1995 yılı Nisan ayında KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyordu. Merhum Rauf R. Denktaş, Dr. Derviş Eroğlu ve Mustafa Akıncı’nın da aday olduğu bu seçimde yedi isim yarışıyordu. O günlerde hem Kıbrıs davamızın büyük ismi Denktaş’ı ziyaret ederek Karabük Demir-Çelik Fabrikalarında bir arkadaşım tarafından yapılan 10 kg. ağırlığındaki döküm Atatürk büstünü takdim etmek hem de başarı dilemek için Lefkoşa’daydım. LEFKOŞA SELİMİYE CAMİİ’NDE (*) TÜRK BAYRAKLARI Barış Harekatı’nda birlikte olduğumuz bazı arkadaşlarımla akşam Girne’de buluşmamıza daha zaman vardı. Şehirde dolaşmaya çıkmıştım. Selimiye Camii önünden geçerken iki minare arasında dalgalanan bayraklarımızı gördüm. İçim titredi, duygulandım. Cami avlusuna girdim, bu muazzam ibadet mekanını etrafında dolanarak hayranlıkla seyrediyordum. O sırada ezan okunmaya başladı. İkindi vaktiydi. Abdestimi alarak içeri girdim. Birden minberde yan yana asılı bayraklarımızı görünce bir kez daha titredim. Şanlı bayrağımızla birlikte KKTC Bayrağı’nın bu mabet içindeki görüntüsü hem heyecan hem de gurur vericiydi. Bugün bu yazıya başlarken çokça bilindiği için Fransızların Maraş’ı işgal ettikten sonra kaledeki bayrağımızı indirmeleri üzerine, aralarında Sütçü İmam’da bulunan halkın Ulucami’de toplanarak sabah namazını kılmadan kaleye yürüdüğünü ve Fransız Bayrağını indirerek yerine bayrağımızı çektikten sonra topluca Ulucamiye giderek Cuma namazını kıldıklarını ayrıntılarıyla anlatmamayı düşünmüştüm. Bu yüzden bugün Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’ndan olan ve bana önceki başkanlardan Sayın Ali Bardakoğlu’nun hediye ettiği, Prof . Dr. Ali Sarıkoyuncu’nun iki ciltlik “Milli Mücadelede Din Adamları “ eserinde yer alan ama pek bilinmeyen Amasya’daki bir başka bayrak olayını anlatacağım. Samsun ve Merzifon İngilizler tarafından işgal edilmiştir. 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa Samsun’da bir hafta kaldıktan sonra Havza’ya geçtiği günlerde İngilizler Amasya’yı da işgale hazırlanmaktadır. Bu amaçla şehirde karışıklık çıkarmak isteyen iki İngiliz subayı Mutasarrıf Sırrı Bey’den bütün mahkumların serbest bırakılmalarını ister. Bu isteği kabul etmeyen Mutasarrıf İngilizleri kovar ve derhal şehri terk etmelerini ister. Ertesi gün mutasarrıfı tutuklamak üzere tekrar gelen İngilizler, saat kulesinin kapısını kırarak kulenin tepesinden Türk Bayrağını indirerek İngiliz bayrağını çekerler. Bu durum şehirde büyük bir infiale sebep olur. Saathane önünde giderek çoğalan kalabalık isyan etmek üzeredir. Bu sırada Müftü Hacı Tevfik Efendi öncülüğündeki hocalardan oluşan grup halkın yanına gelir. Burada gözyaşlarını tutamayan Kadı Ali Himmet Efendi ; “ Allah büyüktür, bizim gibi asil bir milletin memleketinde yabancı bayrağı dalgalanamaz “ diye halka hitap ederken bir uğultuyla birlikte çıkan ani fırtınanın parçalayarak kopardığı kuledeki İngiliz bayrağı uçarak Yeşilırmak sularında kaybolur. Bunun üzerine galeyana gelen ahaliden korkan İngiliz askerleri kaçarken kuleye çıkanlar besmele ile tekrar bayrağımızı kulenin tepesine çekerler. Ankara’ya döndükten sonra haziran ayında Türkiye Sakatlar Konfederasyonu yönetimi olarak Rahmetli A. Faruk Öztimur’un başkanlığında Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz’ı ziyaret ettik. Engellilerin ibadetlerini yapabilmelerini kolaylaştırmak için camilerde ve mezarlıklarda bazı düzenlemeler yapılması gerektiğini anlattık ve bu konuda yardımlarını istedik. Bu arada ben KKTC’de Selimiye Camii’nde gördüklerimi anlattım ve uygulamayı bizim camilerimizde de görmek istiyoruz dedim. Kıbrıs gibi vatanımızın da işgal gördüğünü, her noktasının şehit kanlarıyla sulandığını, kutsal ibadet mekanlarımızın kutsal bayrağımızla süslenmesinin güzel olacağını sözlerime ilave ettim. Dikkate alacağım diyen başkanın yanından ayrıldıktan bir süre sonra gerçekten camilerimizde hatta Kur’an Kurslarında bile bayraklarımız dalgalanmaya başladı. Bu güzel uygulama 1998 yılında bir avukatın Kocatepe Camii minareleri arasına Türk Bayrağı asılmasını şikayet etmesi ve Ankara Valiliği’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderdiği; “ bayrak asılacak yerler bellidir, bu konuda yasa gereğinin yapılması…” şeklindeki yazısıyla son buldu. Ayrıca bazı yobazların, “ İslam dini dünya dinidir, yalnız Türklere ait değildir, camiye bayrak asmayı nereden çıkardınız, camiler Türkiye Cumhuriyeti’nden ve bayrağından önce de vardı “ şeklindeki söylemleri de bu sonuçta etkili oldu. Camilerimizde şanlı bayrağımızın dalgalandığını görebilmek arzusu içimden hiç eksilmedi. 20-21 Aralık 2003 günleri Diyanet İşleri Başkanlığı ile yaptığımız “ ÜLKEMİZDE ENGELLİLER GERÇEĞİ VE İSLAM “ sempozyumunda tebliğ sunanlardan biri de bendim. Bu etkinlik sırasında Başkan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’na da anlattım bu düşüncemi. Olumlu karşıladı. Daha sonra Emin Çölaşan’da 24 Ekim 2006’da Hürriyet Gazetesi’nde Sayın Bardakoğlu’ndan bu konuda istekte bulunduğunu ve birden çok minaresi ve mahyası bulunan camilere sahip ilk 15 ilde uygulamanın başlayacağı bilgisini aldığını açıklamıştı. Camiler Müslümanların ibadetlerini yaptıkları, bir araya geldikleri, birlik ve beraberliklerini güçlendiren kutsal mekanlardır. Son zamanlarda bazı kişi ve toplulukların şahsi ve siyasi çıkarlarını önceleyerek ortaya çıkardıkları görüntüler uygun değildir ve toplumun birlik ve bütünlüğünün zarar görmesine, ayrışmasına neden olmaktadır. Camilerimiz gibi bayrağımız da kutsal değerlerimizdendir. Bu kutsal değerlerimizle birlikte sahip olduğumuz ortak değerlerimizin başında olması gereken ulusumuzun kurtarıcısı, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e karşı son zamanlarda özellikle bazı kesimlerce yapılan haksızlık ve saygısızlığın nankörlük olduğunu burada vurgulamak istiyorum. Heykel ve resimlerine zarar verilmesiyle, “ İki Ayyaş “ nitelemesiyle başlayan, giderek şahsına ve annesine akıl almaz iftira ve saldırılarla artan bu nankörlük son dönemlerde O’nun kurduğu Diyanet İşleri’ne de bulaştı. Milli gün ve bayramlarda bilinçli olarak adının anılmaması toplumda büyük tepki ve üzüntüye yol açıyor. Cuma hutbelerinde 30 Ağustos Zafer Bayramı ile Cumhuriyet Bayramı’nın yer almaması ise bu konuda ki inatlaşmanın devam edeceğini gösteriyor. 19 Eylül Gaziler Günü’nde benim yaşadığım benzer bir olaya SÖZCÜ Gazetesi’nde ve bazı televizyonlarda geniş olarak yer verilmişti. Türk tarihinin dönüm noktası olan Sakarya Savaşı’nın kazanılmasından sonra Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya 19 Eylül 1921’de verilen Gazilik ve Müşirlik ünvanı nedeniyle düzenlenen Gaziler Günü’nde Çankaya Kaymakamlığı’nın verdiği yemek sonrası yaptığı duada Atatürk’ü anmayan Çankaya Müftüsü’ne “Nerede Atatürk, nerede Mustafa Kemal, bu düşmanlık niye ? “ diye bağırmam üzerine tekrar kürsüye gelerek Atatürk’e dua etmesini sağladığım müftü için Kaymakam’a; “ Getirmeyin böyle adamları bu toplantılara “ demem toplum nezdinde büyük etki yaratmıştı. Bu haksız ve hain davranışlar karşısında artık susulmaması ve gerekli tepkilerin gösterilmesi konusunda oluşan bilincin büyümesi gerekiyor. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgal edilmesinden hemen sonra ve Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkarak başlattığı milli mücadele sırasında din adamları ve görevlilerin çok büyük destekleri ve yardımları oldu. 19 Mayıs günü Samsun iskelesinde karşılayanlar arasında hasta olduğu bahanesiyle mutasarrıf bulunmuyordu. Belediye reisi de yoktu. Vekalet eden şahıs Çarşamba’daydı. Paşa’yı şehir halkı adına Hacı Molla karşıladı. 25 Mayıs’ta geçtiği Havza’da Ulemadan Hacı Mustafa Efendi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti heyeti ziyaretine geliyor ve memleketin durumunu istişare ediyorlardı. 15 Haziran’da karargahıyla Amasya’ya geldiğinde karşılayanların başında yine din görevlilerinden Müftü Tevfik ve Vaiz Abdurrahman Kamil Efendiler bulunuyordu. Padişahın isteği ve İngilizlerin dayatması sonucunda işgale karşı olanları ve Milli Mücadeleye katılanları sindirmek amacıyla Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin hazırladığı fetva 11 Nisan 1920’de Takvim-i Vekayi ve Peyam-ı Sabah gazetelerinde yayınlandı, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla köy ve kasabalara kadar her yere atıldı. Bu fetvada Milli Mücadeleyi başlatanların hain, cani, şaki oldukları, hilafet ve saltanatı yıkmaya teşebbüs ettikleri, halktan zorla para ve asker topladıkları, bunlarla savaşmak gerektiği, bu sırada ölenlerin şehit yaralananların gazi sayılacağı, savaşmayanların ise cezalandırılacağı belirtiliyordu. Saraya ve padişaha bağlı din adamlarının aksine Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi de olan Mehmet Rifat Efendi’nin (Börekçi) arkadaşlarıyla hazırladığı ve Anadolu illerindeki 153 müftünün imzasıyla onaylanan Milli Mücadelenin meşru olduğunu içeren Ankara Fetvası da 19-22 Nisan 1920 tarihlerinde Açıksöz, Öğüt ve İrade-i Milliye gibi gazetelerde yayınlandı, her yere ulaştırıldı. Milli Mücadele sırasında silaha sarılan, dağlara çıkan düşmanla savaşan din adamlarımız da oldu. Bazıları şehit oldular, düşmana esir düştüler, işkencelerle şehit edildiler. Vatanın kurtuluşu, milletin özgürlüğü için mücadeleye katılan müftüler ve diğer din adamlarından 63 kişi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında oldu ve milletvekili olarak mecliste görev aldı. “Keşke Yunan Kazansaydı “ diyen Fesli Kadir Mısıroğlu bile, “ Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler “ başlıklı 1969 tarihli makalesinde bu din görevlilerinden övgüyle söz etti. Gazi Mustafa Kemal Paşa İslam Dinine son derece saygılıydı. Dinin icaplarına uygun, halkın anlayabileceği ve doğru biçimde uygulanmasını istiyordu. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu. Bunun için Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in tefsirini ve Türkçe mealini hazırlattı. 7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde minbere çıkarak “ bu dakikada milletimizin hal ve istikbaline ait hususları görüşmek maksadıyla bu mukaddes yerde bulunuyoruz “ diyerek başladığı “ Ey Cemaat, bilirsiniz ki Tanrı birdir. Şanı büyüktür. Tanrı’nın atıfeti üzerimizde olsun “ şeklinde devam eden tarihi hutbesini okudu. Anıtkabir’deki kütüphanede bulunan bazı satırları işaretlenmiş, satır altları çizilerek bazı notlar alınmış rika, celi ve sülus tarzında yazılmış Kur’an-ı Kerim’lerden yararlandı. Son anlarında ölüm döşeğinde iken, “Bütün dünyanın Müslümanları; Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli…” diyerek tüm İslam alemine mesaj gönderiyor ve bunu Başbakan ve Dışişleri Bakanı vasıtasıyla dünyaya açıklıyordu. (**) Şimdi önümüzde bir iki gün sonra kutlayacağımız.Cumhuriyet Bayramımız var. Buradan Diyanet İşleri Başkanlığı’na sesleniyorum. Bu bayram yeni bir başlangıç olsun. Kırsalda, karayolları yakınlarındaki yerleşim birimlerinde, hatta taksi duraklarında bile sıkça gördüğümüz şanlı bayraklarımızla donatın camilerimizi. Hepimizin katkılarıyla oluşan genel bütçeden en büyük payı alan kurumunuzun ve çalışanlarınızın Atatürk alerjisine de son verin. Ne yapsanız, ne kadar nankörlük sergileseniz de varlığınızın nedeni olan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bu yüce milletin yürek ve belleğinde kökleşmiş sevgisini silemeyecek, O’nu unutturamayacaksınız. Fikret GÖKÇE Kıbrıs Gazisi-Mak.Müh. (*) KKTC’nin en önemli sembollerinden biri olan Selimiye Camii ortaçağ Fransız mimarısinin ve gotik sanatının en görkemli örneğidir. Paris’teki Notre Dam Kilisesinin bir benzeri olarak 1208 yılında yapımına başlanan bu görkemli katedral 118 yılda tamamlanmış ve ancak 1326 yılında ibadete açılmıştır. Luzinyan kralarının taç giyme törenlerinin yapıldığı bu katedral 1571 yılında padişah 2. Selim zamanında fethedilmiş ve bitirilememiş olan iki çan kulesi üzerine iki minare eklenerek camiye dönüştürülmüştür. (**)Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi-Ankara, Urduca Yayınlarda Atatürk, 1979, Sh. 102