Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

TARİH, VİCDANIMIZA KAZINAN OLAYLARIN HAFIZASIDIR…

Köşe Yazıları Yayın: 24.10.2016 09:03

”Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmalıdır.” (Mustafa Kemal Atatürk) Bugünlerde ülkemizin kuruluş manifestosunun temelini teşkil eden, tarihimizin altın sayfalarında yer alan gerçekler üzerinde farklı bir söylem fırtınası esmekte/estirilmektedir! Ama bu tarihi gerçekler üzerinde estirilen fırtınanın hedefinde aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ve yol arkadaşları vardır! Geçtiğimiz günlerde Lozan’ın hedef alınmasıyla ”Birileri Lozan’ı Zafer Diye Yutturdu” açıklamasıyla başlayan/başlatılan bu tarih tartışması; bugünlerde Misak-ı Milli kavramını da içine almış, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 93’ncü yılının milletçe, büyük bir gururla kutlanacağı bu tarihi gün öncesinde kamuoyu, yeni baştan tarihi gerçeklerin sorgulanmasına, ”Tarih Dersi Veriyorum” söylemleri içerisini çekilmiştir… Pek tabiidir ki, tarih yaşanan gerçeklerin aslına sadık kalarak, o dönemin koşullarını da dikkate alarak, her zaman sorgulanabilir. Yeter ki tarihe yazılı gerçekler siyaset malzemesi yapılmasın, kamuoyunu yanıltan bilgi fırtınası esmesin/estirilmesin… Zaten ülkemizde tek adam, tek bilen tarafından yönetildiği, başkanlık sistemi eleştirilerinin yapıldığı, yeni bir anayasa paketinin hazırlıklarının süregeldiği, FETÖ kalkışmasını sorgulayan meclis komisyonu üyelerine bir dönem ülke yönetiminde olanların yapmış oldukları açıklamalardan kaynaklanan ülke siyaset lisanının giderek gerildiği bir süreç yaşanırken; Sınırlarımızın hemen dibinde yanıp, kavrulmaya devam eden Ortadoğu coğrafyasından sınırlarımızdan içine düşen ateşin söndürülmeye çalışıldığı, yıllardan beri ülkemize kan kusturan bebek katili APO’nun yönlendirdiği P.K.K ve yurtdışındaki uzantısı P.Y.D. terör örgütleriyle, IŞİD’in kelle avcılarıyla amansız bir mücadele verilirken; Ülkemizin gündemini böylesi açıklamalarla meşgul etmek neden? Son dönemde ülkede her geçen gün artan işsizlik rakamları büyümeye devam ederken, ekonomimiz en ufak bir olay karşısında yalpalar, iş dünyamızda yaşanan sıkıntılar büyürken, 15 Temmuz 2016’da maruz kaldığımız o salya sümüklü meczubun yönettiği FETÖ’nün alçak kalkışmasının izlerinin silinmeye çalışıldığı böylesine bir OHAL dönemi yaşanırken; Ülkemizi yönetenlerin, ”Yenikapı Ruhunda” oluşan birlikteliğimizi daha da güçlendirmeleri gerekmez mi? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna giden yıllarda yaşanan, istiklalimize kavuşabilmek adına tarih sayfalarına kazıdığımız her zafer sayfasının bedeli; Büyük Türk Milletinin kanıyla, canıyla ödenmiştir. Hiç kimseye, hiçbir millete borcumuz yoktur. Nasıl ki, Cumhuriyetin ilanıyla kurulan bu son devletimiz; işgal edilen, yıkılan, yakılan bir imparatorluğun, Osmanlı Devletinin küllerinden doğmuş, bu gerçek tarih sayfalarına da böyle kazınmış ise; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna imzasını atan da, atanlarda; ona hitaplarında; ”Atatürk” sıfatını kullanmayı sevmeyenler olsa da, bu sıfatın o büyük insana T.B.M.M.’nin verdiğinin altını kalın bir çizgiyle çizerek ifade etmek gerekirse; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve yol arkadaşlarıdır. Lozan devletimizin kuruluş manifestosudur. Misak-ı Milli; ilk kez 28 Ocak 1920’de Meclis-i Meb’usan’ın gizli oturumunda görüşülmüş, 24 Temmuz 1923’te Lozan’da milletimize Sevr-i dayatan işgal devletlerine kabul ettirilmiş; 23 Haziran 1939’da ise Hatay’ın Türkiye’ye katılması ile bugün içinde yaşadığımız ülke sınırlarımız belirlenmiştir. A.B.D.’nin BOP çerçevesinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı bir dönem yaşanırken, bir asır öncesinde halledilmiş tarihi gerçekleri yeniden tartışmaya açmak, Ortadoğu’da kalan ecdat yadigârı Halep, Kerkük, Musul üzerinden Cumhuriyeti kuran kadroları hedef almak ne kadar doğrudur? O dönemde yaşanan gerçekler unutulmuş mudur? 1918 Mondros’unun şartlarıyla darmadağın olmuş Osmanlı Devletinde yaşananları, düşman işgaliyle parçalanan vatan topraklarımızda halkın yaşadığı gerçekleri görmezden gelmek kabul edilebilir mi? Milletçe kazandığımız kurtuluş savaşımız sonrasında, masada da kazanılan Lozan zaferi sayesinde 780 bin kilometrekarelik bir vatanın sahibi olduğumuz göz ardı edilebilir mi? Bugünlerde, iç siyaset arenamızda tarihi gerçekler üzerinden süregelen ‘nutuk savaşlarının’ ana nedeni: Suriye’de, Musul’da savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirildiği bu kritik süreçte; henüz sahadaki, masadaki yerinin ne olduğu/olacağı tam olarak belli olmayan ülkemizin bu coğrafyada ağırlığını hissettirmesi, bölgedeki Sünnilerin koruyucusu olduğumuzu iç kamuoyuna, dünya devletlerine ikna etmeye yöneliktir… Ama bu arada; Arap Baharıyla birlikte A.B.D’nin Ortadoğu’da yürürlüğe soktuğu B.O.P.’nin; Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ölüm kusan uçaklarıyla milyonlarca Müslüman katledilirken, o bölgeleri işgal eden Amerikalı Conilerin sivil halka uyguladıkları insanlık dışı hareketleri televizyon ekranlarına yansıdığında kimilerimizin, kimi siyasetçilerimizin sessiz, yorumsuz kaldıkları da unutulmuş değildir..! Evet, Türkiye toplamı 1208 km’ye varan Irak ve Suriye sınırlarının dibinde; izni olmadan bir devletin yapılanmasına! Hiçbir terör örgütünün devletimizin topraklarını tehdit etmesine, ülkemizde iç kargaşa çıkarmasına yönelik terör eylemlerine, canlı bombalarla masum vatandaşlarımızın kahpece katledilmelerine seyirci kalamaz, kalmamalıdır da. Devletimizin gücü Ortadoğu’da daima belirleyici olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Ancak özellikle böylesine kritik bir sürecin yaşandığı bir dönemde hele, hele Cumhuriyetimizin 93’ncü kuruluş yıldönümünün kutlanmasına çok az bir zaman kala; devletimizin kuruluş manifestosunu tartışmaya açmak, bunu siyaset malzemesi yapmak, kimseye bir şey kazandırmayacak, tam tersine düşmanlarımızın eline koz verecektir. Unutulmasın ki, Tarih, vicdanımıza kazınan olayların hafızası; gerçekler ise zamanın vicdanıdır… Atilla Çilingir www.atillacilingir.com www.biyografi.info/kisi-atillacilingir.com

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

‘Obezite, psikolojiyi olumsuz etkiliyor’

Sağlık Yayın: 05.05.2024 00:48
İhlas Haber Ajansı
‘Obezite, psikolojiyi olumsuz etkiliyor’

Obez kişilerin psikolojik ve ruhsal huzur açısından risk altında olduklarını belirten Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Recep Aktimur, “Birçok hastamız bu dönemlerde kilo almakta ve yaşanılan sorunlar nedeniyle kilo verememektedir. Bu kişilerde ilerleyen dönemde obezite ve psikolojik sorunlar iç içe geçmekte ve birçok hastamızda iş ve sosyal yaşamda ciddi bozulmalar görülmektedir” dedi.

Liv Hospital Samsun Genel Cerrahi Kliniği’nden Prof. Dr. Recep Aktimur, obezitenin psikolojiyi olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Kendi deneyimlerini aktaran Prof. Dr. Aktimur, “Bizim kendi deneyimlerimizde gördüğümüz, kişilerin psikolojik olarak kendilerini boşlukta hissettikleri zamanlarda kilo almaya eğilimli olduğudur. Birçok hastamız bu dönemlerde kilo almakta ve yaşanılan sorunlar nedeniyle kilo verememektedir. Bu kişilerde ilerleyen dönemde obezite ve psikolojik sorunlar iç içe geçmekte ve birçok hastamızda iş ve sosyal yaşamda ciddi bozulmalar görülmektedir” diye konuştu.

“Obez kişiler psikolojik ve ruhsal huzur açısından risk altında”

Obez kişilerin psikolojik ve ruhsal huzur açısından risk altında olduklarını dile getiren Prof. Dr. Aktimur, “Obez bireylerde sosyal izolasyon oluşur ve bu durum obezitenin geri dönüşümsüz hale gelmesine yol açar. Obez bireyler hem fiziksel olarak hem de çok yüksek oranda görülen depresyon nedeniyle günlük işlerini yapmakta zorlanırlar, çabuk yorulurlar, kişisel bakımlarını yapmak bile onlar için çok zorlaşır. Diğer yandan obeziteye bağlı gelişen kronik hastalıklar, bireyleri bir çıkmaza sürükler ve birçok insan bu kısır döngü içinde kendine güvenini kaybeder” şeklinde konuştu.

“Obezite ameliyatı olduktan sonra psikolojik durum”

Obezite ameliyatlarından sonra kilo verme sürecinin başladığını ve uzun süre devam ettiğini belirten Prof. Dr. Aktimur, şu bilgileri paylaştı:

“Ameliyat edilen hastaların çoğunda obezite nedeniyle gelişen depresyon bulunduğundan ameliyat sonrasında kilo verme sürecinde hızlıca depresyonun gerileyeceği düşünülse de, durum her zaman bu şekilde seyretmeyebilir. Bu dönemde kilo veriyor olmanın oluşturacağı pozitif etki, ameliyat sonrası dönemde aslında önceden bir nevi tedavi yerine geçen yemek yeme alışkanlıklarının değişmesi ile negatif yönde etkilenebilir. Bu yüzden ameliyat için uygulanacak prosedürün yemek yeme konforunu çok bozmayacak şekilde seçilmesi ve hastalara cerrahi tarafından geniş destek verilmesi çok önemlidir. Biz kendi hastalarımızda uyguladığımız ‘Hızlandırılmış iyileşme protokolleri’ ile hasta konforunu artırarak, ‘liberal beslenme önerileri’ ile hastalarımızın bu süreci daha rahat geçirmesini sağlayarak ve onlara her an kendilerini koruyan ve sarmalayan bir aile içinde olduklarını göstererek bu dönemi çok daha rahat atlatmaktayız. Bu yaklaşım ile hastalarımızda ameliyat sonrası dönemde çok daha az depresyon gözlemlemekte ve mutluluk düzeyinin arttığını deneyim etmekteyiz.”

“En iyi psikolojik destek, hastaların uzman hekime rahat ulaşabilmesidir”

Doktora ulaşmanın hasta tarafından önemine değinen Prof. Dr. Aktimur, “Biz kendi protokolümüzde uyguladığımız ve çok başarılı sonuçlar elde ettiğimiz şekilde en iyi psikolojik desteğin, hastaların kendilerini ameliyat eden cerraha çok rahat ulaşabilmeleri olduğunun farkındayız. Doktorları ile olan sıkı ve pozitif bağlantıyı önceden ameliyat ettiğimiz hastalarımızla aralarında kurduğumuz aktif sosyal portallarla desteklemekteyiz” ifadelerini kullandı.