Bugün Akkuyu'da yapılmakta olan nükleer santralın 3. ünitesinin temeli atıldı. Son günlerde yazılı ve görsel medyada bu projenin yanlışlığı ve nükleer tehlikenin boyutları konusunda herkes adeta otorite kesildi, konuşuyor. Temelin atıldığı günlerde neredeydiniz ? Günaydın demek gerekiyor, özellikle Mersin Milletvekili Sayın Başarır, kendi yörenizde yeni bir Çernobil adayı olan bu projeye bugün gösterdiğiniz tepkiyi daha önce gösterebildiniz mi, ben hatırlamıyorum. Biz, 1986'daki bu nükleer felaketten sonra 1990'dan başlayarak görevli olduğumuz engellilerle ilgili STK'larda yaptığımız etkinlik ve açıklamalarla, 1991 yılında İstanbul ve Ankara'da 10 gün konuk ettiğimiz 7-15 yaşlarındaki 33 Ukraynalı Çernobil mağduru çocukla, 2004 yılında "Artvin'de Özürlü Olmak ve Çernobil'in Etkileri" paneliyle, Büyük paraların döndüğü medya kuruluşlarında değil, yayın hayatını zorlukla sürdüren Anadolu taşra gazetelerinde yazdıklarımızla yıllar önce bunları anlatmış, toplumu uyarmaya çalışmıştık. Ayrıca aşağıda yer alan fotoğrafta görülen G. Kore Nükleer Enerji Kurulu Başkanı ülkesinin Sinop'ta kuracağı nükleer santral konusunda Ekim 2010'da Türkiye Muharip Gaziler Derneği'ne gelerek desteğimizi istediğinde " bunu yapamazsınız, bu aramızdaki tarihsel dostluğa son verir" diyerek karşı çıkmış, daha sonra Karadeniz'in incisi, Amazon'dan sonra dünyanın ikinci longoz ormanlarına sahip, koruma altındaki İğneada'ya yapılması düşünülen nükleer santral için de yazdıklarımızla halkı eylem yapmaya çağırmıştık. İkinci fotoğrafta ise Akkuyu için kamuoyu yaratmak amacıyla her yere asılan afişlerden biri görülüyor. MİLLİ PROJE dedikleri Akkuyu Nükleer Enerji Santralı ile ilgili altı yıl önce yazdığımız Karabük Postası ve 08 Haber (Artvin) gazetelerinde yayınlanan ekteki yazımızı eğer okurken yorulmazsanız değerlendirmenize sunuyorum Değerli Dostlar BU MU MİLLİ PROJE ? 18 Haziran 2015 Kampanya birdenbire durdu, TV reklamları, bütün cadde ve otoyollardaki, hatta durak ve yüksek binalardaki afişler kayboldu. Afişte yer alan resimde, biri bisiklete binen, gülümseyen çocuklar, bilinç altında Çernobil Çocuklarını mı anımsatıyordu yoksa ? Patlamadan 5 yıl sonra 3 ay ile 2 yıl arasında ömürleri kaldığı belirlenen 33 Ukraynalı çocuğu ülkemize davet etmiş, 25 Eylül, 5 Ekim 1991 tarihinde İstanbul ve Ankara'da 10 gün ağırlamıştık. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu ile 118-T Lioness Yönetim Çevresi'nin konuğu olan, 7-15 yaşlarındaki bu çocukların hepsi de sarışın, mavi gözlü ve çok güzellerdi ama, bir kısmının bazı organları yoktu ve bazıları da olağan dışıydı. Çernobil’in sözlük anlamı “acı veren şey” olarak biliniyor. Gerçekten 26 Nisan 1986’da patlayan nükleer santral tüm dünyaya çok acı verdi. Yapılan araştırmalar, yayılan radyasyonun etkilerinin günümüzde de hala devam ettiğini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletlerin 2011 yılında yayınladığı bir raporda Çernobil ve bölgesinde 6000 çocuğun tiroid kanserine yakalandığı belirtiliyor. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Pediatri Ana Bilim Dalları’nın yaptığı araştırmada lösemi vakalarının 1986 öncesinde yüzde 0.7 iken, 1986 sonrası yüzde 2’ye yükseldiği görülüyor. Türk Tabipler Birliğinin yayınladığı bir araştırma, nükleer felaketten en çok etkilenen Karadeniz Bölgesi’ndeki Hopa’da ölümlerin yüzde 47.9’unun kansere bağlı olduğunu gösteriyor. Tam 29 yıl önce, 26 Nisan 1986’da patlamıştı Çernobil. Daha Sovyetler Birliği dağılmamıştı, santral şimdiki Ukrayna’nın başkenti Kiev’e 140 km. uzaklıkta bulunan Pripyat kentindeydi. Patlama, 4 no.lu reaktörde elektrik kesilmesi halinde alınacak önlemlerle ilgili bir test çalışması sırasında meydana geldi. Halktan gizlenen bu nükleer felaket, atmosferdeki radyasyon miktarının yükseldiğini fark eden İsveç’in Sovyetlerden açıklama istemesiyle ancak dört gün sonra dünya tarafından öğrenilebildi. Sovyet yönetimi görkemli 1 Mayıs kutlamaları hazırlığı yaparak olayı kamufle etmeye çalışıyordu. Rüzgarın etkisiyle batıya, Avrupa’ya yönelen radyasyon yüklü bulutlardan biri Karpat dağlarına çarpıp Türkiye’ye dönerek Trakya bölgemizi etkisi altına almış, diğeri Karadeniz’den başlayarak bütün kıyı boyunca doğuya doğru ilerlemiş ve günler sonra ancak Rize’nin Pazar İlçesinde fark edilebilmişti. Durumun Başbakan Turgut Özal’a bildirilmesinden sonra Trakya Bölgemizdeki illerde önlemler alınmış, belediye hoparlörleriyle halk uyarılmış, kümes ve ahır hayvanlarının dışarıya çıkarılması ve bunların ürünlerinin tüketilmesi yasaklanmıştı. Diğer tarafta, Karadeniz kıyı şeridi boyunca hiçbir önleme gerek duyulmamış, bu korkunç tehlike adeta halktan gizlenmişti. Ülkeyi yönetenler rehavet içinde, bize bir şey olmaz anlayışıyla TV ekranlarında radyasyonlu çayları içiyor, olayı geçiştirmeye çalışıyorlardı. Tanısı konulamayan hastalıklar hızla artıyor, bölge insanı Ankara ve İstanbul’daki büyük hastanelere koşuyor hastalıklarına çare arıyorlardı. O dönemde koskoca Karadeniz Bölgesinde, Trabzon’da Karadeniz Teknik, Samsun 19 Mayıs ve Zonguldak Karaelmas Üniversiteleri olmak üzere üç üniversite bulunuyor ve bu kurumlar bu vahim olayı sadece seyrediyorlardı. Elde hiçbir veri ve istatistiki bilgi bulunmuyor, sorunun çözümüne ilişkin radikal önlemler alınmıyor, üstelik olayın korkunç boyutları halktan gizleniyordu. Oysa su ve toprak çoktan kirlenmiş ve radyasyon her tarafa bulaşmıştı. Yıllar sonra dönemin Çaykur Genel Müdürü Karabüklü arkadaşımız rahmetli Tuncay Ergüven, “40 bin ton çayı yaktık, bir o kadarını da toprağa gömdük” diyerek durumun korkunçluğunu açıklıyordu. GÜÇLÜ TÜRKİYE’NİN YENİ ENERJİSİ sloganıyla propagandası yapılan ve topluma kabul ettirilmeye çalışılan Akkuyu ve Sinop nükleer santrallarının yaratacağı risk, başka seçeneğimiz olmadığından mı göze alınıyor ? Bütün ülkelerde nükleer santrallara karşı giderek artan tepkiler ortada iken ve büyük bir potansiyele sahip olduğumuz yenilenebilir enerji türleri giderek önemseniyorken bizim bu gibi çılgın projelere yönelişimizin arkasında yoksa başka beklentiler mi var ? Türkiye tarihinin en büyük yatırımını gerçekleştiriyor, enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtuluyor yutturmacasıyla kurulacak olan Akkuyu Nükleer santralı bize ait milli bir proje değil. Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. sitesine girdiğinizde; şirketin yüzde 75’inin Rus “RUSATOM OVERSEAS” şirketine, yüzde 22’sinin de Rus “CONCEM ROSENERGOATOM” şirketine ait olduğu görülüyor. Santral için ayrılan arazi ve lisans da bedelsiz olarak Ruslara verilmiş. Santralın üretime geçmesinden sonra tam 15 yıl elektriğin kilovatını 12.35 ABD sentinden (KDV hariç) satın almamız şartı, iki ülke arasında yapılan anlaşmada garanti altına alınmış. ( şu anda 1Kw/h elektrik enerjisi yaklaşık olarak 7 ABD centi) Kısacası bu santral, ancak tam 22 yıl sonra bizim için elektrik üretmeye başlayabilecek. 2006 yılı itibarıyla 31 ülkede 210 adet santralda bulunan 435 reaktör ünitesi 367398 MW elektrik enerjisi üretiyordu ve bu tarihe kadar 125 reaktör ünitesi hizmet dışına alınmıştı. Bu üretim tüm dünyada tüketilen enerji üretiminin ancak yüzde 13’üne tekabül ediyor. 14 Nisan 2015’te temeli atılan Akkuyu büyük riskler içeriyor. Santralın yapımını üstlenen RUSATOM OVERSEAS’ın Çernobil’ i de yapan şirket olması endişe yaratıyor. Bölgenin deprem riski taşıması ayrı bir endişe kaynağı. Atıkların nasıl muhafaza edileceği bilinmiyor. Ülkemizin en güzel yörelerinden biri olan bölgede doğa ve iklim ne kadar etkilenecek ? Üretim sırasında salınan gazların atmosferde ve denizdeki etkileriyle ekosistem ne kadar zarar görecek ? Caretta Carettalar yumurtalarını bırakmak için bölgenin kumsallarına yine gelebilecek mi? Bunlar bilinmiyor. Bilinen bir gerçek ise; anlaşmada yer alan maddelerden birine göre, Rusların tesisteki payları hiçbir zaman yüzde 51’in altına düşmeyecek. Diğer bir bilinene göre de; daha düşük teklif veren firmalara rağmen, hidrolik sistem yapıları (liman v.b.) ihalesini 394 milyon dolara alan Cengiz İnşaat’ın sahibi “milletin anasına bir defa daha küfredecek”. Neredesiniz 22. Yasama Döneminin Sayın Milletvekilleri? 2004 yılında verdiğiniz Çernobil’in etkilerinin araştırılması önergesi ne oldu? Bakın sizin o dönemdeki hassasiyetinize rağmen bugün AKP Milletvekillerinin oylarıyla Çernobil’i yapan şirket ülkemize yeni bir Çernobil kuruyor. Biz, Genel Başkanı olduğum dönemde Zihinsel Özürlüler Federasyonu olarak 12 Haziran 2004’te ARTVİN’DE ÖZÜRLÜ OLMAK VE ÇERNOBİL’İN ETKİLERİ konulu bir panel gerçekleştirmiştik. Devlet Eski Bakanı Hasan GEMİCİ’nin oturum başkanlığındaki bu panele Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gönül AKÇAMETE, Prof. Dr. Bülbin SUCUOĞLU, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Vekili Dr. Rana GÜVEN ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Radyasyon Uzmanı Dr. Belgin ONAT konuşmacı olarak katıldılar. Bütün Artvin halkı duyarlılık gösterdi bu panele, bu konuya odaklandılar. Ama Karadenizli bir çok hemşehrileri gibi bu panelden bir yıl sonra 25 Haziran 2005’te yitirdiğimiz Kazım KOYUNCU’NUN bir Çernobil kurbanı olacağını henüz bilmiyorlardı. Bu etkinliğin kamuoyunda yarattığı etkiyle AKP’den 94, CHP’den 34 milletvekili Çernobil konusunda araştırma yapılması için TBMM Başkanlığına önerge verdiler. Aradan bunca yıl geçti. Ortada Çernobil’in bize mal olan faturasını gözler önüne seren somut bir sonuç hala yok. Dünya Gaziler Federasyonu toplantısı nedeniyle 2011 yılı Mayıs ayında Ukrayna/Kiev’deydim. Bu arada Çernobil’i de görmek istiyordum. Rusların prestij simgesi kabul ettikleri santralın, yakın geçmişte inşa edilen modern Pripyat kenti içinde olduğunu öğrendim. Ama orası yasak bölgeydi. Daha sonra sadece belgesel haline getirilmiş fotoğraflarda felaketin korkunçluğunu görebildim. Şehir bir yıkıntı halindeydi. İki görüntü ise hiç aklımdan çıkmıyor. Yeni yapılmış lunaparktaki çocukların hiç binemedikleri büyük dönme dolap ve çarpışan arabalar ile bir evin önünde yerde yatan çocuk bisikleti paslanmış çürümüştü. Kimbilir çocuklar neredeydi ??? Fikret GÖKÇE Gazi-Mak.Müh.