Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

ANNELER GÜNÜNDE YAŞANAN GERÇEK…

Köşe Yazıları Yayın: 08.05.2022 10:25 |Güncelleme:16.12.2023 22:55

                                        ANNELER GÜNÜNDE YAŞANAN GERÇEK…

  Değerli okur:

  Aşağıda okuyacağınız gerçek bundan tam 37 yıl önce KKTC’de Anneler gününde yaşanmış bir olayı, ana yüreğinden taşan duyguları anlatır. Boşuna dememişler ‘’Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar’’ diye…

      Sessiz çığlıkları yükselir; ‘’Boğaz Şehitliğinden‘’ gecenin bir vaktinde Dikomo’lara doğru; yıldızların sönüp ışıldadığı Kıbrıs’tan…

Bir de doğanın sesi karışıverirse bu hüzünlü çığlıklara, yakılan ağıtlara, taşlar bile dayanmaz eriyiverir acı ile yankılanan ızdırap dolu nağmelerden…

Bu çığlıkları bizler duyamayız! Bu yalvarışları, haykırışları hissedemez yüreklerimiz!

Ama o duyar; hem de hisseder o parçalanmış yüreciğinde…

      Çünkü o anadır…

       Gencecik evladını Mehmet’ini, Mücahit’ini bu topraklara emanet etmiş ama ‘’ Vatanım Sağ Olsun ‘’diyen Annedir O…

        Şehit olan evlatlarının kan ve can bedellerini ‘’ Vatan Toprakları ‘’için feda etmiş ana’lar gibi hiçbir farkı yoktur diğerlerinden.

Onur ve Gurur timsali bir ana’dan bahsetmek isterim. 1985 Kıbrıs’ının anneler gününde yaşanmış bir olayı anlatır bu yazım.

Bugüne dek onun adı hiç yazılmadı, bilinmedi! Yine bilinmeyecek kim olduğu! Sözüm var çünkü o onurlu, gururlu ana’ya…

Ama günümüzün Kıbrıs’ında, yaşananları izleyen, verilen her taviz karşısında yine Rum’un kazandığını, Kıbrıs Türk’ünün kaybettiğini görerek hüzünlenen, hayıflanan, kızan ama gerçekleri yazmaktan, doğruları anlatmaktan başka elinden bir şey gelmeyen bir Kıbrıs Gazisi olarak;

     ‘’Anneler Gününün‘’ kutlandığı bu çok özel,  çok da güzel günde bu anımı tüm evlatlar öğrensin istedim:

2’nci kez görev yaptığım, canımdan çok sevdiğim vatanım KKTC’de Lefkoşa’dan- Girne’ye gidiş ve dönüşlerimde her seferinde mutlaka ‘Boğaz Şehitliğine’ uğrardım…

Bu vatan toprakları için hayatlarını seve, seve feda eden aziz şehitlerimizin ruhları için dualar okur, saatlerce onlarla dertleşirdim.

       İşte o günde yıllar öncesinin hüznüyle, anılarla dopdolu; şahadet mertebesine ulaşan kahramanları ziyaret etmek, onlara yalnız olmadıklarını, göndere çektikleri ‘Ay Yıldızlı Bayraklarımızın’ büyük bir gururla, onurla dalgalandığını dualarımla tekrarlamak için uğramıştım:

‘’Boğaz Şehitliğine…’’

   Güneş yeni batmıştı! Akşamın o hüzünlü karanlığı henüz şehitliğimizi kucaklamış değildi. Her bir mezar sanki yaşanmış bir efsaneyi anlatır gibi pırıl, pırıl ışıldıyordu… Gün batımı ile birlikte bir an doğanın tüm sesleri de ara vermişti, o hüzün dolu konserine!

     Şehitlikte inanılmaz bir sessizlik vardı. Yalnızca kuzeyden, Beşparmak Dağlarından ılık, ılık esen rüzgârın o kadife dokunuşuydu yüzüme vuran…

     Bir de inceden, inceye söylenen; duyan herkesin kalbini paramparça edebilecek bir ağıtın sesi duyulmaya başlamıştı aniden!

     Şehitliğin sessizliğini, kimsesizliğini bozan bu sesi duyar duymaz; kalbim hızla çarpmaya başlamıştı! Süratle etrafı kolaçan ettim. Şehitliğin en üst sırasında, en köşesinde bir karartı çarptı gözüme…

     Ses oradan geliyordu! Büyük bir merakla, kalbim yerinden fırlayacak kadar büyük bir heyecanla sesin geldiği yere doğru yürüdüm. Gördüğüm manzara karşısında donup kalmıştım! Tüylerim diken, diken olmuş; ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi şaşırmıştım!

       Karşımda duran, o bembeyaz saçlarına örttüğü al yazması ile bütünleşmiş, gözlerini diktiği ‘Şehidinin’ mezarına bakarak ağlayan bir anne vardı karşımda…

       O da beni fark etmişti. Yavaşça yanına çöktüm. Kararan hava, şehitliğin o uhrevi aydınlığına karışmış, insanın iliklerine kadar işleyen bir acılar yumağı yaratmıştı gözlerimi yaşartan.

      Böylesi bir olay ilk kez başıma geliyordu…

      Ve o nur yüzlü ana, acılı bir ses tonu ile başladı konuşmaya:

      Şehidim, benim tek yaşam kaynağımdı. Babasını kaybettikten sonra ana oğul bir başımıza kaldık. Yılmadım, yetiştirdim, okuttum aslanımı…

      Hayırlı bir evlattı Mehmet’im. Ama 1974 yılının 20 Temmuzu onu benden aldı! Ne de yakışmıştı o komando elbiseleri…

      11 yıldır onun hasreti ile yaşadım! Bizler fakir insanlarız. Yemedim içmedim onu son bir kez de olsa, bu kara toprağında görebilmek için ‘’ŞEHİDİMİN MAAŞINI BİRİKTİRDİM VE GELDİM…’’, ‘’İşte aslanımın Mehmet’imin yanındayım. 3 gecedir birlikteyiz’’, ‘’O üşümesin diye hep dua ederdim Anavatanından! Ama şimdi sarıp sarmalarım kollarımla… Onu örterim kendi bedenimle, hasretimi dindirmek için öperim o şerefli alnından. O benim aslanım, o benim oğlum, o benim ŞEHİDİM…’’

Bu acılı annenin bir solukta anlattıklarının şokunu yaşarken, Şehitlikte geçen o dakikaların gerçek olup olmadığını anlamak adına, o gururlu Şehit Anasının ellerinden öptüm…

Evet, yaşadığım bu olay gerçekti.

Ona bir şeyler söylemek istedim ama bir anlam ifade etmeyecekti ki! Ne bir teselli verecekti söyleyeceklerim, ne bir anlam ifade edecekti! En doğru şey; onu Şehidi ile baş, başa bırakmaktı.

Gecenin zifiri karanlığında şehitliğimizi terk ederken, her biri hala bir güneş gibi parlamaya devam eden Aziz Şehitlerimize onurlu, acılı bir ana yüreği refakat ediyordu; inceden inceye söylediği o ağıtın dizeleriyle…

       1985 yılının o mayıs ayında bu acı, hüzün dolu tablo tam 4 gece daha aynen tekrarlandı! Merakımı yenemeyip gittiğim ertesi gün, daha sonraki gün, sonraki günler; o yüreği yanık anayı, dört gün boyunca hep aynı şeyleri yaşarken izledim…

      O kahraman şehidin anası, benim de anam olmuş; bu günler boyunca hayatını, oğlunu anlatmıştı bana…

      Ama 1985’in Mayıs ayının ikinci pazarına rastlayan o anneler gününde, sonrasındaki dört gün boyunca; 24 saatini evladının mezarı başında geçirdiğini tahmin ettiğim o nur yüzlü anneyi ‘Boğaz Şehitliğinde’ bir daha göremedim…

      Onu yine görebilmek umuduyla şehidinin mezarının başına gittiğim o son gece, mezarının üzerine örtülmüş bir yün yorgan, mezara serpilmiş dağ çiçekleriyle, kesilmiş bir tutam beyaz saç buldum…

     Çok şaşırdım!

      Saçlar bir kâğıda sarılmıştı! Ama kâğıdın içerisinde sert bir şey daha vardı! El fenerim ile aydınlattığım bu şeyin ne olduğuna baktım; bir çocuk emziği idi!

      O mübarek annenin sarıp sarmaladığı o kâğıdın içerisine koyduğu; zar, zor yazıldığı belli olan bir de pusula buldum!

    Yazılanları bir solukta okudum;

    ’’Bak oğul, bilirim ki sen buraya yine geleceksin; bu emanetlerim sana teslimdir. Bu beyazlamış saçlar oğlumun yavuklusu gelinim Dilber kıza, bu emzik ise o şehit olduktan sonra dünyaya gelen, yüzünü hiç göremediği oğluna, torunum Mehmet’e aittir. Bu emanetleri Şehidime ulaştırasın diye bıraktım…’’

Büyük bir acı ile ağladığım o geceyi hiçbir zaman unutamadım. Her anneler günü yaşanırken, evlatlarını kaybeden ‘Şehit Analarını’ düşünürüm; yıllar önce yaşadığım, sizlerle paylaştığım bu çok özel anım gelir aklıma.

O eli öpülesi yüce annenin bıraktığı emanetleri, onun Yavru Vatan Kıbrıs’ta Boğaz Şehitliğinde yaşadığı o büyük acıyı, bıraktığı emanetleri Şehidine ulaştırmak için mezarını tırnaklarımla kazıyışımı, Şehitliği her ziyaret edişimde; O Şehit Anasının nur yüzlü, hayalini hatırlarım…

     Ateş daima düştüğü yeri yakmıştır!

Dört bin yıllık tarihimiz boyunca, milletimiz için, vatan için ay yıldızlı bayrağımızın dalgalandığı her coğrafyada, yakın tarihimizde Kıbrıs’ta, ülkemizin bölünmez bütünlüğü uğruna güney doğuda şehit düşen canlar; öncelikle o canları bedenlerinde, gönüllerinde taşıyanları yakmıştır…

Gerisi bir anlık üzüntüdür, sonrası unutulandır.

Ne siyasiler,

Ne bu ada üzerinde, ne de ülkemizde gözü olan dış güçler,

Ne bölünmez bütünlüğümüze kast eden hainler,

Ne komutanlar,

Ne de bizler…

Hiçbirimiz, hiç kimse bir ana yüreğinin kaybettiği yavrusu için çektiği acıyı bilemez; o ızdırabı tahmin dahi edemez.

 Hele, hele Şehitlikte tanıdığım o acılı annenin evladım diye sarıp sarmaladığı Şehidin mezar taşında: ‘’Kayıp‘’ diye yazıyor ise!

 Ama ben inanıyorum ki, annelerin yüreği; mezar taşı dahi olmayan evlatlarının varlığını, emanet etmiş oldukları vatan topraklarında dalgalanan Ay Yıldızlı Bayraklarımızı görerek teselli bulmaktadırlar.

Çünkü ana yüreği yanılmaz. Tıpkı o gece yanılmadığı gibi. O nur yüzlü annenin Şehidi kayıplar arasında idi ama ana yüreği, Mehmet’inin orada yattığından emindi…

 Ve son söz:

 Hiçbir ana yüreği evlat acısı ile kavrulmasın. ‘Anneler Günümüz’ kutlu olsun. Ama sadece bu gün için değil, her geçen günümüz analarımızın hayır dualarını almanın mutluluğu ile dolu olsun.

 Unutmayalım ki! Bizim için ağlarsa sadece ana yüreği ağlar. Tıpkı Şehitlikte ki, o nur yüzlü ana gibi…

(Rahmetle andığım Canım Anneciğim: Ruhun şad, mekânın cennet, senin de anneler günün kutlu olsun anam.)

 

Atilla Çilingir.

08 Mayıs 2022

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Rize Ziraat Odası Başkanlığı’ndan çay üreticilerine budama çağrısı

Ekonomi Yayın: 03.05.2024 16:24
İhlas Haber Ajansı
Rize Ziraat Odası Başkanlığı’ndan çay üreticilerine budama çağrısı

Doğu Karadeniz bölgesinde yeni yaş çay sezonu için çay üreticileri çaylıklarında hazırlıklarında sona doğru gelmeye başladı. Yakın zamanda yaş çay sezonun açılması beklenirken Rize Ziraat Odası Başkanlığı da çay üreticileri budamaların yapması için uyarıda bulundu.

Bu yıl özel sektör çay fabrikalarının yaş çay taban fiyatının altında üreticilerde çay alması bekleniyor. Bu durumdan ötürü ÇAYKUR’a çay satmak için üreticilerin çay tarım arazilerinin 10’da 1’ini budamak zorunda olduğunu belirten Rize Ziraat Odası Başkanı Bünyamin Arslan, budama işlemi gerçekleştirmeyen üreticilerin ÇAYKUR’a çay satamayacağı uyarısında bulundu.

“ÇAYKUR budamalarımızı muhakkak 10’da 1 oranında yapmalıyız”

ÇAYKUR’a çay satılması için budamaların kesinlikle yapılması gerektiğini belirten Rize Ziraat Odası Başkanı Bünyamin Arslan, “Özel sektör çay fabrikaları peşin alımları kredi kullanarak yapabiliyordu. Bu yıl faizlerin çok yüksek oluşundan dolayı özel sektörün sıcak paraya ulaşmasında zorluklar yaşanabilir. Bu yüzden taban fiyatının altında alımlar, vadeli alımlar, sektör de bu gibi maddi sıkıntılar yaşayabiliriz. Bunları yaşamama açısından çayımızı dengeli bir şekilde piyasaya verebilmek adına ÇAYKUR budamalarımızı muhakkak 10’da 1 oranında yapmalıyız. 1 milyon 250 bin ton ortalama civarında Rize, Artvin, Trabzon bölgelerinde bir yaş çay yaprağı var. Bunun da yarı oranındaki kısmını ÇAYKUR’un fabrikalarında işleniyor. Diğer yarısı özel sektör çay fabrikalarında işleniyor. Eğer biz budama yapmazsak ÇAYKUR’a çay satamayız. Bu özel sektör fazla yaş çay işleme zorunda kalır. İşleme kapasitesinde sıkıntılar yaşanır ve taban fiyatının altında alımlar ve vadeli alımlar gerçekleşir. Piyasanın dengeli bir şekilde yaş çayı işleyebilmesi adına muhakkak budamaları yapıp ÇAYKUR’a işletmeliyiz. Budamanın faydaları yaprağın gençleşmesi, bitkinin gençleşmesi gibi birçok etkeni var. Budama yapılan arazilerimizde daha taze, daha kaliteli çaylar oluşur. Budama yapmayan yerlerde daha körpe, daha kart yaş yaprağa ulaşmak mümkün. Kaliteli Çay elde edebilmek için muhakkak budamalarımızı gerçekleştirmeliyiz” şeklinde konuştu.