AŞAĞILIK KOMPLEKSİNİ ÖRTME ÇABASI !
Günlerdir, TV lerde en düşük emekli maaşı 10 bin liradan 12 bin liraya mı, yoksa 12 bin 500 liraya mı çıkarılacak tartışmaları yapılıyor. Emeklinin maaşını ağızlarına sakız yapıp ballandıra ballandıra tartışanlar ve maaş zammını belirleyecek olanlar; emeklinin 10 bin TL olan maaşını bir akşam yemeğine verenler. Bu rakam açlık sınırının yarısı.
Ayıptır, günahtır, sizde utanma yok mu beyler?
Milletin oyu ile vekil seçilenlerin maaşları Temmuz zammı ile 32 bin lira birden artıp 142 bin TL oldu. Vekilin zammı bile 3 emekli maaşı.
Emekli maaşlarının oynana oynana cılkı çıkarıldı zaten.
Ne prim ödeme gün sayısının nede ödenen prim miktarının hiç bir önemi kalmadı!
Aylık bağlama oranının düşürülmesiyle başlayan adaletsizlik şimdi farklı biçimde devam ediyor.
Bazılarının "Ama bizim emekli sayımız çok fazla. Bir buçuk çalışana 1 emekli düşüyor. Devlet ne yapsın,16 milyon insana maaş ödemek kolay mı?" dediğini duyar gibiyim.
Çalışan sayısını artırmak için ne yaptınız? ( Bu soru gelmiş geçmiş tüm hükümetlere ) Madem emekli sayısı fazla, oy kaygısıyla EYT yi neden çıkardınız? Hani ne pahasına olursa olsun çıkmayacaktı? ( Bu soru mevcut hükümete)
Emekliler ve asgari ücretliler açlık sınırı altında maaşlarla karın doyurma derdinde iken, başka türlü açlık çekenler de var.!
Dün Dilek Yarımadası Milli Parkı plajlarından birinde idim. Kıyıdan Samos adasına bakarken, Yunan filozof Epikurus geldi aklıma. Milattan önce 341 yılında Samos adasında doğmuş.
Helenistik dönemin en büyük filozoflarından, mutluluk öğretmeni Epikuros, insan gereksinimlerini üç sınıfa ayırıyor.
Birinciler, doğal ve zorunlu olanlardır: Bunlar, karşılanmadıklarında acı çekmeye neden olurlar. O halde bu sınıfa beslenme ve giyinme girer.
İkinciler ise, doğal ama zorunlu olmayanlardır: Bu da cinsel doyum gereksinimidir; bu gereksinimi doyurmak daha zordur.
Üçüncüler, ne doğal ne de zorunlu olanlardır: Bunlar lüks, zenginlik, şatafat ve gösteriş gereksinimleridirler: Sonsuzdurlar ve karşılanmaları çok zordur.
Adam, günümüzden 2300 yıl önce teşhisi koymuş. Zenginlik, şatafat ve gösteriş hastalığının sonu yok karşılanmaları çok zordur diyor.
Bizim İlber Ortaylı hocanın da bu konuda güzel bir sözü var; "Gösteriş ve şatafat; cahillikten kaynaklanan aşağılık kompleksini örtme çabasıdır." diyor.
İlber Ortaylı hocaya atfedilen bu sözün en uç örneklerini günümüz Türkiyesinde hergün ibretle gözlemliyoruz.
Gösteriş ve şatafatın dinimizde de yeri yok.
Nisa Suresi, 38. ayet: Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar.
Enfal Suresi, 47. ayet: Bir de yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.
Vatandaşın vergisiyle, devletin imkanlarını da kullanarak israf ve şatafatta sınır tanımayan, doymak bilmeyen bu zavallılardan ne kadar çok var değil mi? İsim isim liste yapacak olsak sayfalar yetmez.
Tasarruf mu? Yemişim tasarrufunu. Biz zengin ülkeyiz. Tasarrufu fakir ülkeler yapsın.
Yapıyorlar zaten.
Zavallı Finlandiya ve İsveç cumhurbaşkanları NATO toplantısına tasarruf olsun diye aynı uçakla gitmişler. Yazık insan üzülüyor!
Vatandaş gerçek açlığı yaşarken, Bunlar nefislerinin doymak bilmeyen açlığını yaşıyor. Üstelik, milletin verdiği vergi ile millete hava atarak, tepeden bakarak.
Lüks makam araçları, şatafatlı makam odaları, uçaklar, saraylar, birden fazla yerden maaş almalar. Aman itibarınızdan taviz vermeyin.
"Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin/Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Tevfik Fikret bu şiiri yazalı 1 asırdan fazla zaman geçmiş.
O günden bugüne değişen ne var?
İlyas Erbay