Büyük yalnızlık.
İmlecin bir an belirip, ardından kaybolması ve sonra yeniden belireceği âna kadar geçen o süreye sıkışmış büyük fikir.
Sonunu kestiremeyeceğimiz aynaların durmadan yansıttığı, durmadan çoğalttığı, çoğaltırken durmadan kaybettiği büyük his.
Taşıyabildiğin bir kayayı yont durmadan, yontamadığın an karşılaştığındır, evet, büyük sessizlik.
Göğün en derin yerinden hızla alçalan, hızla genişleyen, genişledikçe ezberletilen o büyük karanlık.
Çalınan davullar, çalınan sazlar, çalınan ziller, kulakların kulaklara fısıldadığı büyük yankı.
Bütün kapıların ardı, bütün kapıların eşiği, bütün mezarların altı, büyük korku.
Açıl susam açıl, açıldı mı kapı? Girip baktın mı? Ayağın geçti mi eşikten? Eşik ardında kaldı mı? Kapı kapanır mı diye düşündün mü? Büyük sual.
Yıkıldığında duvar, acıyı sırtladığında insan, avuçlarında biriktiğinde kalandır, hafızanı tarihlendir bıkmadan, küçük insanlar aynı sürüdendir, büyük ağır!
Yağmur önce bilincine çarpacaktır. Vahşi bir kuş gülümseyecektir, sana fark ettirmek için. Büyük tekerrür.
Saçların oraya kadar varır. Orada, düşün, yüzemezsin. Üstelik büyük savaştır.
Kazanan ve kaybeden, hepsi bir hayat yaşar. Büyük kandır!
Beni sadece. Sığırcık kuşlarının üzerlerinden bakarsan. En azından denersen. Hemen terk et. Çünkü büyük hayır!
Uyumadan önce ezberlenmiş bir dua gibidir kadınlar, büyük anadır.
Ölmeden önce bir sebep olarak düşünülmek. Büyük yasaktır.
Aynı anda birkaç dili konuşmak, bu ürperticidir. Büyük muasır!
Ağaç sürüleri gök kâsesinde salınıyor. Manzara, bir kâğıt nasıl katlanırsa, öyle ikiye katlanıyor. Şiir siyah siyah ve derin. Roman, büyük romandır!
Tugay Kaban