de inanç merkezli politika öne çıkmakta. İslamiyet’in temsilcisi olarak gördükleri KKTC’yi tanımak yerine; Hristiyan âleminin temsilcisi olarak gördükleri Rum tarafını yasal hükümet olarak tanımak onların işine gelmektedir.
Bunun yanı sıra ekonominin, paranın gücü de önemlidir. Bunun en yakın örneği; KKTC’nin de gözlemci ülke olarak tanındığı Türk Devletler Teşkilatına üye ülkeler konumundaki; Türkmenistan-Kazakistan-Özbekistan ülkelerine AB’den yapılacak 15 milyar avroluk yatırımın da etkisiyle geçtiğimiz hafta GKRY’ne büyükelçi atamışlardır
TDT üye bu üç ülkenin diplomatik hamlesi karşısında Türkiye’den henüz bir açıklama yapılmadı. Ancak KKTC’yi tanımayan bu üç kardeş ülkenin Rum kesimine büyükelçi atamalarını sadece alacakları ekonomik yardım nedeniyle yaptıkları da söylenemez.
Çünkü yapılan bu hamlenin arka planında; Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerinde giderek artan gücünün AB tarafından fark edilmesi, bu iş birliğinde bir çatlak açılması, Hristiyan âleminin Avrasya platosuna uzanarak bu güç birliğini ayrıştırması yatmaktadır.
Türkiye’nin bu noktada Azerbaycan’dan alacağı güçlü bir destek ile AB’nin açmak istediği bu çatlağın önünü kesmesi, Türk Devletler Teşkilatına üye olan ülkeler ile ilişkilerini güçlendirmeye devam etmesi en uygun tercih olmalıdır.
Görülen odur ki!
KKTC’nin uluslararası camiada tanınması o kadar kolay olmayacaktır. Ama başta Türkiye’nin yöneticileri olmak üzere KKTC’deki yöneticiler de bu devletin tanıtılması faaliyetlerinden asla vazgeçmemeli, uluslararası ilişkilerde KKTC’nin tanınması mutlaka gündeme getirilmelidir.
Dünya var olduğundan beri devletlerarasında süregelen dinler savaşı, geçmişte silah gücü ile gerçekleşmişti, günümüzde ise ekonomik güçler çatışması ile devam etmektedir.
Türkiye bulunduğu coğrafyada, son yurdumuz Anadolu’daki güçlü yapısıyla örnek olmaya devam ettiği Avrasya platosundaki devletlerle olan işbirliğini devam ettirirken, uluslararası ilişkilerde de özellikle Hıristiyan âlemine mensup ülkelere sağladığı avantajları bir kez daha gözden geçirmeli, önümüzü kesmeye çalışan kimi ülkelere bu avantajlar hatırlatılarak onları daha dikkatli olmaya davet etmelidir.
Bir örnek vermek gerekirse Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle özellikle Avrupa’ya yayılması muhtemel milyonlarca göçmenin önüne geçerek onlara kucak açan Türkiye’nin bu fedakârlığını unutanlara hatırlatmak bile yetecektir.